15 Mart 2019 20:36

Prof. Dr. Göregenli: Sorun beka değil, tek adamın “beka bulma” arzusu

“İktidarın karşı tarafa söyleyebileceği tek bir söz yok; yapılabilecek tek şey kendi oyunun sürekliliğini sağlamak. Konuşulan yer orasıdır.”

Prof. Dr. Melek Göregenli

Paylaş

Serpil İLGÜN

İktidar bloğunun seçim kampanyasının ana temasını oluşturan beka kavramının önceki seçimleri aşan doz ve sertlikle kullanımı sürüyor. Takvim 31 Mart’a yaklaştıkça hemen her itiraz beka sepetine konuyor. Soğan patates alamama şikayetleri de, çevre/kent planlaması itirazları da “ülke-devlet bekası”yla karşılanıyor. Ezan, vatan, bayrak gibi imgelere daha yoğun başvuruluyor.

8 Mart yürüyüşüne izin verilmemesini protesto eden kadınların eylemi “ezana, bayrağa saldırdılar” olarak sunuluyor; iktidar milletvekilleri seçmene “oyunuzu bize verirseniz mahşerde Allah size hiçbir hesap sormayacak” diyor. HDP başta olmak üzere Cumhur İttifakı dışında kalan tüm kesimler “vatan, millet düşmanı” , “terörist” olarak işaret edilerek hedef gösterilip, değersizleştiriliyor. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, “Bu coğrafyada her seçimin beka seçimi” olacağını hemen her konuşmada yeniliyor...

İktidar bloğu, beka kavramına neden bu kadar güçlü sarılıyor? Hem, “tüm saldırıları püskürttük”, hem “tehlike altındayız” söylemi nasıl birarada kullanılıyor?  Yalan, manipülasyon ve tehditlerle çevrelenen “ülke ve devlet bekası” propagandası, seçmene nasıl yansıyor? Meydanlardan, ekranlardan, bilbordlardan, yedi yirmi dört pekiştirilerek tekrarlanan propaganda konsolidasyonu sağlıyor mu? Muhalefet beka ve etrafında örülen argümanları karşılamada neden etkili bir tavır sergilemiyor?...

Ocak 2017’de yayınlanan KHK ile Ege Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen, akademinin kıymetli isimlerinden barış imzacısı Prof. Dr. Melek Göregenli’yle konuştuk.

Önce, beka söyleminin giderek kuvvetlendirilerek bir seçim enstrümanı olarak kullanılmasının kaynağında ne var, diye soralım. Beka, seçimlerle sınırlı güncel bir propaganda aracı mı yoksa, tek adam tek parti rejiminin inşasının sürekli aparatı mı?

Aslında bu sorunuza tek bir cümleyle cevap verebilirim: “Beka” kavramına dayalı bir politik söylemin kaynağında korku vardır ve tek adamın “Beka bulmak özlemi” ya da arzusu. Biraz daha açarsak, sözlüğe baktığımda “beka” sözcüğünün karşılığının, “Kalıcılık, ölmezlik” olduğu ve bu sözcükten türemiş “beka bulmak” fiilinin de “Ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek” anlamına geldiği belirtiliyor. Google’ın cilvesi ya, sözcük, tümce içinde Nâzım Hikmet’in bir dizesi örnek verilerek kullanılmış: “Fakat böyle bir zevk ve huzurun devam ve bekası olamaz.” Galiba iktidar açısından bütün göstergeler, uzun sürmüş bir “zevk ve huzur” döneminin sonuna yaklaşıldığı ihtimaline işaret ediyor. Bir zamanlar hep doğruyu söyleyen anket sonuçları, bir şeylerin değiştiğini söylüyor, en iyisi artık hiçbir şey söylememeleri; şu seçimler geçsin hemen bir yasa çıkarıp neyi ve nasıl söylemeleri gerektiğini öğretecek bir düzenleme lazım. Neredeyse 20 yıl olacak bir hükmetme dönemi sonunda, milyonlarca seçmen için ne ekonomi ne huzur ne istikrar sağlanamamış, büyük şehirler yaşanmaz hale gelmiş; ekonominin ve iktidarın en önemli dayanaklarından olan inşaat sektörü batma noktasında ve her şeye rağmen iktidarı desteklemeyen yüzde 50 blok öylece duruyor, hiç azalmıyor. Durum budur; benim gördüğüm, iktidarın bu karşı tarafa söyleyebileceği tek bir söz yok, oradan gelebilecek tek oy da yok; yapılabilecek tek şey kendi toplam yüzde 50’nin biraz üzerindeki oyunun sürekliliğini sağlamak. Konuşulan yer orasıdır. Bu nedenle sözün içeriğini belirleyen, eskisi gibi artık oy destekleri iktidara getirmeye yetemeyen büyük projelerle sınıf atlatılan kesimler değil; çünkü onlar her durumda “beka”yı bulma esnekliğine sahiptir ve kendilerine, tutundukları dalı bıraktıklarında tutunabilecekleri yeni dalların ucu da gösterilmektedir. İktidarın sözünün içeriğini de üslubunu da belirleyen, aslında kaybedecekleri hiçbir şey olmayan ama kazanacakları bir dünya olduğu fikrine ikna edilmiş, bunca yıl bazen biraz nefes aldırılarak, bazen korkutularak bazen bu memleketin sahipleri oldukları illüzyonuyla uyutulmuş milyonlarca yoksul ya da orta alt sınıflar. 

Onlara ne söyleniyor?

Söylenen şudur öz olarak: Durum iyi değil ama biz gidersek sadece var olan zaten kıt imkanlarınızı değil aynı zamanda vatanı da kaybedeceksiniz. Yani kargaşa, yani çatışma, belki savaş... Ne olacağı belirsiz bir gelecek... Bildiğinizden şaşmayın! 
Muhafazakar baskıcı rejimler hep bunu yapar. Buluş, bu coğrafyanın egemenlerine ait değil; neoliberal kapitalizmin her gün biraz daha fazla yoksullaştırdığı milyonlarca insan Amerika’da da aynı motivasyonla Trump’a oy veriyor. Benzer koşulları olan her yerde; tarihsel olarak da sürekliliği var. Hatırlayın, “Kahpe Yunan”dan “Dört tarafımız düşmanlarla çevrili”ye, “Şeriat gelecek”ten “Ülke bölünür”e mevzu hep aynı... Hiçbir şey yeni değil, “beka”sının derdine düşenler değişiyor sadece. Ne yazık ki bu tehdit ve korku yaratma dilinin asıl hedefi olan, günlük yaşam koşulları her gün biraz daha belirsizleşen yoksulların da hayatında yeni bir şey yok, daha iyi bir gelecek tahayyülü de. O yüzden bu “beka” siyaseti hiç şaşmadan işliyor. 

Son örneğini kadınların 16 yıldır sürdürdüğü 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ndeki polis barikatı protestosunu ‘Ezana, bayrağa saldırı’ olarak sunmada gördüğümüz üzere, olay ve olguların çarpıtılması, manipülasyon ve yalan dozunun artırılıyor oluşunu politik psikoloji cephesinden nasıl değerlendirirsiniz?

Politik psikoloji açısına hiç gerek olmayabilir, düpedüz gözümüzün içine bakarak yalan söyleniyor uzun zamandır ve her konuda. Yalanlar üzerine kurulmuş yüzlerce sayfa iddianameler yazılıyor. Bazen akıl dışı gibi ya da artık işe yaramaz gibi görünse de karşıtını düşmanlaştıran, gayrimeşrulaştıran, kriminalize eden propagandanın tamamen akıl dışı olduğu söylenemez. Aksine, bilinçli bir şekilde planlı, gündelik gelişmelere göre eğilip bükülen, yerel dinamiklere göre ayarlanmış ve örgütlü... Yalan olduğu ya da en azından hakikati çarpıttığı gün gibi ortada olsa da bir kez bağırarak söylendiğinde bir iddia -hele şimdiki gibi bütün medyada aynı anda- aksinin kanıtlanması neredeyse imkansız, iktidar söylemini “meşrulaştırıcı mitler”e dönüşür. Gezi sürecinde “Saldırıya uğrayan başörtülü kadın” fantezisi, camilerde içki içilmesi iddiası, aksi kanıtlansa da orada, milyonlarca insanın zihninde hâlâ durmaktadır. Dahası yalan olduğu bilinse de düpedüz dinen ya da ahlaken yasak olduğu aşina olsa da kimi gerçekler, büyük gelecek ideali için görmezden gelinebilir, dava zayiatları olarak görülebilir. Bir akıl dışılıktan söz edilecekse, bu kendiliğinden oluşmaz, bir tür psikoteknik olarak günümüz kitle kültürünün hesaplanmış bariz etkisinde kendisini gösterir. 

Nasıl?

Bu muhalefete saldırı yöntemi sadece fikirlerin rasyonel olarak sınanabilir olmasını bertaraf etmekle kalmaz, ayrıca fikirleri dinleyiciler için psikolojik olarak daha kolay algılanabilir ve düşmanı ayırt edilebilir hale getirir. “Din elden gidiyor” bu coğrafyada bırakın bir grubu gayrimeşrulaştırmaya, katliamlara yol gösterecek -hatta göstermiştir- etkiye sahiptir. Üstelik örneğin 8 Mart’ta yürüyen kadınlara güvenlik güçlerinin nasıl saldırdığının değil, ezan okunurken ne yapıldığının konuşulmasını da sağlamıştır, daha ne olsun. Ezana saygısızlığa tepki gösteren bir grup sokağa çıkıp köpükler saçarak sağa sola tehdit yağdırdığında tablo tamamlanmıştır. Artık yeni bir hakikat inşası için bakınmak zamanıdır. Sıra Mansur Yavaş’ın çek-senet meselesine geldi sanırım ama seçmenler üzerinde çok caydırıcı etkisi olacağını sanmam. Çünkü buralar, dünyayı dolandırmakla meşhur Cem Uzan’ın partisinin girdiği ilk seçimde yüzde 7 oy aldığı bir yer. 

Cumhur İttifakının Ankara Adayı Mehmet Özhaseki’nin aksine Binali Yıldırım’ın İstanbul’daki kampanyasında beka söyleminden kaçınmasını nasıl okursunuz? 

İstanbul’da “beka” söyleminin pek de öne çıkarılmaması, Kürt seçmenin oyundan umudu kesmemenin belirtisi. İzmir için Nihat Zeybekci’nin televizyonda yayımlanan kampanya filmindeki “laik-çağdaş-huzur dolu” ve bir tek başörtülü kadının görünmediği -kendisini İzmirli başörtülü kadınlara havale ediyorum- finalinde Atatürk’lü bir madalyonun sallandığı kampanya filmi, hiç de “beka”yı merkeze almıyor. Yeter ki kazanalım, “çağdaş” da oluruz, “çok kimlikli” de...

"BÜYÜK BİR TEHLİKE YARATILACAK Kİ KAHRAMAN İHTİYACI GERÇEKÇİ OLABİLSİN"

‘Darbecileri yendik’, ‘Ekonomik saldırıyı püskürttük’, ‘Dünya lideriyiz’ ile ‘Ülkemiz/bekamız tehlike altında’ mesajının aynı konuşma/propaganda içinde kullanımındaki çelişki ve tutarsızlıkları nasıl değerlendirirsiniz? 

Bence bir çelişki yok sadece aşırı hayal gücü var! Büyük bir tehlikeye işaret etmek gerekir ki bu tehlikeyle başa çıkabilecek bir kahraman ihtiyacı gerçekçi olabilsin. Bu kahraman ihtiyacının sürekliliği de ancak “Geçmeyen tehlike yapmışlar” fikrinin inandırıcılığını sağlamakla mümkün. 

Korkutma, tehdit etme, telkinde bulunma, imgeler kullanma, sağ popülizm ve bu ayaklar üzerine kurulan propagandanın güçlü, karizmatik, hatta ‘mesihsel bir lider’ tarafından dillendirilmesi... Rıza üretiminin bu formülünün 31 Mart için kolay çalışmadığı, dolayısıyla beka stratejisinin aleyhe işlediği yorumlarına katılır mısınız? İktidar blokunun handikapları neler?

Sanırım “Deniz bitti”, ekonomiden çok iyi anlayanlar böyle söylüyor. Sözünü ettiğiniz bir liderin varlığı ve onun çevresinde kurulan hayatın ne kadar gerçek ne kadar imajinatif olduğu uzun uzun tartışılmaya muhtaç ama iktidara oy veren seçmenler, yani bu ülkenin seçmenlerinin yarısından biraz fazlası, homojen bir grup değil bunu biliyoruz. Şu ya da bu içerikte ya da miktarda bir refah, iyilik hali, çıkar, ne derseniz deyin, bir kaynak paylaşımı olmadıkça o rutinleşen formülün sonsuza kadar rıza üretmesi mümkün değil. Bununla birlikte yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle ben yoksulluk ve çaresizliğin bu seçmen grubunun büyük bölümü için oy verme davranışını değiştirmeye engel olacağını düşünüyorum. İktidar açısından handikap belki de ekonomik sistemin istikrarına ve hukuk güvenliğinin sağlanmasına, sınıf çıkarları açısından daha çok ihtiyaç duyan gruplar açısından söz konusu. 

"MUHALEFET TAKLİT-MUHAFAZAKAR, TAKLİT-BEKACI SİYASET YAPMASAYDI KENDİ SÖZÜNÜN TAKİPÇİSİNİ DE ÜRETEBİLİRDİ "

İktidar argümanlarının zayıflığı, tutarsızlıklarına karşın muhalefet beka propagandasını etkisizleştirmede neden etkili olamıyor? Ekonomik krizin kabulü anlamına gelen tanzimler önlerindeki kuyrukların “varlık kuyruğu” olarak sunulması, “Bu millet aç kalır/az yer ama bekasından vazgeçmez” söylemine güçlü itirazlar geliştirememe bir kabiliyet problemi mi, yoksa ideolojik yaklaşım sorunu mu? 

Muhalefet beka propagandasını etkisizleştirmede başarılı olamaz, bu iktidar için de geçerli, o kadar farklılaşmış gruplara konuşuluyor ki. Ama bütün farklı görüşleri eşit koşullarda duyma imkanı olan bir grup olsaydı bile muhalefet “beka propagandasını” etkisizleştiremezdi, çünkü “karşı” bir ideolojik söylemi yok. İtirazları biçimsel, öze dair değil. Tehdit, çatışma ve güvenlik söyleminin karşıtı barış ve dayanışmaya, uzlaşmaya dayalı bir politik söz üretimidir, kimsenin, “Biz bu ülkenin iç ve dış bütün meselelerini barışla çözeceğiz, bunu bir biçimde hep beraber başaracağız” dediği yok. Ekonomik krizle ilgili bir politika geliştirmek kolay çünkü herkes için çok gerçek, herkes biliyor o kuyruklara varlıktan mı yokluktan mı girdiğini. Muhalefetin sol-sosyal demokrat kanadı, AKP iktidarının başlangıcından bu yana taklit-sağ, taklit-dindar, taklit-muhafazakar, taklit-bekacı siyaset yapmayıp gerçek bir sosyal demokrat siyaset üretebilseydi, bunca yıl kendi sözünün takipçisini de üretebilirdi. 

Bütün bu olumsuzluklara, baskılara, en ufak eleştirinin şu ya da bu biçimde cezalandırılacağı algısı her gün daha fazla yerleşiyor olmasına rağmen, muhalefetin, en azından sayısal olarak geriletilemediği açık ve bu önemli. Ama başka bir gelecek tahayyülünün inşası ve gerçekçiliği ancak başka ve gerçek bir sol söz üretmekle mümkün. Hayatlarımız, zihin coğrafyamız değişmeyecekse, daha özgürlükçü ve barış dolu bir ülke hayalimiz yoksa, iktidar değişse ne olur.

BÜYÜK BİR BELİRSİZLİK VAR AMA SANDIĞA GİTMEME ORANININ YÜKSEK OLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM

Gözleminiz ne, korkudan başka bir vaadin kalmaması, kutuplaştırma ve gayrimeşrulaştırma AKP-MHP tabanı arasında da yaşandığı söylenen çaresizlik, öfke, umutsuzluk duygularını pekiştiriyor mu? Başka ve gerçek bir sol söz üretememek seçmene nasıl yansıyor? 

“Seçmenler” üzerine düşünürken çok parçalı, aynı siyasal partiye istikrarlı olarak oy verenler içinde bile çok parçalı, bir topluluktan söz ediyoruz. O nedenle bütüncül yorumlar mümkün değil. Sanırım, oy vermek dışında siyasal iradesini hayata geçirme konusunda aktif olabilen az sayıda insan dışında, çoğunlukla seçeneksiz bir topluluktan söz ediyoruz; büyük ölçüde ortak yanları bu ve büyük oy kaymaları beklemek bana gerçekçi görünmüyor -şimdilik-. Ekonomik krizin sonuçları kuşkusuz belirleyici ama hâlâ geçici tedbirlerle kontrol edilebiliyor. Edilemediğinde, geçmiş seçimlerde gördüğümüz gibi artık gidenin yerine kimin geleceğinin öneminin kalmadığı radikal oy kaymaları yaşanabiliyor. Güvenilir araştırma sonuçları bütün taraflardan önemli bir seçmen grubunun, önceki oy davranışını değiştirme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor ama bu değişikliğin yönünü öngörmek için yeterli veri yok. “Başka ve gerçek bir sol söz üretmek” beklentisi sanırım çoktan partilere ilişkin bir beklenti olmaktan çıktı. Kendilerini sol-sosyal demokrat olarak adlandıran partilerin kendileri bile bunu beklemiyor kendilerinden galiba. Yıllar önce yaptığım bir araştırmada CHP seçmeni “Memlekete bir muhalefet lazım” motivasyonuyla oy verdiğini söylüyordu. “Bu memleketin sayısal olarak çoğunluğu sağcı” miti de beklentileri etkiliyor, oysa büyük bir sosyal değişme içindeyiz ve bu değişimin dinamikleri hakkında ciddi bir fikrimiz yok. Büyük bir belirsizlik var nereden baksanız ama ben sandığa gitmeme oranlarının yüksek olacağını düşünmüyorum; her zaman yüksektir ve bu sıklıkla söylendiği gibi demokrasinin kalitesinden değil aksine oy vermekten başka, “riski olmayan” siyasal irade gösterme yolu olmadığındandır.

ÖNCEKİ HABER

İzmir’de kadınlar, “Kent, yaşam ve kadın” panelinde bir araya geldi

SONRAKİ HABER

“İyi yönetilmeyen Adana artık göç veren bir kent”

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...