25 Kasım 2018 00:20

Buralara benzer bir hikaye...

'Mesele Erdoğan’ın söylediği gibi aynı 100 metreyi koşmak değil. Bizim kulvarımız ayrı yolumuz ayrı.' İlke Işık yazdı.

Alvaro Diaz y Adony Flores/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Paylaş

İlke IŞIK

1960’ları konuşalım mı biraz. Bizim ülkeye çok benzer şeyler anlatacağım; coğrafya buralara biraz uzak ama yaşananlar o kadar benzer ki. Dominik Cumhuriyeti’ndeki bir diktatör ve ona karşı yürütülen mücadele hakkında anlatacaklarım.

1930’da askeri bir darbe ile yönetime gelen Trujillo, 31 yıl boyunca iktidarda kalır. Halkın giderek yoksullaştığı, bir avuç zenginin daha da zenginleştiği bir dönemdir iktidarı. Tam bir baskı ve zor rejimidir kurduğu. Halkın giderek artan hoşnutsuzluğunun böyle bastırıldığı, elli bin kişinin öldürüldüğünün tahmin edildiği bir dönem sözünü ettiğimiz.

Muhalefet hiç susmaz ama, itirazlar tükenmez. Gizli, açık halkın isyanı devam eder. Halkın isyanının en önde gelenleri ise üç kadındır, üç kız kardeş. Mirabal Kardeşler olarak bilinirler. Minerva, Maria ve Patria Mirabal’in öncülük ettiği Kelebekler örgütü ülkede eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesinin önemli bir odağıdır. Nitekim bizzat Trujillo tarafından Mirabal Kardeşler terörist ve vatan haini ilan edilmiş, defalarca tutuklanmış, mal varlıklarına el konulmuştur.

Üstelik eşleri, dedeleri dahil politik bir ailedir söz konusu olan. Eşleri de çeşitli zamanlarda tutuklanırlar, ancak diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesinden vazgeçmezler. Trujillo’nun Mirabal Kardeşleri resmen hedef gösteren konuşmasının ardından 25 Kasım 1960 günü üç kardeşin araçlarının önü kesilir, önce tecavüz edilirler, arkasından da araçları uçurumdan atılarak öldürülürler.

Diktatör, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için tehlike gördüğü üç kadını öldürerek kendi sonunu da hazırlar aslında, halkın isyanı büyür, olayın biz kaza olduğu yönündeki açıklamalara kimse inanmaz ve 1961’de Trujillo iktidarı son bulur.

‘SINIRLARINI AŞAN’ KADINLARIN DİRENİŞİ

Birleşmiş Milletler tarafından 1999 yılında Mirabal Kardeşlerin anısına 25 Kasım günü Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü ilan edilir.

Mirabal Kardeşler bugün dünyada kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin simgeleridir. Siyasal bir mücadele yürüten kadınlardı onlar, diktatörlük onlara sadece öldürmeyi değil, cinsel şiddeti de reva görmüştü. Ne de olsa kadınlardı ve dünyanın neresinde olursa olsun kadınların hadleri bildirilmeli, sınırları çizilmeliydi.

Düşünsenize, bir diktatör için kendisine yönelik başkaldırı yetirince can sıkıcıyken, buna bir de kadınların öncülük etmesi nasıl bir nefrete dönüşmüş. Erkek egemenliği işte tam böyle bir şey, dünyanın her yerinde kadınların çizilen sınırlar içerisinde kalması isteniyor.

Mirabal Kardeşler işte bu sınırı aşan kadınlardan. Ülkenin özgürlük mücadelesine öncülük ederken erkek şiddetinin en ağır hallerinden biri ile cezalandırılmaları uygun görülen kadınlar onlar. Hem devlet hem erkek şiddetini birlikte yaşayan bu kadınlar bu nedenle kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin simgeleri oldular.

TAŞLAR YERİNE OTURSUN

Ne ilginçtir ki 8 Mart gibi 25 Kasım da “tarihte o gün ne olmuştu da bugün hâlâ anıyoruz” bağlamından uzak konuşuluyor. 8 Mart’ın işçi kadınların mücadelesinden bağımsız ele alınması gibi, 25 Kasım da devlet şiddetinin katlettiği kadınlar gerçeğinden uzak konuşuluyor. Ancak Mirabal Kardeşleri baskıcı bir rejimin, bir diktatörün katlettiğini söylemezsek, böyle konuşmazsak taşlar yerine oturmuyor.

Kadınlara daha bir öfkeli bu yönetenler, en tahammül edemedikleri onlar. Hele de politik mücadele veren, siyaseten sözünü söyleyen, ayakları üzerinde durmaya çalışan, kadınların eşitliğinden söz edenlere hiç katlanamıyorlar. Bir üniversite dekanının “yerel seçimlerde kadınlara oy vermeyin, onların yeri evleri” diyebildiği bir ülkede yaşıyoruz sonuçta…

NE YAPACAĞIZ GERÇEKTEN?

Şiddetin bitmediği, bitmek bilmediği günlerde şiddete karşı mücadeleyi konuşmalı aslında. Kadına yönelik şiddet artıyor, devam ediyor ve anlaşılan edecek. Rakamlar bunu söylüyor, ülkedeki egemen erkek zihniyet bunu söylüyor. Şiddetin bu kadar günlük dile bile sirayet edecek kadar olağan olduğu ülkede bu artış da çok olağan.

Siyasetçilerin küfürler ettiği, tehdit ve hakaretlerin havalarda uçuştuğu, seçimler için oyların bile böyle istendiği siyaset iklimi kadınlara şiddet olarak dönüyor. Üstelik eşitsizliğin her bir açıdan yeniden yeniden üretilmesi de zemini güçlendiriyor.

O yüzdendir ki ülkede yükselen baskı ve şiddet ortamının kadınlara yönelen şiddetle direkt ilgisi var. Ama bunlar bildiğimiz, dahası yaşadığımız şeyler. ‘Ne yapacağız’ sorusunu konuşmak gerekiyor belki de. Ne yapacağız gerçekten?

Yaşam hakkından söz ediyoruz, hayatımızı sürekli bir kısıtlama altında sürdürmek zorunda bırakılmaktan söz ediyoruz, açlık, yoksullukla boğuştuğumuz şiddetin çeşitli hallerinden söz ediyoruz. Sihirli bir formül yok elbet ne yapacağız konusunda. Mücadele etmek, sesimizi çıkartmak diyeceğim bilindik şeyler bunlar diyeceksiniz.

Ama bu bilindik şeyleri konuşmaktan başka yolumuz yok. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin tarihi çok çok eski değil bu ülkede. Lakin sonuç almış bir mücadeledir, meselenin ülkenin sorunu haline getirilmesi, kadınların farkındalıklarının ve dayanışmasının güçlendirilmesi konusunda çok mesafe alınmıştır. Diğer bir konu da devletin yapması gerekenlerdir -ki 6284 sayılı yasa başta olmak üzere çok sayıda kazanım elde edilmiştir.

EN BÜYÜK GÜCÜMÜZ ŞAHANE DAYANIŞMAMIZ

Şiddete karşı ses çıkarmak en büyük kazanımımız, buradan devam etmek durumundayız. Gizlemek, yok saymak şiddetin artmasına neden oluyor sadece. Burada kadın dayanışması ve yasal önlemlerin etkin olması en önemli nokta. Aslında şiddet konusunda hem birbirimize güç vereceğimiz hem de devletin sorumlulukları için mücadele edeceğimiz ikili bir tablo var önümüzde.

Ülkede de dünyada da aslında daha güçlüyüz, yaşadığımız şiddeti paylaşma konusunda daha cesaretli olduğumuz ortada. Ünlüler dünyasından, yaşamımızdaki herkese kadar bunu görebilmemiz mümkün. Bu aslında birbirimizden aldığımız güç ve kadın dayanışması diyoruz adına ve şahane bir şey hakikaten.

KULVARLARIMIZ FARKLI

Eşitsizlik, yaşadığımız bütün şiddetin temel nedeni. Eşit olmadığımız konusundaki ısrar her alanda şiddet olarak dönüyor. Bu satırları tamamlamaya çalıştığım sırada Erdoğan’ın açıklama düştü önüme. Yine “fıtrat” demiş, “eşit değilsiniz” demiş, “adalet veriyoruz bunun yerine” diye eklemiş. Devamındaki ifadesi ise yıllarca konuşacağımız bir şey olmuş, “100 metreyi de kadınlar ve erkekler birlikte koşsun” demiş.

100 metreyi neden birlikte koşalım ki, önümüzdeki taşları, her 10 metrede bir olan engelleri  kaldırmamakta ısrar ediyorsunuz, neden böyle bir şey yapalım! Kaldı ki bizim kulvarımız ayrı, yolumuz başka. Yaptığımız bir yarış değil, hayatlarımız söz konusu, kimseyle hele de erkeklerle yarışmıyoruz biz. Yaşamak istiyoruz sadece.

Bu fıtrat işi ayrı bir konusu, erkeklerle eşit olmaktan kastımızın bu olmadığını bildiği halde konuyu buraya çekmeye çalışıyor ve eğer bu bir yarış ise aslında ayağımıza çelme takmaya çalışıyor.

Eşitlik mücadelesi vermeye devam edeceğiz, şiddetsiz bir hayat için ayağımıza çelme takmaya çalışmayın demeye de. Hayat elbet bizi haklı çıkaracak, eninde sonunda kadın mücadelesi onurla ve gururla anılırken, diktatörler çok da iyi hatırlanmayacak.

ÖNCEKİ HABER

Şiddete, sömürüye, eşitsizliğe karşı kadınlar alanlarda

SONRAKİ HABER

Amazon işçilerinin ‘Direniş Cuması’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa