06 Eylül 2018 00:08

Etle birlikte dert ithal ediyoruz

Tüm Köy Sen Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı Sedat Başkavak, ithal et politikasını ve ithal hayvanlardan kaynaklı hastalıkları yazdı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Sedat BAŞKAVAK

Günlerdir Et ve Balık Kurumunun Brezilya’dan ithal ettiği besilik hayvanlarla gelen Şarbon hastalığını konuşuyoruz. Dün ithalatçı politikaların hayvancılığa olumsuz etkileri, ekonomik olarak bağımlılık, gıda bağımlılığı vb konuşuyorduk. Bugün ise ithal edilen hayvanlardan kaynaklı yaşanan hastalıklar nedeniyle gıda güvenliği-güvencesi, halk sağlığı ve pek çok bölgede hayvancılığın geleceğini tartışır duruma geldik. Binlerce ton et ithalatı, yüz binlerce hayvan ithalatı üzerinden karşı karşıya kaldığımız şarbon vakası nedeniyle arpa, buğday, mısır, et, hayvan, saman derken en sonunda hayvanla birlikte hastalık da ithal etmiş olduk.

Et ve Süt Kurumu verilerine göre 2017 yılı büyükbaş hayvan eti üretimimiz yüzde 7 azalarak 988 bin ton oldu. Nüfus artarken üretimi düşen bir ülke olarak ithalatı çare gören Hükümet bunu da, halka ucuz et yedirmek için yaptığını söylüyor. İthalat politikasını eleştirenlere de dönemin Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba gibi “Bunlar halkın ucuz et yemesini istemeyen mihraklardır” deniliyor. Besilik hayvanın yüzde 19’u, kasaplık hayvanın ise yüzde 50’ye yakını Brezilya’dan ithal ediliyor. Brezilya’yı cazip yapan ise uluslararası piyasadaki et fiyatlarının ucuzluğudur. Et ve Süt Kurumu verilerine göre uluslararası ticarette ABD, Avustralya ve AB’de ortalama karkas et fiyatları 4 avro/kg. Brezilya’da ise ortalama 2.34 avro/kg en fazla 2.5 avro. Böylece AKP ve besleme şirketleri nerede ucuz et buldularsa alıp geliyorlar. Hastalık ve benzeri kusurlar ise her ithalatta olduğu gibi gönderen ülkenin insafına kalıyor.

DELİ DANA, AFRİKA HASTALIĞI, MAVİ DİL...

2010 yılından bu yana 6.5 milyon baş hayvan ve yüz binlerce ton et ithalatı yapan ülkemiz her dönem farklı bir hastalıkla karşı karşıya kaldı. 2011 ve 2012 yıllarında Polanya’dan ithal edilen kırmızı ette deli dana hastalığı olduğunu Polonya hükümetinin ihraç edilen hayvan ve etlerde deli dana olması sebebiyle kendisinin açtığı soruşturma ile öğrendik. 2014’te Afrika hastalığı gündeme geldi.

2015’te Dünya Sağlık Örgütünün hayvanlarda görülen mavi dil hastalığının Fransa kaynaklı bir hastalık olduğu ve Fransa’daki yaygınlığı üzerine raporu kamuoyuna yansıdı. O dönemler Avrupa Birliği ülkelerinde, Fransa kaynaklı hayvan ve et sevkiyatı yasaklandı. “Milyarlarca lira ödediğimiz hayvanları Fransa’da mı bıraksaydık” diyen Türkiye’deki yetkililer ve kimi uyanıkların Fransa’dan ithal ettikleri hayvanları karadan taşıyamayınca denizden aşırarak getirdiklerini duyduk.  

2017’de 17 bin baş hayvan için anlaşma yapılan Romanya’dan gelen besilik hayvanlarda yüksek ateş ve solunum yetmezliği ile hayvanın ölümüne sebep olan sığır pasteurellozu hastalığına tanık olduk. Bir ayda 700 hayvanın öldüğü basına yansımıştı. Bulgaristan’dan koyun ithalatı yapıldığı günlerde ise Bulgaristan’dan da yaşanan “koyun vebasını” duyduk.  

Ankara Gölbaşı başta olmak üzere İstanbul ve 3 şehirde daha şarbon vakasının görülmesiyle ortaya çıkan tablo sonrası geriye dönük 8 yılın ithalatı ve görülen hayvan hastalıklarını da göz önüne alınca sadece et ve hayvan değil, hastalığı da ithal ettiğimizi söyleyebiliriz. O zamanda akla iki soru geliyor. Bu işin bir denetimi yok mudur? Ya da ithalata mecbur muyuz?

DENETLEYECEK MEKANİZMALAR YOK

Tarım Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı derken en son Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birleştirilerek adı Tarım ve Orman Bakanlığı oldu. Ne adı, ne kapsamı ne de liyakatlı personeli yerinde durmayan sürekli değişen, bakanlıkta her gelenin kendine göre yaptığı değişikliklerle geldiğimiz noktadır bugün yaşadıklarımız. 28 Nisan 2018 tarihli bir düzenleme ile ithal edilen hayvanların sağlık denetimlerinde ziraat mühendisi, orman mühendisi, kimya mühendislerine yetki verilmesini eleştiren veteriner hekimler, anatomi okumamış ve bilmeyen meslek gruplarının hayvan ithalatında denetleyici olmasını eleştiriyorlar. Belediyelerin çoğunda veteriner hekim bulunmadığını da belirterek yaşadığımız sorunların bir sebebini de veteriner hekimliğin etkin bir meslek haline getirilmemesi nedeniyle yaşandığını belirtiyorlar. Veteriner hekimler “Şarbon yeni duyduğumuz ve gördüğümüz bir hastalık değil, gerek besiciler gerekse de veteriner hekimler olarak müdahalede sorunumuz yok. Fakat bakanlıkların tek çatı altında birleştirilmesi sonucu taşra teşkilatlarında ziraat ve orman mühendisliği çıkışlı personelin ağırlığı karşısında veteriner hekimlerin azlığı ve etkin görevlendirilmemesi bu duruma yol açıyor” diyorlar.

OKUYAMADI DİREKT İMZALADI!

2011 yılında Polonya’dan ithal edilen hayvanlarda çıkan deli dana hastalığının neden fark edilmediği konusunda yapılan araştırmalarda ise; bakanlık personelinin Polonya dilinde Lehçe yazılan evrakları okuyamadıkları için direkt imzaladıkları ifade ve savunmalara yansımıştı. İthalatı onaylayacak personelin yurt dışındaki konaklama, ulaşım ve diğer harcamalarını ithalatı yapacak şirket ya da kurum karşılayınca görevlendirme de ona göre oluyor. Liyakat yerini yandaşlığa ve kıyak çekmeye bırakınca işi bilen değil daha çok harcırah alması istenenler görevlendiriliyor. Hem veteriner hekimlerin etkin olarak görevlendirilmesi hem de personelin de işin gereği (bilgi, birikim ve dil gibi) donanıma sahip olmalarının önemini, ineğin beraberine ithal ettiğimiz şarbon hastalığıyla birlikte bir kez daha anlamış olduk.

İTHALATA MECBUR DEĞİLİZ

İthalata mecbur değiliz çünkü bizim tarım ürünü ve hayvan ithal ettiğimiz ülkelerden daha çok tarım ürünü ve hayvan yetiştirecek olanaklara sahibiz. Eksiğimiz bizde tarım ve hayvancılık yük olarak görülüyor. Arjantin hayvancılıkta ihracat desteği verip, üretimi destekleyerek artırıyor. Biz ithalat desteği verip üretime balta vurarak azaltıyoruz. Brezilya hayvancılıkta başta yem olmak üzere girdi desteği verip geçtiğimiz yıl 1 milyon 650 bin ton büyükbaş hayvan satıyor. Biz ise kendi besicimize vermediğimiz desteği 3.1 milyar dolarlık et ve hayvan ithal ederek başka ülkelerin ekonomisi ve çiftçisine veriyoruz. İthal yem, ithal hayvan, ithal suni tohumlama ile yapılan üretimden de yerli ve milli tarım değil bağımlı tarım ve hayvancılık çıkar. Yemin ucuzlatılmadığı, mera ve yaylaların korunmadığı ve süt fiyatlarının desteklenmediği sürece ithalata mecbur kalacağımız açık.

HALK SAĞLIĞI TEHLİKEDE

Hastalık sadece et ve hayvanla değil ot ve samanla bile taşınabiliyor. Cumhuriyet tarihinde ithalatın en çok arttığı yılları ve günleri yaşıyoruz. Şarbon hastalığının form değiştirerek uzun süre yaşayabildiği ve fırsatını bulunca açığa çıktığı düşünüldüğünde sadece et ve hayvanda değil ithal edilen saman ve otla da gelebileceği ve yedirilen hayvanlarda yeniden kendini gösterebildiği belirtiliyor.

İthalat sonucu yaşanılan şarbon vakası bir kez daha gösterdi ki sorun sadece hayvan üretip üretmeme meselesi değil. Sorun kendine yetecek kadar yeterli, temiz gıda üretme meselesidir. Yani hem gıda güvenliği hem de gıda güvencesi meselesidir.

Gıda güvencesi insanların yeterli, sağlıklı, besleyici ve güvenilir gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak ulaşmaları demektir ki; başta artan et fiyatları olmak üzere gıda maddelerindeki fiyat artışı gıdaya ulaşımı zorlaştırmaktadır çünkü ithalatına bağımlı olduğumuz tüm gıda ürünlerinde fiyatı belirleyenler ürünü satan şirketlerdir. Üretimi ve tüketimi ithalata bağımlı bir ülke olarak yeteri kadar gıdaya sahip olmadığımız açık. Bu nedenle de gıda güvencemiz, ithalat karşısında daralan üretimle daha çok tehlikeye girmektedir.

Gıda güvenliği insanın sağlıklı, temiz gıdaya ulaşımı demektir ki; GDO’lu üretim, et ve hayvancılıkta dışa bağımlılığın getirdiği hastalıklar düşünüldüğünde sağlıklı temiz gıdaya ulaşmak daha zorlaşacaktır.

Yeteri kadar gıda üretemeyen ülkelerin başkasının ürettiği gıdaya mecbur kalması, tüketimde yaşanacak sıkıntılarda da ilaç tekellerinin dayatmalarına mecbur kalmasını beraberinde getirmektedir. Et ithal, ot ithal, yem ithal olunca halk sağlığı da tehlikeye giriyor. İnsan ve hayvan sağlığında kullanılan ilaç da ithal oluyor.

Çözüm için iki cümle söyleyebiliriz. İthalatın değil ülke köylüsü ve besicisinin, üretimin desteklenmesi gerekiyor. Başta hayvancılık olmak üzere tarımsal üretimde tohum, ilaç, gübre, yem ve mazot gibi girdilerde desteklerin artırılması gerekiyor.

ÖNCEKİ HABER

İhraç edilen dalgıçlar, can kurtarmaktan vazgeçmedi

SONRAKİ HABER

Japonya ilk kez radyasyona maruz kalan bir işçinin öldüğünü doğruladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa