15 Ağustos 2018 00:37

Gençlik ve yaz kampından geliyorum; anlatacaklarım var

Yazar Ayşegül Tözeren, katıldığı 16. Gençlik ve Yaz Kampı’na ilişkin izlenimlerini yazdı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Bir iki ay önce telefonum çalmış, bir gençlik kampına çağrılmıştım. Gençler, bir edebiyat eserinin nasıl okunabileceğini benimle tartışmak istiyorlardı, yani okuma biçimlerini. Sabahın erken saatlerinde Kuşadası’ndaki kampa gitmek üzere, İzmir’e indiğimde, yumuşacık bir hava beni karşıladı. İçimden İzmir’in havası hep iyi gelir, diye geçirdim. Yeşilin binbir tonunu geçip, Kuşadası otogarına vardığımda beni 16. Gençlik ve Yaz Kampı’na götürmek üzere iki genç karşıladı. Deniz ve Birkan… Arabada giderken kampı konuşmaya başlamıştık bile. Kaç kişi var kampta diye sordum ilkin. Birkan sözü alıp, 630 deyince günün ilk hayret çığlığını attım. Hocam, dedi, daha önce daha kalabalık oluyordu, Dikili’deki bir alanda kamp yapabiliyorduk, orası çok daha genişti, en az 1000 genç kampta yer alıyordu. Bu sırada, Deniz sesi ışıldayarak, bizim edebiyat atölyesi yerini almış, arkadaşlar toplanmış sizi bekliyorlar, dedi. Bu kez şaşırsam da, şaşırdığımı pek göstermedim. Gençler hani okumuyordu, edebiyata ilgi göstermiyordu, daha konuşmacı gelmeden, edebiyat atölyesinin tamamen toplanmış olması ne demek? Deniz, beni şaşırtmaya devam ediyordu. Ayşegül hocam, dedi, dün kamp ateşini bir soruyla yaktık. Neymiş o, dedim. Sanat ve edebiyat, neden birbirinden farklıdır, edebiyat sanata dahil değil midir… İçimden yok artık, diye fısıldadım, altı yüz genç bir yaz kampında oturup edebiyat ve sanat tartışıyor olabilir mi, yok artık!

‘MUHAKKAK OKUMANIZ GEREKEN DOKUZ KİTAP YOK’

Gençlik ve yaz kampına vardığımda, bir çiçek bahçesi beni karşıladı. Yaşar Kemal görse, binbir çiçekli bahçe işte, bu, derdi koskocaman yüreğiyle… Rengarenk çadırlar kurulmuştu, gençler imrenilesi bir rahatlık ve doğallık içindeydi. Hummalı bir öğle yemeği hazırlığının arasından geçip, edebiyat atölyesine vardım. Belli ki, yemek hazırlığının da sorumluluğunu nöbetleşe olarak gençler alıyordu. Sebzeler el birliğiyle yemek için hazırlanıyor, masalar taşınıyordu. Edebiyat atölyesine geldiğimde, sinema filmi çekmeye uygun bir mekânda konuşma yapacağımı fark ettim. Kumsaldan bir iki adım öteye yerleştirmişlerdi, oturacağım masayı. Dalga sesleri ardımdaydı, kumsal ardımdaydı, ben sırtımı denize doğru vermiştim, gençler denize ve bana doğru bakıyordu… Konuşmama başlarken, isteyen beni dinlemek yerine denizin keyfini sürebilir, benden daha cezbedici bir görüntüsü var, dedim. İçimden bir dize geçti: “sen mavi giyin ben denizi unuturum” Sonra bir soru, şiir Selçuk Yamen’in miydi? Şimdi gençlere, ben denizi anlatırım siz maviyi unutun diyebilir miydim? Belki… Neyse ki kimsenin atölyeyi bırakmak gibi bir düşüncesi yoktu. Öncelikle edebiyat eleştirisinin Türkçe’deki tarihiyle birlikte konuşmaya başladım. Sonra, ben dâhil kimsenin okuma önerilerine inanmayın dedim, muhakkak okumanız gereken dokuz kitap yok, kendi tesadüfünüze inanın diye devam ettim. Hele yazma önerilerine hiç inanmayın, bir yazar size yazma önerisi veriyorsa, ona şüpheyle bakın. Edebiyatta niteliğin özü, özgünlüktür. Daha sonra okuma biçimlerini, bir edebiyat eserinin mekân, anlatıcı, karakterler gibi ana bileşenlerini konuştuk. Çok uzun tutmamaya çalıştığım konuşmanın ardından, katılımcı gençlerden çok sayıda soru beni karşılıyordu: “Edebiyatta estetik ölçütler somut mu?”, “Neden birbirinin benzeri kitaplar ardı ardına basılıyor, birisi çok satınca?”, “Ahlaki norma bir kitabı okurken bakmak gerekir mi?”, “Kitaplar dil oyununa dönüştüğünde, hikâye kalmıyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?”

Soruları olabildiğince yanıtlamaya çalışırken, daha önceki yazılarımdan da alıntılar yapıyordum. Ancak böyle yaptığımda en az üç genç bir ağızdan, onu yazmıştınız, diyordu. Belli ki okunmadığını sandığımız yazılarımız bile okunuyordu, gençlerin gözleri üzerimizdeydi! Rüyamda görsem, rüya olduğunun hızlıca farkına varıp, bir an önce uyanacağım bir tablo karşısındaydım. Gençler okuyor, edebiyat ve sanatı tartışıyor, soru soruyordu. Elbette ki, kampta sadece edebiyat atölyesi yoktu. Kamp alanında görebildiğim kadarıyla, heykel, tiyatro, politika, kadın çalışmaları atölyeleri de konuk konuşmacı ya da sanatçılarla sürüyordu. Dahası saat beşten sonra, Latin dansları ve halay atölyesi de düzenleniyordu. Gençler bir de üstüne üstlük dans ediyorlardı!

‘İKİ KADIN BİRBİRİMİZİN KAHRAMANI OLUVERMİŞTİK’

Her birinin kolunda kamp katılımcısı olduklarına dair bir bilezik taşıyor, boyunlarında da isim soyisimlerini, geldikleri kenti yazan bir kart asılıydı. Bazıları geldikleri kentin yanı sıra, instagram adreslerini de yazmışlardı. Zaten Z kuşağı olmak bunu gerektirirdi. Atölye bitmiş, yüzümde saçma bir gülümseme, Berfin ve Mehmet’le birlikte deniz kıyısına doğru yürüyorduk. İkisi de Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisiydi ve her birinin gelecek kaygısı vardı. İçimden ne kadar parlak gençler olduklarını düşündüm ve kaygı duymalarından dolayı kendi payıma da sorumluluk çıkararak, iç çektim. Bu sırada sevimli bir hikâye anlatıldı, sevgili Helin, lisede başarılı bir sayısal öğrencisiyken, edebiyata ilgi duyuyor ve bir soru işareti zihninde büyüyor. Hekim ya da mühendis olup, aynı zamanda da edebiyatla ilgilenebilir mi insan? Bu sırada hem yazılarımı okuyor, hem de benim hikâyemi öğreniyor. Evet, ben bir hekimim. Ardından sayısal bölümde kalma ve üniversitede bu yönde tercih yapma isteği pekişiyor. Bazen gökyüzü, mavilik, bir şarkıda söylendiği gibi, insanın ciğerine dolar, bu kez, benim kalbime dolmuştu, kalbim genişlemiş, ferahlamıştı. İki kadın birbirimizin kahramanı oluvermiştik.

Tabii ki, kampta gördüğüm tanıştığım, tartışmalarını, konuşmalarını uzaktan izlediğim gençler de kahramanlarımdı. Oradan ayrıldıktan sonra havalimanında sosyal medya hesabıma yazıyordum: “Facebook’tan, Instagram’dan değil, bir gençlik ve yaz kampından geliyorum. Yüzlerce genç edebiyat, sanat, politika üzerine düşünüyor, tartışıyor. Bir de üstüne üstlük Latin dansları ve halay atölyesi yapıp, dans ediyor...” Umutsuzluk nedir, onların yanında!

ÖNCEKİ HABER

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'den Suudi Arabistan'a 'sürpriz' ziyaret

SONRAKİ HABER

Aygün Alüminyum’da yetki itirazına karşı mesaiye kalmama eylemi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...