25 Aralık 2017 00:53

Yüksel Genç: Kürtlerin yüzde 20’si çözümü imkansız görüyor

Kürt sorununun parlamentoda ve mevcut iktidarın aklıyla çözümünün imkansız olduğunu düşünenlerin sayısı ciddi anlamda büyüyor.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Meclis İç Tüzüğü’nde, eylül ayında yapılan değişiklikler kapsamında Kürtçe ve Kürt halkına dair ifadeler de yasaklanmıştı. Meclisteki iktidar-muhalefet ilişkilerini iktidar lehine yeniden kuran; muhalefetin, özel olarak da Kürt muhalefetinin söz hakkının kısılması olarak değerlendirilen yeni iç tüzüğün hayata geçirilmesinin en ses getirici uygulaması, geçtiğimiz hafta yaşandı.

Bütçe görüşmeleri kapsamında Mecliste yaptığı konuşmada, “Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak benim isteğim bu çatının Türk’ün ve Kürt’ün ortak çatısı olmasıdır” diyen HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir’e Kürdistan ifadesini kullandığı için Meclis Genel Kurulu’na iki oturum katılmama ve 12 bin lira para cezası verildi.

Peki, dün yine Meclis kürsüsünden “Kürtler ve Kürdistan var” diyen, bunun için Meclis tutanaklarını referans gösteren Erdoğan ve AKP siyasetinin bugün Kürdistan ifadesini yasaklamasını Kürtler nasıl değerlendiriyor? Tartışmalar bölgede nasıl yankı buluyor? Gelişmeler, Kürt sorununun çözümü konusundaki beklentiye nasıl yansıyor? Erken seçimin giderek daha fazla dillendirildiği şu günlerde Kürt halkının parti tercihinde değişimler söz konusu mu? Dövizdeki artış, yüksek enflasyon ve artan işsizlin bölgedeki yansıması nasıl?

Diyarbakır merkezli SAMER’in (Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) Yönetim Kurulu Üyesi Yüksel Genç yanıtladı.

Osman Baydemir’e Kürdistan ifadesini kullandığı için verilen cezayı nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım. Kürtlük, Kürtçe ve Kürdistan’a ilişkin ifadelerin yeniden yasaklanmasının bugün nasıl bir anlamı var?

Kürt sorununda bugün gelinmiş olan noktayı kimileri 30-40 yıl öncesinin, kimileri de Cumhuriyetin ilk kurulduğu dönemdeki inkar politikalarının güncellenmesi biçiminde değerlendiriyor. Her iki bağlamda da Türkiye’nin Kürt sorununda bulunduğu yer 21. yüzyılda bulunması gereken yer değil. Kürdistan ifadesine getirilen yasak 1915, 1921, 1925 ya da 1938 dönemine kadar yaşanan Türk devletini kurumsallaştırma sürecinde Türk olmayan unsurlara yaklaşımla çok benzerlikler taşıyor. Sorunu bu kadar tarihsel bir geriliğe itmiş bir politik zihniyetin, Kürdistan tanımını reddetmesi çok şaşırılacak bir şey değil. Dolayısıyla Kürdistan kelimesine Mecliste getirilen yasağı, inkar siyasetinin yeniden güncellenmesi, bunu 21. yüzyılın bazı kodlarına uyarlama çabası içinde görmek mümkün.

İnkar siyasetinin Türkiye toplumunda bugün bulduğu karşılık aynı mı peki?

Türk toplumunu egemen sayarsak eğer, ne Türk toplumu yüz yıl önceki pozisyonunda ve kendi iç farklılıklarına oradan bakıyor, ne de Kürtler aynı durumda. Türkiye toplumu 2003 sonrasında Federe Kürdistan Bölgesi’nin kurulmasıyla beraber Kürdistan’ın resmi olarak kavramsallaştırılmasına, bir yönetim ve idare biçiminin varlığına da şahitlik etti. Dolayısıyla böyle bir şahitlik ve tanıklık içinde Kürdistan kavramının reddinin 20-30 yıl önceki gibi bölücülük korkusuyla ele almada farklılıklar var Türkiye toplumu açısından. “Türkiye toplumunda Kürt ve Kürdistan tartışmasını kabullenecek geniş bir kitle oluştu, daha demokratik bir yerden bakıyor” demek istemiyorum. Tanıklıklarının sağladığı bugünkü toplumsal politizasyonda mesele 30-40 yıl önceki gibi değerlendirilemez demek istiyorum. Öte yandan zaten Türkiye toplumunun batı kesiminden ziyade Kürtler açısından değişim çok büyük. Bunun da dönüştürücü gücü çok farklı. Çünkü Kürtlük ve Kürdistanilikle ilgili kimlik kendini ciddi anlamda inşa etmiş durumda. İnsanların gündelik hayatlarına Kürt ve Kürdistaniliğe dair unsurları katma çabasındaki artış, sahiplenme hali, bunu ulusal bir ruh hali ve toplumsal bir kimlik olarak kurumsallaştırma çabaları zaten çok ciddi bir değişime tekabül ediyor.

Kürdistan yasağının değerlendirildiği pek çok haber ve yazıda Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki, hatta Osmanlı dönemindeki Kürdistan kullanımına dair örnekler sunuldu ama daha çarpıcı olanı Erdoğan’ın 2013 ve sonrasında yaptığı konuşmalarda Kürdistan kullanımını anımsatmak oldu. Üç yıl öncesinin tam tersi pozisyon almak, hatta sözcüğü yasaklamaktan nasıl bir ‘fayda’ umuluyor olabilir?

Kuşkusuz önceki iktidarların da vaatlerinin ya da söylemlerinin tersini yaptıkları oldu ama bu kadar açık, bu kadar rahat dönüş yapabilen bir iktidarla Türkiye daha önce karşılaşmamıştı. Sadece Kürt meselesinde değil, Ortadoğu ve dünya siyasetine dair söylemlerde de bunu görüyoruz. Türkiye toplumu bu düzeyde yeni deneyimliyor, ama görünen o ki ne yazık ki çok hızlı adapte oluyor.

Bir gün söylediğinin ertesi gün tersini, sonra tekrar tersini yapan iktidar, toplumun algı düzeyini alt üst ederek bir tür güvensizleştirme, tepkisizleştirme, yüzeyselleştirme halini, bir tür depolitizasyonu hedeflenmiş olabilir. Ancak bugün söylediğinin yarın tersini söyleyebilen bir iktidarın gerçekçi ve gelecek kurabilen siyasetler üretmesi çok zor. Öyle olunca da mevcut söylemler, tribünlere oynayan, gündelik mesajlar vermek üzerinden kendini kurgulayan yaklaşımlarmış gibi görünüyor. Türkiye’nin geçmişinde zaten inkarla ilgili bir tarihsel travma var, egemen siyasetin ve devlet iktidarının kurulma biçiminde Kürt ve Kürdistanilik zaten ötekileştirilmiş, reddedilmiş ve bölücülükle eşdeğer kılınmış bir şey. Köklü olan bu geçmiş algının bugün yer yer güncellenmesi; bazı gündemleri örtme, toplumun bazı duygularına hitap etme, toplumu yönlendirebilme ya da toplumu etkisizleştirme gibi gündelik kullanımlara yol açabiliyor.

Baydemir’in ceza almasının Diyarbakır’daki yankısı nasıl oldu?

Baydemir’in parlamentoda “Kürdistan neresidir?” sorusuna kalbini göstererek “Burada” yanıtı vermesinin, bölgede uzun süredir görmediğim bir heyecana yol açtığını söylemeliyim. Biliyorsunuz, SAMER olarak son iki yıldır sahada yaptığımız siyasi araştırmalarda parlamenter siyasete ve iktidarın mevcut siyasal yönetim biçimine dönük toplumda ciddi bir umutsuzluk, beklentisizlik halini tespit etmiştik. Parlamentoda yaşanan bir tartışma uzun süre sonra ilk defa bölgede heyecan yarattı. Biraz da gurur duyularak yoğun biçimde sohbetlerin, hatta esprilerin konusu oldu.

İnsanlar o konuşmada uzun süredir kendilerine uzak hissettikleri parlamentoda kendilerine ait bir şey buldular. Bu kadar beklentisiz kılınmış bir siyasal alanda halkı heyecanlandıran şeyin bu olmuş olmasını hem Kürt siyasetinin, hem de Türkiye’yi yöneten siyasetin ve aslında sivil toplumun da düşünmesi gerekecek. Zira, yaptığımız bir çok çalışmada Türkiye’de Kürt sorununun parlamentoda ve mevcut iktidarın aklıyla çözümünün imkansız olduğunu düşünenlerin sayısı ciddi anlamda büyüyor. Bu, parlamentoda, mevcut siyasette kendini bulamamak, beklentisizlik, dolayısıyla kopuş anlamına geliyor. Bu, ülkeyi yönetenler açısından da ciddi bir sıkıntı. Tablo böyleyken Kürdistan tartışmasının yaratmış olduğu heyecan, belki bir çıkış olarak değerlendirilebilir. Şunun da altını çizmeliyim, bu sadece HDP’ye oy veren Kürtlerde değil, oy vermeyen Kürtlerde de heyecan yarattı. Siyaseten ister muhafazakar, ister sosyalist, ister farklı liberal akımlara yakın olun, Kürdistanilikle ilgili şeylerin her zaman ortaklaştırıcı bir karşılığı olabilmekte çünkü.

Yüksel Genç
Yüksel Genç: Barış umudu olanağı kazanmak için Kürdistan söyleminin kendisiyle barışmaya dair adımların gelmesi gerekirdi.

BİRLİKTE OLMA UMUDU AZALIRSA, BAĞIMSIZ OLMA İSTEĞİ ARTAR

Daha iyi anlaşılabilmesi için somutlar mısınız, Kürdistan ifadesinin Kürt halkı nazarında nasıl bir çağrışımı var? Meclisteki tartışmalarda Kürdistan neresi sorusuna bir coğrafya tanımı yapılması istendi zira.

Kürtler Kürdistan’ı ve Kürdistaniliği kodlandığı biçimde salt coğrafi bir alan veya yaşadıkları coğrafik alanla isimlendirmiyorlar. Aynı zamanda ruhsal ve duygusal bir kimlik haline gelmiş durumda. Kolektif kimliklerinin en önemli parçası olarak görüyorlar. Kürt kimliğine dönük reddiyeyi de içeren son dönemdeki bütün sert yönelimlere verilmiş bir yanıt ve ışık olarak görüyorlar.

Ama bu ışık, duyulan heyecan, çözüm, barış konusundaki umutları canlandırmaya yetmiyor...

Bu heyecan barış umudunu canlandırmış değil ama insanların ne hissettiklerine, neyi duymaya ihtiyaçları olduğuna, yapılan tartışmanın ve verilen yanıtın toplumda neyi canlandırdığına dair önemli bir veri. Zaten bir barış umudu olanağı kazanmak için öncelikle Kürdistan söylemine karşı çıkmak ve cezalandırmak değil, aksine bu söylemin kendisiyle barışmaya dair adımların gelmesi gerekirdi. Son bir ay içinde yaptığımız saha araştırmalarında daha önce bir kategori olarak ortaya çıkmayan iki sonuç görüldü ki, bu Kürt sorununun çözümüyle ilgili dönüşen safhaları yeniden düşünmek gerektiğini gösteriyor.

Son yıllarda yaptığımız araştırmaların hepsinde yer yer Kürt sorununun çözümüne inanmayan bir kesim çıkardı ama bunun oranı binde 4-5 olurdu. Bugün yüzde 20’lerde bir grup Kürt sorununun çözüleceğine inanmadığını söylüyor.

Bu önemli çünkü çözümün yakın gelecekte sağlanamayacağını düşünmekle, çözümün olmayacağını düşünmek ve buna inanmak farklı.

Evet. Bir diğer önemli oran da bağımsızlık taleplerine ilişkin. Daha önce yine küçük oranlarda çıkan sorunun bağımsızlıkla çözüleceğine olan inanç, birkaç kat artmış biçimde bugün. Daha önceki çalışmalarda bağımsızlık çözümünü dile getirenlerin sayısı oldukça küçük oranlara tekabül ederken, bu çalışmada oranı yüzde 12,7 olarak tespit ettik.

Araştırmayı ne zaman yaptınız? Irak Kürdistanı’ndaki bağımsızlık referandumu kararının, ‘sorunun bağımsızlıkla çözüleceği’ düşüncesine etkisi konusunda nasıl bir gözleminiz var?

Araştırmayı kasım ayında, Kerkük’e Irak Ordusu ve Haşdi Şabi’nin girmesinden hemen sonra yaptık. İktidarın Irak referandumuna karşı kullandığı sert ve ötekileştirici dil de kuşkusuz büyük bir kırılma yarattı. Bu dilden sonra insanlar Kürt sorununun mevcut siyasal yapılarla, egemen iktidar aklıyla çözülmesini daha da imkansız bulmaya başladı.

Referandumdan çıkan bağımsızlık kararına sahip çıkılamaması, kazanımlarda geriye düşüş, iç sıkıntıların daha da büyümesi gibi gelişmelerin üç parçada olduğu gibi Türkiyeli Kürtlerde de moralsizliğe yol açtığı, bunun bağımsızlık hayallerine de yansıdığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştı. Ancak Kürt sorununun bağımsızlıkla çözülebileceğini düşünenlerin oranındaki artış, bu analizlerin tersi bir şey söylemiş oluyor...

Aslında çok tersi bir şey söylemiyor. İnsanlar bir duyguyu söylüyor. Ama realiteyi de unutmuyorlar. Aslında mevcut siyasetin eşit, özgür koşullarda birlik kurabileceğine dair inancın ne denli kırıldığına işaret etmiş oluyorlar. Birlikte olma umudu azalırsa bağımsız olma isteği artar. Öte yandan Federe Kürdistan Bölgesini 2003 sınırlarına taşıyan referandum sonrası süreç de bölgede büyük bir kırılma yarattı. Bu ulusal bir kırılma olarak görülüyor. Örneğin kasım ayında yaptığımız çalışmada, bir yandan ezici çoğunluk “Ulusal birlik ihtiyaç” derken, yine benzer bir oran Kürtlerin ulusal birlik kurabileceğine dönük inançlarının azaldığını beyan ediyor. Bunun nedeni olarak da öncelikli olarak Kürtlerin kendilerinden kaynaklı sorunlara işaret ediyorlar.

AKP’DEKİ YÜZDE 4-5’LİK GERİLEME DIŞINDA OY VERME TERCİHLERİ STABİL

İyi Parti lideri Meral Akşener’in aralık ayı başında Diyarbakır, Şırnak ve Cizre ziyareti  ve oradan yapılan açıklamaların etkisiyle ilgili gözlemleriniz ne? ‘Kürtler İyi Parti’ye oy verecek’ propagandasının bir karşılığı var mı?

Seçmen eğilimlerini dönemsel olarak sıklıkla takip ettiğimiz için bu konu da araştırma gündemlerimizden biri oldu. Kamuoyuna sunulduğu gibi “Kürtler İyi Parti’ye oy verecek” gibi bir çıkarımda bulunmak zor. Bölgenin güçlü bir hafızası var, 90’ları unutmuş değil. Bölge halkının oyunu alabilmek için Meral Akşener’in o döneme dair bir yüzleşme, helalleşme, özeleştiri, hiç değilse özür sorunu var. Zira 90’lardaki faili meçhuller döneminin önemli sorumlu bakanlarından biriydi Akşener. Bu belleğin yanında Kürt sorununun çözümüne dönük bölge beklentilerini karşılayacak bir proje sunsaydı yine bir ihtimal “Acaba” derdi belki insanlar. Dolayısıyla İyi Parti, AKP’ye alternatif olarak görülmüyor henüz. Ancak şu var; bölgede başkanlık sistemi otoriter, güvenlikçi politikalara dayanan bir sistem olarak görüldüğünden, şu anki Cumhurbaşkanının yeniden seçilmesi, aynı siyasal dilin ve yönelimin sürmesi ve kurumsallaşması olarak okunuyor. Ve bunun bir felaket olacağı düşünülüyor. Dolayısıyla İyi Parti’nin alacağı birkaç puanın belki o yüzde 51’i engellemeye yarama ihtimali olabileceğini düşünüyorlar. İyi Parti’ye böyle bir rol biçilmiş gibi görünüyor.

Ancak şu an yaptığımız çalışmalarda İyi Parti’nin almış olduğu oy oranı yüzde 2’ye bile tekabül etmiyor. Kısmen MHP ve AKP’den gidenler var bu yüzde 2’nin içinde ama HDP’den kayma görmek güç. MHP’nin de Kürt ağırlıklı bölgede benzer oranlarda oy alacağı görülüyor.

Aslında bölgedeki siyasal oydaşlık hali 1 Kasım sonuçlarıyla kıyaslandığında ciddi değişkenlikler de göstermiyor. En büyük değişiklik (o da büyük bir değişiklik değil) AKP’de söz konusu. Yüzde 4-5 bantlarında bir gerileme AKP’de görülüyor. Onun dışında oydaşlık hali stabil görünüyor.

Yaşanan onca şeye rağmen stabil olmasını nasıl açıklıyorsunuz?

Çünkü insanların siyasal eğilimlerini değiştirmesini sağlayabilecek bir alternatif henüz kurulabilmiş değil. Ayrıca genel siyasetten bir beklentileri olmadığı için siyasal partiler arasında hareketlilik içine girmiyor. Öte yandan biz asıl verilere seçim tarihine yakın zamanlarda ulaşacağız. Çünkü insanlar seçimi gündemlerine almış değil. Ancak burada HDP’ye ayrı bir parantez açarak şunu söylemek gerekir; HDP’ye yönelik siyasal ve hukuki saldırıları, kendisinin siyasal kimliğine dönük bir saldırı olarak gördüğü için konumlandığı yerden ayrılmıyor. Bölgede HDP oylarında bir değişkenlik görülmemesinin en temel nedenlerinden biri bu.

Yüksel Genç
Yüksel Genç: Taleplerini savunan, kimliklerine hitap eden, gelecek tahayyüllerini tarifleyen tek partinin HDP olması HDP’de kalmaya devamda en önemli neden.

HDP’DEN ASIL BEKLENTİ ÇÖZÜM MECRASI OLABİLME İNANCINI YENİDEN GÜÇLENDİRMESİ

Siyasetten beklentinin kalmamasına HDP’de dahil mi?

Birkaç yıl önce HDP ve HDP’nin geldiği geleneğin, siyasetin çözüm mecrası olarak ele alınması ve ona büyük anlamlar atfedilmesi söz konusuydu. Şimdi o büyük anlamlar yükleme konusunda biraz daha kaygılı, biraz daha cimri bir seçmen kitlesi var. Taleplerini savunan, kimliklerine hitap eden, gelecek tahayyüllerini tarifleyen tek partinin HDP olması HDP’de kalmaya devamda en önemli neden. Bölgedeki HDP seçmeni oy verdiği partiye ideolojik, politik ve konjonktürel manalar ve beklentiler yükleyen bir seçmen. Yürütülen siyasete beklenti yükleyemediği zaman, oy yönelimlerini farklılaştırabilir de! Örneğin bu seçmenin bir bölümü sandığa gitmeyebilir. Böyle bir şey yok şu an ama çözüm mecrası yaratmayacak hiçbir siyasete dahil de olmak istemeyebilirler. HDP’den asıl beklenen, bir çözüm mecrası olabilme inancını yeniden güçlendirebilmesidir. HDP bunu yapabilir ise, büyük dalgalanmalara vesile olur. Osman Baydemir’in Kürdistan tartışmasına benzer birkaç gündem, HDP’deki Kürt oylarını daha emin, HDP’ye gelmemiş Kürt oylarını da daha hızlı HDP’ye yönlendirebilecektir.

İNSANLAR ARTIK RAPOR DUYMAK İSTEMİYOR

Bölgeye ilgisini arttıran bir diğer sağ muhafazakar parti de Saadet Partisi. SP’nin Kürt sorununu ümmetçi bir yaklaşımla ele aldığı biliniyor. İktidar partisinden çok da farklı olmayan bu yaklaşım muhafazakar Kürtlerden destek bulabilir mi?

SP çok uzun süredir bölgede heyecan ve ilgi uyandıran bir parti konumunda değil. Hatırlanacağı gibi, son seçim dönemlerinde yer yer AKP ile ittifak görüşmeleri olan SP, seçmenini dönem dönem bağımsız bırakmış olsa bile AKP’ye yakın bir siyaset içinde kaldı. Sunmayı ilan ettiği Kürt raporu meselesi henüz bölgede tartışılmıyor. Açıkçası bugün değil SP, CHP’nin de açıklayacağı bir rapor heyecan yaratmaz çünkü insanlar artık rapor duymak istemiyor, beklentilerine uygun somut projeler, pratikler ve güvenceler görmek istiyor.

CHP BEKLENTİLERİ KARŞILAYACAK MI? YANITI YİNE CHP VERECEK

CHP’de de son dönemde Kürt illerine ziyaretler, açıklamalar yoğunluk kazandı. Zaman zaman HDP ile ittifak yapma yönünde beklentiler de dillendiriliyor ancak bundan kaçınıldığı görünüyor. Diğer yandan CHP, Baydemir’e ceza verilmesini engellemek için HDP ile birlikte oylamaya katılmadı ancak Grup Başkanvekili Özgür Özel, Kürdistan ifadesi için, “Erdoğan’ın söylediği bağlamda da, Baydemir’in kullandığı anlamda da bu ifadeye karşıyız” dedi. Son dönemde yolsuzluk, vergi kaçırılması iddialarıyla gündem oluşturan CHP algısında bir değişim söz konusu mu?

Türkiye’deki otoriterleşmeye dair adımların hızlandığı bu zorlu zamanlar içinde bölge halkı arasında “CHP Kürtlerle sağlıklı, ilkeli bir ittifak içinde olabilir mi”, “böyle bir CHP mümkün olabilir mi?”, “Böyle bir CHP mümkün olabilirse, Türkiye’nin demokratikleşmesi yolu açılabilir” deyip bir şans tanımak isteyenler oldu açıkçası.

Bu hâlâ devam ediyor mu?

Bu konuda Kılıçdaroğlu’nun yer yer tutarlı olmayan demeçleri, sunmuş olduğu muhalefet tarzı bir zayıflama yarattı. Bölgede şu konu çok yerleşik bir algı artık ve CHP’nin bunu kırması gerekiyor; Türkiye’nin egemen siyasetlerini kuranlar, Kürtlerin kolektif haklarını Türkiye’nin bekasına yönelik bir tehdit olarak görerek siyaset kurdu, bu bir devlet aklı oldu. CHP sıklıkla bu aklı hatırlatan şeyler yapıyor. Dolayısıyla insanlar umut etmek isterken, bu aklı güncelleyen herhangi bir söylem bu umudu geri çekebiliyor. Ama şöyle bir beklenti hâlâ var, Türkiye’de daha kötüye gidişi engellemenin yolu bir demokrasi bloğu yaratmak. Bunun içinde CHP de yer almalı ama nasıl? Buna yanıt verecek olan da CHP. CHP’nin siyasetini yürütenler.

YÜZDE 55’İN HANE GELİRİ AÇLIK SINIRINDA

Yeniden başlayan çatışmalar, dile dökülmesi zor insani, sosyal, kültürel yıkımla birlikte ekonomik çöküntü de yarattı. Diğer yandan, aynı dönemde üst üste ekonomik paketler, bölgeye dönük teşvikler, cazibe merkezleri programları açıklandı. Teşviklerin, dillendirilen trilyonlarca yatırımların gündelik hayatta karşılığı var mı?

Teşvik politikaları Kürt sorununda çözüm formülü olarak ne bir beklenti yaratıyor, ne de böyle bir sonucu oldu şimdiye kadar. Çünkü Kürt sorunu bir ekonomik sorun değil. Bölgede teşvik paketlerine şöyle bakılıyor; bir teşvik paketi çıkacaksa ilgili siyaset kendisine yakın bazı kesimleri ekonomik olarak güçlendirmeye, palazlandırmaya demek ki ihtiyaç duyuyor! Teşvik paketleri bölgenin ekonomik standartlarında da bir iyileşmeye yol açmıyor.

İktisadi tabloda nasıl bir geriye düşüş söz konusu?

Biliyorsunuz buralar Türkiye’nin diğer bölgelerine oranla daha fazla yoksulluk ve açlık sınırında nüfusa sahip ve son yıllarda yoksullaşma düzeyi kat kat arttı. Uzun yıllardır olmadığı kadar büyük bir işsizlik ve yoksullaşmayla karşı karşıya. Son yıllarda yaptığımız çalışmalarda açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanların oranında büyük artışlar tespit ediyoruz.

Araştırmamıza katılan katılımcıların yüzde 54,1’i hanelerine giren geliri 1.500 TL’nin altında beyan etti. Ki, bu oranı genele vurduğunuzda çok daha yüksek. 3.500 ile 5 bin arası alanların oranı  ise yüzde 6.5. Ortaya çıkan bu sonuçlar, yoksullaşmanın vardığı boyutu gözler önüne sermiş oluyor. İnsanlar doğal olarak soruyor; neyin teşviki bu?

ÖNCEKİ HABER

ABD’nin Kudüs, Suud’un Yemen hezimeti

SONRAKİ HABER

Guatemala büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıkladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...