13 Ağustos 2017 00:46

ABD, Venezuela’yı geri istiyor

Washington ‘kendi’ ülkesini geri istiyor; bu nedenle de muhalefete hem açık hem de gizli destek sağlıyor.

Paylaş

John WIGHT
CounterPunch

Venezuela’da yaşananlar bir karşı-devrim girişimidir. Washington ‘kendi’ ülkesini geri istiyor; bu nedenle de ülkeyi, ABD’nin sahiplik ettiği bağımlı bir kurum statüsüne geri döndürmeye kararlı olan muhalefete hem açık hem de gizli destek sağlıyor.

Bu süreçte vurgulanması gereken şey ise: Venezuela’da Kurucu Meclisin kurulması konusunda Başkan Nicolas Maduro’nun ülkenin Anayasası’na tamamen uyumlu davrandığı. Şöyle ki; madde 348: Ulusal Kurucu Meclisi toplama inisiyatifi, Bakanlar Kurulu ile birlikte Cumhurbaşkanı tarafından; Millet Meclisi üyelerinin üçte ikisinin oyları, Belediye Meclisleri üyelerinin üçte ikisinin açık oylama sonucu ortaya konulan oyları ve Sivil Seçim Kayıt Kuruluşuna kayıtlı seçmenlerin yüzde 15’inin oyu ile oluşturulabilir.

KURUCU MECLİS ANAYASADA VAR

Muhalefetin, Kurucu Meclisin toplanmasını önlemek için sokağa dökülmesi, karışıklık yaratması ve delege seçimlerini engellemek amacıyla ülke çapında boykot çağrıları yapması ise Anayasa’da kanuna aykırı olarak tanımlanıyor; madde 349: Cumhurbaşkanı, yeni Anayasa’ya itiraz etme yetkisine sahip değildir. Mevcut yasal otoritelerin, Kurucu Meclise herhangi bir şekilde engel olmalarına izin verilmez.

Elbette, insanların anayasayı yiyemeyeceklerini söylemeye gerek yok. Gıda ve ilaç sıkıntısının yanı sıra  azmış enflasyonla Venezuela toplumunu altüst eden bir  kriz karşısında  yalnızca çok aptal olanlar Başkan Maduro ve hükümetinin yanıtlayacak soruları olmadığını düşünebilir.  Ancak bu sorular Batıdaki hükümet karşıtı medya bombardımanı arasında sorulan sorular ile aynı değil. (...)

CNN’nin 30 Temmuz’da yapılan, seçim kurulunun kurulmasını zorunlu kılan seçime yaklaşımına göz atalım. ‘Venezuela’daki ve dışarıdaki yorumcular, Maduro’nun yetki almasının ülkedeki son demokrasi kırıntılarını da tükettiğini savunuyor. Bir patron kuruluşu olan Amerikan Konseyi Başkan Yardımcısı Eric Farnsworth ise “Bu (seçim), hükümete Venezuela’yı demokrasi zihniyeti olmadan tek partili bir devlet haline getirme fırsatı verecektir” diyor. 

Bu pasajda iki şey göze çarpıyor. Birincisi, Kurucu Meclisin antidemokratik olduğunun iddia edilmesi, ki Anayasa’nın ilgili maddelerine bakarsak, bu tamamen yanlıştır. İkincisi ise görüşlerine başvurulan Farnsworth un bir ticaret birliğinde, Amerika Konseyinde Başkan Yardımcısı pozisyonunda olması.

Amerika Konseyi, Washington, New York ve Miami’de ofisleri bulunan ABD merkezli bir kuruluştur. Görev beyanında kendisini ‘Üyeleri ekonomik ve sosyal kalkınma, açık pazarlar, hukukun üstünlüğü ve demokrasi konusunda ortak bir taahhütte bulunan kıdemli bir uluslar arasıticari organizasyon’ olarak tanımlıyor.

Bu pasajı okurken, serbest piyasa kapitalizmi için açık bir destek ve yoksulları demokrasi adıyla sömürmek için zenginlere bahşedilen hakların savunusunu bulacaksınız. Yazar George Ciccariello-Maher’in belirttiği gibi, “Muhalefetin antidemokratik arzuları demokrasi dilinde dökülüyor”.   

WASHINGTON 2002’Yİ DE DESTEKLEMİŞTİ

Ayrıca, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Venezuela muhalefet liderleriyle doğrudan temas halinde olduğunu öğrendiğimizde ortak hafızamızın bizi 1953’te İran’a, 1954’te Guatemala’ya, 1965’te Endonezya’ya, 1973’te Şili’ye ve 2014’te Ukrayna’ya götürüyor; İmparatorluğuna itaat etmeyi reddetme gücüne sahip liderlerin ABD tarafından aktif desteklenmiş darbelerle devrildiği  ülkelere...

Bu gerçekten de roket bilimi değil, özellikle 2002 yılında Washington destekli bir darbenin denendiği ve başarısız olduğu bir ülke için... 

PETROL FİYATLARINDAKİ DÜŞÜŞ SORUNU

Venezuela’nın ekonomik sorunları ağırlıklı olarak son yıllarda ortaya çıkan küresel petrol fiyatlarındaki sert düşüşten kaynaklanıyor. 2014 ve 2018 yılları arasında ham petrol fiyatı 96.29 dolardan 40.68 dolara inerek yüzde 40’ın üzerinde bir düşüş kaydetti. Fiyatlar 2017’de toparlansa da, 50.31dolara düşen varil fiyatı, 2012 yılında en yüksek fiyatına ulaştığı 108.45 dolar seviyesinden çok aşağıda kalıyor.

Ekonomisi petrol fiyatına bağımlı olan bir ülke için böyle sismik bir düşüş ancak eşit derecede bir ekonomik şok yaratabilir. Petrolin hayati bir biçimde Venezuela’nın tek ihraç emtiası olmasının da etkisiyle kriz Hugo Chavez ve selefi Nicolas Maduro öncesine dayanan ekonomideki yapısal kırılganlıkları açığa çıkardı.

Önceden söylediğim gibi, Maduro hükümeti devam eden bu krizde hatasız değil. George Ciccariello-Maher’e geri dönersek şunu öğreniyoruz: “Petrol gelirinin dağılımını düzenleyen para birimi kontrollerinin başarısız olduğu sistem asla tamamen yürürlükten kaldırılmamıştır. Bu durum ise kara borsa  döngüsü, spekülasyon, yakıt ve gıda kaçakçılığı ve özel sektör ile kamu sektörlerinin kesiştiği noktada zaten var olan yolsuzlukların patlaması olarak geri döndü. Sokak protestoları ve gıda sıkıntısı ile karşı karşıya kalan Maduro, yemekleri raflarda tutmak için tabanındaki komünlerin üretimini desteklerken eş zamanlı olarak özel şirketler kurmaya çalıştı”

SOSYALİZM DEĞİL KAPİTALİZM

Burada anlaşılması hayati olan şey Venezuela’da yaşananların dış dünyadan bağımsız yaşanmaması. 

Hugo Chavez’in 1999’da iktidara gelmesiyle bir zamanlar kıtanın yoksulları, yerli halkları ve ezilenleri için umut ışığı olan bu petrol zengini ülke, ABD egemen kapitalizmi ile çevrili sularda sosyalizm adası yaratmaya çalışırken karşılaşılan zorlukları deneyimliyor.

Petrol fiyatlarındaki değişkenliğe karşı savunmasızlığı, büyük petrol rezervlerinin bir ülkenin ekonomik gelişimini arttırmaktan ziyade bozabileceğini adeta doğrulamakta, özellikle de ekonomik değişikliğin batı finans kurumları ve şirketlerinin küresel pazarlara hakimiyetine tosladığı çıktığı Küresel Güney’de.

Son tahlilde, Venezuela halkını başarısızlığa iten sosyalizm değil kapitalizmdir. Ancak diyet yine de sosyalizme ödetilmek isteniyor. 


VENEZUELA'DA OLANLARI ANLATMAK NEDEN ZOR

Sussan BABBIT
CounterPunch

Venezuela’daki şiddet olaylarını duyuyoruz, ancak Meksika, Kolombiya ve Honduras’taki siyasal nedenli ölümleri duymuyoruz. Guatemala’da ordu terörüne karşı sürdürdüğü 10 yıllık kampanya nedeniyle 1992 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Rigoberta Menchú sormuştu: Hangi mantıkla?
Küba’yı seçip başka yerlerde olanları görmezden gelmek mantıklı mı? Aynı şey Venezuela için de geçerli.  
Bu bilindik bir mantık olmalı. Einstein, “sadece düşünme”nin büyük bilim üretmediğini söylemişti. Marx’ın da bildiği bir şeyi biliyordu: Gerçeklerin her zaman belirli bir perspektife dayandığını. Bu, gerçekleri veya gerçeklerin bir kısmını görebilmek için bazen durumun kökten değiştirilmesinin gerekli olduğu anlamına geliyor.
İşte bu yüzden, José Martí, meşhur ‘Bizim Amerika’ eserinde eğitilme hakkındaki hatalı görüşün, Latin Amerika için Kuzey’in gücünden daha büyük bir engel olduğunu ilan etmekteydi. Sadece bilgiye sahip olmakla olmaz. Bazı bilgilerin emek olmadan anlamı olmaz. Bu nokta önemli.
Bilgi, güç değildir. Bilginin ne açıkladığın ya da neyi açıklayabildiğini bilmezsek, işe yaramaz. Son 30 yılda, dünya geçmiş beş bin yılda ürettiğinden daha fazla istihbarat üretti. Meksika’da günlük gazeteci cinayetleri haberleştirildi. Hiçbir bilgi eksikliği yok.
Victor Hugo’nun Sefiller’inde müfettiş Javert, eski mahkum Jean Valjean’ı amansızca takip eder. Kötü niyetli olduğu için değil. Javert, gönülden bağlı olduğu adalet olgusunu bu şekilde algılar. Buna karşılık Valjean, intikam alma şansı varken Javert’i serbest bırakmıştır. Düz mantığa göre intikamla karşılaşmayı bekleyen Javert ise merhamet eylemi karşısında ne yapacağını bilemez.
Hugo, “Javert önünde eşit derecede düz iki yol gördü, ama her ikisini de gördü ve bu onu dehşete düşürdü çünkü hayatında birden fazla düz yol olduğundan haberdar değildi” şeklinde yazar.
Venezuela sağı, toplumsal ve ekonomik kaosun, sonuçları etkileyeceğini düşündüğü için acil  seçim çağrısında bulundu. Ancak ilk cumhuriyetin başarısızlığından sonra Simón Bolivar, bir liberal de olsa, seçimlerin Venezuela’yı köleliğe geri götüreceğini söylemişti. Bolivar, Cartagena Manifesto’sunda (1812), bu koşullardaki seçimlerin cahil ve hırslılara bir lütuf olacağını savundu. Bolivar bir diktatör değildi.
Bağımsızlık mücadelesinin toplumsal yapılar tarafından engellendiğini biliyordu. Kurumsal değişim için gerekli olan otoriteye ihtiyaç vardı. Benzer şekilde, Bolivar’a benzerliğiyle bilinen Perulu José Carlos Mariátequinin de Avrupa fikirlerine hayran olmasına rağmen ‘müzakere ve oy kullanmanın’ demokrasinin tanımlayıcıları olduğuna dair şüpheleri vardı. Halkın bir kısmının dahil edilmediği seçimler halkın iradesini ifade edemezdi.
Victor Hugo’nun, Küba’nın İspanya’ya karşı yürüttüğü son bağımsızlık savaşının lideri Marti ile bir çok ortak noktası var. Hükümlü Valjean için “artık ne yaşama ne konuşma arzusu  kalmıştır”. Ve Valjean için, "açıkça bakmaktansa acı çekmek ve kan kaybetmek daha yeğlenebilirdi”  Bu, orda olanı görmekle ilgili.
Bolívar, Mariátegui ve Martí “açıkça bakmanın” emperyalizme karşı verilen mücadelenin ilki ve en önemli şartı olduğunu biliyordu. ‘İnsanlığın yürüyüşünü’ kabullenmeden adalet ve seçimler hakkında konuşmak asla açıkça bakmamaktır. Martí, rüyaları değil gerçekleri istiyoruz diye yazmıştı. Bu, “artık yaşamaktan hoşlanmayanlar” için açık bir iddia. Ama gerçeklik zordur. Sade düşünce ya da doğruları biriktirmek anlamına gelmez.
Hugo liberal biriydi. Ama "insanlığın zayıflığına karşı  bizdeki Anglo-Amerikan liberalizmine göre daha hoşgörülü" davrandı. Ne yazık ki, solun üzerinde özellikle akademideki büyük bir kısmı da dahil olmak üzere Anglo- Amerikan liberazmi hakim.  Ve onlar tıpkı Javert gibi ‘kusursuz’ olmak istiyor olabilirler.
Javert “kuralların cesur bir haraket karşısında yetersiz kalabileceğini” görmek istemedi. Ana Belén Montes ise bunu görebilen biriydi. Onun durumunda ‘cesur hareket’ Küba Devrimi’ydi. Montes, ABD’de hapiste tutuluyor. Kurtardığı birçok hayat Madeleine Albright gibi insanların “ABD dış politika hedeflerine varmasının bedeli olarak görülen insanlara aitti ...” ( Eski ABD Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright, ABD’nin Hiroşimaya  atom bombasına dair eleştirilere böyle yanıt vermişti).
Hugo, Martí gibi yanlış idealler konusunda uyarmaktadır. “Mutluluğa dair takıntı zerreleri karşısında mutlu olmak korkunç bir şey. Kendimizi bununla nasıl hoşnut ederiz. Hayatın yalancı hedeflerine  ulaştıkça, gerçek amacı, görevi ne kadar kolay unutuyoruz " diye yazmıştı.  Mutluluk hakikât ile karşılaştırıldığında ilginç değildir.
Ana Belén Montes ise gerçek amacı unutmadı. Yaptıklarını yaptı çünkü Küba Devrimi’nin olması gerekiyordu.
Bolivarcı Devrim de olmalıdır. Eleştirilmesi gerektiği doğrudur, ancak Javert’i dermansız bırakan  o at gözlüğüyle değil. Hakikatle eleştirilmeli. Menchú (ve Bolivar, Mariátegui, Martí ve diğerleri) tarafından ifşa edilen bu bilindik mantık ısrarla adlandırılmalıdır.

ÇEVİRİLER: ELİF ÖZMEN BELEK

ÖNCEKİ HABER

'Patronun saldırılarına karşı birlikte mücadele edelim'

SONRAKİ HABER

Kuzey Ormanları, Kaz Dağı ve Karaburun’da ekoloji mücadelesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa