İranlı öykücüler 1: Hem yakın hem yakın
Doç.Dr. Ulaş Başar Gezgin İranlı belli başlı öykücüleri tanıtarak İran yazınının Türkiye yazınıyla olan yakınlığına değindi.

Doç.Dr. Ulaş Başar GEZGİN
[email protected]
İran, yanı başımızda, oysa Türkiye’de, ideolojik uzaklıktan olsa gerek, İran’la, özellikle de kültürüyle ve yazınıyla ilgili çok az şey biliniyor. Türkiye’de şiirde Füruğ, öyküde Sadık Hidayet bilinirse bilinir. Elbette son dönem İran sineması, Türkiye’de büyük ilgi görüyor. Bu açıdan, İran sinemasının İran yazınından daha çok bilindiğini rahatlıkla ileri sürebiliriz. Bu bağlamda, bu yazıda, İranlı belli başlı öykücüleri tanıtmak gibi bir amaçla hareket ediyoruz. Böylece, yazının başlığında ifade edildiği gibi, İran yazınının hem coğrafi olarak hem de kültürel olarak ve izlekler açısından Türkiye yazınıyla fazlasıyla yakın olduğu ortaya çıkmış olacak.
İRAN MASALLARI
İran öykülerine geçmeden önce, onların öncülü ve kuzeni sayabileceğimiz İran masallarına da kısaca değinelim:
İran masallarında, başka coğrafyalarda da olduğu gibi, hayvanlar konuşuyor. Sihirli yüzükler, hizmetkar cinler cüceler, sınıf atlama araçları olarak yer alıyor. İran padişahına ek olarak Turan padişahı anılıyor. ‘Ateş Perisi’ adlı masalda, toplumsal dayanışmanın, ‘Kara Tay’ adlı masalda ise, eş duyumun ya da candaşlığın (empati) yüceltildiğini görüyoruz. Padişah oğlu ya da kızını başkişi yapan masallar çoğunlukta...
Sâdık Hidâyet’in ‘Hayat Suyu’ adlı masalında 3 kardeşin başından geçenler ustaca konu ediliyor. Kötülük yapan iki kardeş, zevk ve sefaya kavuşurken, mağaraya kapatıp ‘öldü’ diye haber saldıkları küçük kardeşlerine ne olacaktır? Kurt mu yiyecektir? Çakal mı yiyecektir? Bu iki kötü kardeşin hükümdarlığı bağlamında, dönemin hükümetine yönelik siyasal hiciv ve eleştiri de göze çarpıyor. Küçük kardeş ise, büyüklerin maddiyatçı yaşantılarının tersine, “mutsuzları kurtarmak için hayat suyu” arayışına girecektir. Kadife ülkeyle körler ve sağırlar ülkeleri arasındaki düşmanlıktan söz edilir ki, bu, açıkça dönemin uluslararası ilişkilerine göndermedir. Küçük kardeş, Körler Ülkesi yurttaşlarını körlükten kurtaracaktır; bu da, büyük abinin iktidarının sonu olur. Aynısı, Dilsizler ve Sağırlar Ülkesi için de geçerli olacaktır. Bu iki ülkenin yurttaşlarının aydınlanmadan önceki en temel boş zaman etkinliklerinin içmek ve esrar çekmek olduğunu söyleyerek, masalcı yazar, toplumsal eleştirisini daha da genişletir.
İran masalları, keyifle okunan akıcı masallar. Çocuklar için önerilir. Bunların dışında, masalcı olarak elbette Samed Behrengi’yi anmalıyız. Türkiye’de ’70’lerde ve 80’lerin başında ilerici ailelerde büyüyen çocukların önemli bir bölümü, okuryazarlık dünyasına onun masallarıyla adımını attılar. Behrengi’yle ilgili ayrıca bir inceleme hazırladığımız için (bk. Gezgin, 2017), burada kendisinin yapıtlarına girmiyoruz. Şimdi asıl konumuza, İranlı öykücülere geçelim.
SÂDIK HİDÂYET
Sâdık Hidâyet (1903-1951), birçok eleştirmen ve yazın tarihçisi tarafından, çağdaş İran yazınının öncüsü olarak değerlendiriliyor. Birçok kitabı Türkçeye çevrilmiş olan Hidâyet’i böyle genel bir İran yazını yazısında hakkıyla değerlendirmek oldukça zor. Yapıtları ayrı bir inceleme gerektiriyor. Bu yazıda, iki öyküsünü ele almakla yetindik. Hidâyet’in ‘Girdap’ adlı öyküsünde, ilkokuldan beri arkadaş olanlardan biri intihar eder. Yazar da kendi canına kıymıştır. Siyasal bilince sahip olmamasına karşın, bugün kitapları, çağdaş içerikleri dolayısıyla kendi ülkesinde büyük oranda yasaklıdır. Öyküye dönersek, arkadaşı Behram’ın intiharından sonra Humâyûn için hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. İntihar mektubundan yasak aşk olasılığı çıkar ve bu, Humâyûn’u çileden çıkarır. Sonuçta başkişi yalnız kalır; kendisi de intiharı düşünür. Neyse ki bu süreci atlatır ve başka bir şehre atanır. Fakat gitmeden, güzel bir haber üstüne acı bir haber alacaktır. Hidâyet öykücülüğünden elbette mutlu son beklenemez.
‘Üç Damla Kan’ adlı öyküsünde, Hidâyet, akıl hastanesindeki bir paranoya hastasının tekli konuşmasına (monolog) yer veriyor. Bu konuşmayı hasta portreleri izliyor. Sonra başkişinin neden hastaneye yatırıldığını öğreniyoruz ve bu üst üste metinleri birleştiren ‘üç damla kan’ oluyor. Hidâyet’in yapıtları, genellikle toplumsal bilimlerce desteklenen çalışmalar oluyor. Sosyalist bilince sahip olmamakla birlikte, ‘Hacı Ağa’ romanında hiciv ve eleştiri oklarını siyasetçilere yöneltiyor. Başka yapıtlarında batıl inançları eleştiriyor. Bunlar, İran’da yasaklanması için öne sürülmüş olan gerekçeler olmuş olmalı.
SAİD-İ NEFÎSÎ VE MUHAMMED ALİ CEMALZADE
Said-i Nefîsî (1895-1966), ‘Baba Evi’ adlı öyküsünde Herat’ta Diyojen misalı yaşayan bir hamalı konu ediyor. İran, Herat’ı İngiliz ordusuna kaptırınca, herkes Horasan’a kaçıyor; ancak yaşlı hamal Nasrullah kalıyor. Kaçan zenginlerden biri, onu bağına bekçi olarak bırakır. Fakat İngilizler bağa el koyar, Nasrullah’ı kovarlar. Böylece Nasrullah eski işine dönüp yeni bir kişilik edinecektir.
Muhammed Ali Cemalzade (1891-1997), ‘İkiz’ adlı öyküsünü bir dost meclisindeki tartışmayla açıyor. Meclisin tek bekarı olan arkadaşlarını yarı şaka yarı ciddi olarak evlenmeye özendirmeye çalışıyorlar, ancak bu, boşa bir çaba. Sonrasında ikizler konu ediliyor. Tek yumurta ikizleri birbirine benzer genellikle; öykü ise birbirlerine benzemeyen ikiz kardeşlere yöneliyor. Aradan 20 yıl geçer; ikizlerden biri eskisi gibi sakin, huzurlu yaşar; diğeri, iş adamı olur, zengin olur, göbek bağlar, hızla yaşlanmıştır ve sağlığı da iyice bozulmuştur.
SÂDIK-I ÇÛBEK, CELÂL ÂL-İ AHMED VE BOZORG-İ ALEVÎ
Sâdık-ı Çûbek (1916-1998), ‘Yahya’ adlı kısa öyküsünde, aynı adlı 11 yaşındaki bir gazeteci çocuğu mizahçı gözüyle odağına alıyor. ‘Adalet’ adlı kısa öyküsünde ise, otomobilin çarpmasıyla sakatlanmış bir at konu ediliyor. ‘Kafes’ adlı kısa öyküsü, çok canlı ve ayrıntılı bir kaldırım, su arkı, çukur ve kafes betimlemesiyle açılıp sıkış tıkış kafese konulmuş tavuklara yöneliyor. ‘Yoldaş’ adlı öyküsünde ise, bir kurtun can ciğer kuzu sarması arkadaşına açlık nedeniyle yaptığı, mizah dolu bir dille anlatılıyor.
Celâl Âl-i Ahmed’in ‘Porselen Vazo’ adlı öyküsünde, konu, otobüste bir porselen vazo taşıyan bir adam. Yanına oturan adam oldukça meraklıdır. Bir süre sonra aralarında sohbet başlar. “Öykünün başında bir vazo varsa ortalarda bir yerde kırılmalıdır” sözünü haklı çıkarırcasına, “bakayım” derken vazoyu kırar. ‘Şerefeler’, başkişinin ilkokullu olma öyküsü. Çocuğun tutkusu, şerefelere çıkmaktır.
Uzun süre hapis ve sürgün yaşamış olan, sürgünde ölen ve İran’da hapis-hane edebiyatının (‘edebiyat-i zindani’) öncüsü sayılan Bozorg-i Alevî (1904-1997), ‘Kurşun Asker’ adlı öyküsünde, birincil tekil kişi üzerinden, otobüste karşılaştığı bir kadınla başlayıp başkişinin, başına türlü türlü işler gelmiş arkadaşının anlatısına evriliyor. Anasına çok bağlı olan arkadaşı, onun ölümüyle sarsılıyor; iş güç tutamaz hale gelip esrarkeş oluyor. Otobüsteki kadınla hastalıklı bir ilişki geliştirecektir. (Sürecek...)
Evrensel'i Takip Et