30 Temmuz 2017 01:40

Yasemi

Gözlerim doldu bir an. Hiçbir ülke, beni bütün varlığımla kucaklamak için bu kadar hevesli olmamıştı... Fulya Özlem yazdı; 'Yasemi'

Paylaş

Fulya ÖZLEM

Sonunda vatandaşlığına geçeceğim ülkeyi buldum: Yasemi. Yıllardır arıyorum, herkesin farklı ama eşit olduğu bir ülke olsun ancak insanları-ve diğer canlıları- eşitlemek için ismi lazım değil bazı ükelerde yapıldığı gibi bir tektipleştirme yapılmasın, çok rica ederim. Aramızda kuğu boyunlular ve karga burunlular; hayatın ilk ya da son on beş yılının içerisinde olanlar; çok yetenekliler ve elinden yaşamaktan başka bir şey gelmeyenler var; para kazanmakta daha becerikli olanlar ve paradan anlamayanlar; her köşe başında bir aşk bulan Eros’un sevgili çocukları ile yıldızının önü bulutlarla mı ne kapanmış olduğundan, aşkın kırk yılda bir uğradığı, uğradığında da pek matah anılar bırakmadan geçip gittikleri var; çocukluklarını özlemle hatırlayanlar ve bir zamanlar çocuk bedeninde hapis kalmış olmanın kasvetini bütün ömrünü çocuk olarak geçirmek suretiyle dağıtanlar; dost meclislerinde çok aranan simalar ve kimsenin yüzüne bakmadıkları; bülbül sesliler ve karga sesliler; dahiler ve eblehler var: var oğlu var. Bütün bunların, yani hepimizin kabul gördüğü bir ülke aradım durdum ömür boyu. Birbirimizi sevmek için birbirimize benzemek zorunda olmadığımız bir ülke. Şimdi buldum, çok mutluyum, geç oldu da güç olmadı. 

Yasemi, yeni vatanım, görünüşte bir kafe aslında. Ege’nin -yani Kuzey yarım kürede yaz iken dünyanın merkezinin-güneyindeki Kiklad adalarından biri olan Amorgos’un bir dağ köyünde, küçücük bir kafe. Bu küçücük kafenin, bağımsızlığını ilan etmiş bir ülke olması ve ona buna, sana bana vatandaşlık dağıtması ilk önce bana da saçma geldi. Sonra yavaş yavaş alıştım tabii. Üst üste geçmiş anlamları olan bir kelime “Yasemi”. Hayatta her şeyde hâsıl olduğu üzere ilk önce zâhirî anlamıyla çıkıyor karşınıza, baş döndüren bir yasemin kokusu, yanılmış olamayacağınızı müjdeliyor: elbette ki yasemin çiçeğinden geliyor ülkenin adı. Bir burcu, bir kokusu, bir taşı, bir uğuru, bir efsanesi olmalı ülkenizin, yoksa nasıl seveceksiniz , nasıl seçeceksiniz anılarınızı oluşturacağınız ortam olarak başka bir yeri değil de orayı? Aslında tam olarak ne anılarımızı, ne de vatanımızı seçtiğimiz söylenemez ama işte, hevesimizi söndürmeyen, aşkımızı körükleyen bir tarafı da olmalı kaderimizin başımıza ördüğü ağların.

Velhasıl, Yasemi’nin zâhirî beşiği yaseminlerle bezenmiş bu iki katlı eski ev ve bir vatandaş olarak, “Nüfus artınca ya kaba etlerimi yerleştirecek uygun bir köşecik bulamaz isem?​” diye beni de bir düşünce almıştı başlangıçta. Ama balkona çıkınca bu konuda endişelenmemin yersiz olduğunu anladım. Sırayla önce ufuktaki başka adaları, sonra çocukluğumun geçtiği sokakları; sonra savaştan önce her akşam hikayelerini dinlemek için oturduğum Şam’daki kahvehanede yine kimbilir ne anlatan hikayeci amcayı; Berlin’de dere kıyısında koşu yapanlarla, kucağında bebeğiyle bilgisayarında proje yazan genç açıkhava babalarının höpürdettiği kahveleri; Karayipler’deki adalarda dolaşan yeşil, sevimli ve çok zehirli yılanları; Kuzey Afrika’da hilâl şeklinde içi badem ezmesi dolu kurabiyeler yapan minik bir fırında terleyen fırıncıları gördüm. Sanki benim içindi bu ülke, bana ve ilgimi çeken şeylere adanmıştı! İşte o zaman Yasemi’nin anayasasının ilk ve tek maddesi çekti dikkatimi: “Ya-se-imi: Yasemi”, yani eski yunancada “Senin içinim”.

Gözlerim doldu bir an. Hiçbir ülke, beni bütün varlığımla kucaklamak için bu kadar hevesli olmamıştı. Görünen anlamından içre olan anlamlarını kavradığımızda sınırları genişleyen, büyüyen her şey gibi, Yasemi, gözümün önünde büyüyüp sınırları tüm dünyayı kapsayan, yani aslında sınırları olmayan bir ülkeye dönüşmüştü. Kulak kabarttım, etrafta bildiğim ve bilmediğim bütün diller konuşuluyordu, işin garibi anlıyorlardı da birbirlerini. İsmini ellili yıllarda meşhur olan çok sevdiğim bir film yıldızından alan bir hanım, yanıma oturdu, kimbilir kaçıncı kez ismimi ve anlamını sordu. Bir çiçekten geldiğini, aynı isimden burada da olduğunu açıkladım, birlikte hafızamızın botanik bahçesinde Şubat ayında açan çiçekleri gezdik, sarı ve beyaz açanlardan birinde anlaştık. Sanırım. Hafızanın, geçmişle ilgili olan kısmı silinmiş olabilir zihninde, aman bizim çok mu işimize yarıyor sanki? Silelim gitsin. Yeter ki anlaşabileceğimiz kadar referanslarına hakim olduğumuz kelimelerle, cisimleri tanımamıza yetecek kadar hayat bilgimiz bizi terk etmesin. Nasıl olsa burada eşitiz: hafızası yakın geçmişi içerenler ile uzak geçmişin hazinesiyle yetinenler. Zaten aynı sebepten, hafızasını yeni doldurmakta olanlar, önemli karar mekanizmalarının başına getirilmiş bu ülkede: denize ne zaman gideceğimize, uykudan kaçta kalkacağımıza, hangi şarkının dinlenip, yemekte ne yiyeceğimize genellikle hayatının ilk onbeş yılında olanlar karar veriyor Yasemi’de. Normali de bu zaten, hüzün emektarı bu bireylere, dünyanın diğer ülkelerinde tanınmayan bazı haklar tanıyarak pozitif ayrımcılık uygulamak bizim büyümüş çocuklar olarak görevimiz. Arkadaşıyla oynarken evine gitmek zorunda kalan bir çocuk daha olmasın diye bütün çabamız, yoksa Poseidon sinirlenip bizi de yalnız adalara çevirebilir. Belki de zaten çevirmiştir. 
Daha da tefrika ederdim Yasemi’yi ama zaman kaydırağı oynayacağız çocuklarla. Buranın bir geleneği. Yasemi’nin sınırlarının genişlediği bir başka alan da zaman: yıllar yıllar önce bu evde yaşlı bir kadın yaşarmış, ismiyle müsemma: Yasemina. Yasemina hanım zamanda kaybolmadan önce evin her yerini Öklid geometrisini bozan büyülerle efsunlamış, o yüzden buradayken aynı anda hem dün hem yarın olabiliyor, bir insan bir an çocukluğuyla bir an yaşlılığıyla görünebiliyor gözünüze , bir ağaç bazen fidanken bazen de yapraklarını dökmüş haliyle durabiliyor bahçesinde. Ama yaseminler hep taze. Zamanın tek bekçisi yaseminler Yasemi’de. 

Şimdi balkona çıkıp günbatımını izleyeceğim, alt katta ise sabaha kadar partilediklerinden güne geç başlayanlar için gün doğumu var, Amerika’dan getirmişler, pek nazlı. Böyle Küçük Prens’in, minik gezegenindeki günbatımlarını görebilmek için oradan oraya koşturması gibi biz de çocuklarla sabahla akşam arasında deli gibi inip çıkıyoruz merdivenleri. İsteyen istediği basamakta durup soluklanmakta özgür. Ben de soluklandığım basamaktan yazıyorum size memleketimi. Gündüzle gecenin, gökteki ve denizdeki yıldızların, bana benzeyenlerle benden bir gezegen kadar uzak olanların tam ortasındayım, etraf buram buram yasemin kokuyor... 

ÖNCEKİ HABER

Nuray Mert’le sohbeti kestim

SONRAKİ HABER

Yılkı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...