25 Haziran 2017 01:54

15 yıllık komadan uyanan kadının yaşayacaklarını anlatır

Hakan Güngör, Refik Halid Karay'ın Deli kitabındaki Maruf Bey ve Elveda Lenin'dek Christian 2002 uyuyup bugün uyanıverse 'ne olurdu?' diye sordu.

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Elveda Lenin filmini izleyenler hatırlayacaktır, Doğu Almanya’da yaşayan Christiane komaya giriyordu ve kendine geldiğinde artık ortada bir Doğu Almanya yoktu. Annesinin durumunun kritik olduğunu bilen Alex, Berlin Duvarı’nın yıkıldığını, kapitalizmin işgalinin eni konu kendini hissettirdiği gerçeğini annesinden gizlemeye çalışıyordu. 

Alex annesine hiçbir şeyin değişmediği bir dünya yaratmaya çalışıyordu ancak bu iş günbegün zorlaşıyordu. Çünkü “değişim” tüm ağırlığı ile kendini hissettiriyordu ve bu Alex’i daha da güç durumda bırakıyordu…

Aslında filmdeki tema bizim için çok yabancı değildi. Refik Halid Karay uzuuunn yıllar önce benzer bir konuyu işlemişti. Hem de o usta işi üslubu ile kara mizahın seçkin bir örneği olarak…

Refik Halid, Deli kitabında 1930’larda İstanbul’da geçen bir olayı anlatıyordu. Uzun yıllar boyunca bilinci kapalı olan Maruf Bey birden kendine geliyor ve hekimleri dahi şaşkınlığa uğratacak bir hızla sağlığına kavuşuyordu. Evet, Maruf Bey iyileşmişti, ayaklanmıştı da ancak hiçbir şey bilincini kaybettiği dönemdeki gibi değildi artık. O pek uzun uykusuna yattığında bir padişah vardı, meşrutiyet, birtakım alışkanlıklar, yasalar ve 1930’ların ikliminden çok başka bir memleket… İnsanlar değişmişti, gündelik hayat artık çok farklı akıyordu ve Maruf Bey bunları anlamlandırmakta zorlanıyordu. Örneğin torunu Ayten’i görüyordu ve yeni uzayan saçlarına bakıp onun tifoya yakalandığını, ama iyileştiğini düşünüyordu. Onu “Bonjur” diye selamlayan torunu ise tifoya yakalanmadığını, saç kesmenin artık moda olduğunu söylüyordu! Şaşkınlığa uğrayan Maruf Bey köse kaldığını düşündüğü oğlunun da aslında hasta değil tıraşlı olduğunu öğrenince ağzı açık kalıyordu!

Maruf Bey hayretler içinde olup biteni kavramaya çalışıyordu. Memlekette ne olduğunu merak ediyor, eline gazete alıyor, sonra gazeteyi oğluna uzatıp “Ben Fransızca bilmiyorum” diyordu. Ama Fransız gazetesi sandığı yayın aslında Latin alfabesiyle yazılmış Türkçe bir gazeteydi! Havadisleri bir şekilde öğrenen Maruf Bey, Kars’ın Ruslardan alınıp Dedeağaç’ın Yunanlılara verildiğine şaşırıyor, önce radyoya, sonra radyodan yükselen söyleve, en sonunda da gramofondan yayılan müzikle dans etmeye başlayan ev ahalisinin halini görünce de dananın kuyruğu kopuyordu… Maruf Bey kedi gibi miyavlamaya ve anlamsız sesler çıkarmaya başlıyordu! Çünkü uzunca bir zaman dilimine yayıldığında dahi şaşkınlık verecek değişimler bir anda karşısına çıkmıştı ve aklına mukayyet olamamıştı. 

Christiane de Maruf Bey de bir uyuyup uyanmış, uyudukları dünyayı uyandıklarında bulamamışlardı. İkisi de geçmişe özlem duyuyordu. Bu duygu öyle baskın geliyordu ki, salt nostaljik düşünceler durumlarını ifadeye yetmiyordu. Bazen geçmiş çok özlenesi değildir ancak gelecek daha da beterini getiriverir önümüze… Enseyi karartalım diye değil ama bir durum tespiti açısından Christiane ya da Maruf Bey’in durumuna bir kadın olsa, 2002’de uyuyup bugün uyanıverse ne olurdu diye düşünüyor insan. 

Öyle ya, kolay değil. Yaşananları günbegün takip etmiş, hatta olup bitenlerden doğrudan etkilenmişler için bile vaziyeti umumiye bu denli zorluyken böyle bir karaktere ne hissettirirdi acaba?

Uyanıverse 15 yıl sonra ve tabii tuzu kuru da değilse mesela… İlk şoku atlatsa, kişisel durumunu kavrasa, sonra sıra memleketin ve geleceğinin hali pür melali söz konusu olsa… Açsa mesela televizyonu… Ama yok, izlediği televizyon kapatılmış, bulamazdı. Gazete alsa? Okuduğu gazeteciler ya öldürülmüş ya hapsedilmiş ya sürgün edilmiş ya kovulmuş olurdu. Sayısı bir elin parmaklarına varmayan muhalif gazetelerden birinde açlık sınırıyla ilgili bir haber okurdu belki. Sahi, hayatını nasıl idame ettirecekti?

Acaba işime dönebilir miyim diye düşünürdü zaar, nasıl olacak, çalıştığı fabrika çoktan özelleştirilmiş… Bir umut, sözleşmeli işçi olabilir miydi? Eskisi gibi olmayacaktı ama, açlık sınırının altında bir maaşa çalıştırılacaktı. Kardeşini arardı belki, akademisyendi, kendisine yardım ederdi. Aa, kovulmuş mu? Sahi kaç yıl kalmıştı emekliliğine, aradaki uzuuun uykuya rağmen emekli olabilir miydi? Namümkün, emeklilik yaşı da yükselmiş. Peki bir iş bulsa, hafta sonları da ek iş yapıp para biriktirse? Ne, artık haftalık izin de mi olmayacakmış! Bunalmanın böylesi! Biraz hava alayım diye dışarı çıkardı, azıcık temiz hava iyi gelirdi. Önünden geçerdi eskiden gittiği sinemanın, kapanmış. Yürüyüş yoluna da inşaat yapmışlar, deniz kenarına otel dikmişler, nefes alamazdı. Bir yudum su içse rahatlardı belki ama etrafını sarıverirlerdi, ramazan günüymüş! “Size ne” diye tartışmaya girişmeye yeltenirken bir yumruk inerdi suratına, şort giymişmiş! Polise giderdi, bir de suçlu çıkardı, dünya kadar küfür yediğiyle kalırdı. “Olmayacak, böyle olmayacak, böyle olmayacak!” Arkadaşlarını arardı bir umut, ilk aradığı ölmüş, öbürü gözaltında nicedir… Dayanılacak gibi değil, çare belki içmektir. Çare belki bir kadeh, iki tektir. İşsiz, umutsuz, çaresiz, darp edilmiş, taciz edilmiş, linç edilmiş, unutulmuş gitmiş! Girecek bir markete, rakının fiyatını soracak, son zamlardan haberi yok tabii, fiyatlar uçmuş gitmiş! “Kahretsin” diyecek, “tamam ver ucuzlarından birinden!” Onu da alamayacak, saat 10’u çoktan geçmiş… 

İşte o an çıldırmanın eşiğine gelecek…

Ama…
Aması var…
O umutsuzluğa düşer ama biz ona umut aşılayabiliriz. 
Çünkü biz Gezi’yi yaşadık, o ıskaladı. 
Tekel direnişini takip etmedi o. 
7 Haziran’ın ruhundan, heyecanından bihaber… 
Yarılmaları, yağmacıların nasıl birbirine düştüğünü görmedi. 
Derelerine sahip çıkan köylülerle tokalaşmadı daha…
“Hayır” diyerek hayının karşısına dikilenlerin kararlılığını bilmiyor. 
“Tek kollu kahraman” deyince aklına sadece WangYu geliyor, daha öğrenecekleri var! 

Dinlerdi bizi o kadın, kendini çok avantajlı hissetmezdi belki ama Christiane’den daha şanslı olduğunu bilirdi. Ne kadar kalabalık olduğumuzu görebilirdi. Maruf Bey gibi de olmazdı böylece. Hem aklına hem umuduna mukayyet olurdu…

ÖNCEKİ HABER

Timsah’ın karnında kısa Türkiye tarihi

SONRAKİ HABER

Karabiga’dan karabelaya!..

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...