14 Mayıs 2017 02:00

Değişen zamanlar, değişmeyen anneler

Anneler Günü’nde Mithat Fabian Sözmen’den ABD tiyatro ve sinemasının güçlü bir karakteri olan Lena Younger’a bakış...

Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

1950’lerde Güney Chicago.

Yoksul bir siyah gettosunda, herkesin aynı tuvaleti kullandığı eski bir apartman.

2 odalı evi paylaşan 5 kişilik Younger ailesi: Lena, oğlu Walter Lee, gelini Ruth, kızı Beneatha ve torunu Travis.

Bu ev ve bu aile, ’Büyük göç’le, aşağı yukarı 1920 civarı güney eyaletlerinin birinden Chicago’ya gelen Koca Walter ve eşi Lena’nın 35 yıllık eseri. 

Ancak yaşamı işçilikle geçen Koca Walter, artık yok. 

Younger ailesi değişen Chicago’da bir arada kalmaya ve ayakta durmaya çabalıyor ufukta ise Lena’nın deyimiyle “Ölümüne çalışan” babanın mevtinden gelecek 10 bin dolarlık hayat sigortası parası var. Lena hariç herkesin tek umudu!

“Koca Walter, ‘Öyle görünüyor ki Tanrı, siyah adama hayal kurmaktan başka bir şeyi uygun görmemiş ama bize bu hayalleri katlanılır kılacak çocukları vermiş’ derdi.”

Dünya malında gözü olmayan dindar Lena’ya kalsa bu 10 bin doları hiç düşünmeden Kilise’ye bağışlayacak. Ancak çocuklarına, özellikle de torununa daha iyi bir gelecek sunma fırsatını kaçırmak istemiyor.

Lena, 10 bin doları ne kadar küçümsüyorsa oğlu Walter Lee de tam tersi tüm umutlarını ona bağlamış durumda.

Lena’nın “Evin reisi” olmasını beklediği Walter Lee, şoförlükle geçiniyor ancak yaptığı işten, geçmişinden, oturduğu evden, eşinden utanıyor. Tıp eğitimi alan kızkardeşine bu masraflı meşgalesinden ötürü kızgın. Kendisi için hiçbir zaman mümkün olmayan lükslere sahip olduğu hissiyle kıskançlık içinde.

Walter Lee, “Saygın” olmak için kendi dükkanını açmanın peşinde. Hristiyan annesinin asla izin vermeyeceği bir içki dükkanı.

“Demek artık her şey para demek! Bir zamanlar her şey özgürlüktü, şimdi para. Dünya gerçekten değişiyor...”

Dünya ne kadar değişiyorsa, Lena ile çocukları da birbirinden o kadar uzaklaşıyor. 

Oğlu Walter Lee kolay yoldan köşeyi dönmenin, sınıf atlamanın derdinde. Kızı Beneatha ise yeni yeni yükselen Yurttaş Hakları Hareketi ile birlikte artık annesinin anlamadığı bir dilden konuşuyor. Hayatı bilmiyor ama büyük laflar ediyor. “Teoride” doğrulara annesinden daha yakın ama annesinin aksine yaşamak ve yaşatmak için hayatı boyunca ter dökmemiş. 

“Onlarla arama artık birbirimizi anlayamamıza neden olan bir şey girdi ve bunun ne olduğunu bilmiyorum... Değişen ne Ruth?”

Değişenin ne olduğunu bu senaryodan 10-15 yıl sonra Bob Dylan söyleyecekti:

“Gelin anneler babalar ülkenin her bir yanından.

Ve eleştirmeyin anlayamadığınızı.

Oğullarınız, kızlarınız kontrolünüzden çıktılar.

Sizin eski yolunuz hızla yıpranıyor.

Lütfen çekilin yeni yoldan

Eğer uzatmayacaksanız ellerinizi.

Çünkü zaman değişiyor.”

Lena’nın yaşadığı aslında her anne için geçerli. Kuşak çatışması, ebeveyn-çocuk ilişkisinin kaçınılmazı. Bu, zamanların çok hızlı değişmeye devam ettiği en az 2 asırdır her aile için evrensel bir gerçek. Ömrü, tipik kaba erkek olan eşinin kahrını çekmekle, çalışmakla ve çocuk büyütmekle geçen Lena için yaşanan tüm anlaşmazlıklara rağmen çocuklarının önemi çok büyük. Bunun için Kilisesini dahi ikinci plana atabiliyor.

“Siz, benim yeniden doğuşum olacaktınız. Siz, benim hasadımdınız.”

Lena, çocukları en büyük hataları yapsa da onları sevmekten hiçbir zaman vazgeçmemesiyle de “evrensel” bir anne. Walter Lee, bencilliğin ve aptallığın en büyüğünü yaptığında, her şeyi berbat ettiğinde ve Beneatha ona en ağır hakaretleri ettiğinde geriye yalnızca sevginin kaldığını bilip “her şeyi bilen” kızına ders vermek yine ona düşüyor: 

“Her zaman sevecek bir şey vardır. Bugüne kadar bunu öğrenemediysen hiçbir şey öğrenememişsin demektir. Bugün onun için ağladın mı? Parayı kaybettiğimiz için kendin ve ailen için ağladın mı diye sormuyorum. Onun için; onun yaşadıkları ve bunun ona yapacakları için yüreğin sızladı mı? Çocuk, sence birine en çok ne zaman sevgi göstermeliyiz? İyi işler yapıp, hayatı herkes için kolaylaştırdığında mı? Hayır, onu en kötü anında, kendine olan inancını tamamen kaybettiğinde sevmeli. Birini yargılamaya başladıysan, onu iyi tanıdığından emin ol. Şu an neredeyse, oraya gelirken hangi dağları, tepeleri aştığını iyi bil...”

***

Bu yazıda geçen Lena, 35 yaşında hayatını kaybeden ABD’li Siyah Kadın Yazar Lorraine Hansberry’nin 1959’da Broadway’de sahnelenmeye başlanan, 1961’de ise sinemaya taşınan ‘A raisin’ in the sun’ adlı eserinin karakteri. Nina Simone’a, “Genç, yetenekli ve siyah olmak(To be young, gifted and black)”ı yazdıran Hansberry’nin oldukça gerçekçi getto hikayesinde Lena, pek çok yönüyle “geri kafalı”, “okumamış”, “muhafazakar” olarak değerlendirilebilir. Ancak güçlü, dirayetli, dimdik, sevgi dolu ve bilgedir de. Ne övgü ne yergi. Köle anne-babanın hayatını işçilik ve annelikle geçiren kızı olmanın karşılığıdır tüm bu sıfatlar. 

Lena’yı korkutan “değişen zaman” çocuklarını büyütürken yalnız kalan annelerin kaderini bu açıdan değiştiremedi. Hansberry’den 45 yıl sonra siyahların dünyasını bu kez hip-hop’la anlatan Tupac’a ‘Dear Mama’yı yazdıran da buydu: “Sonunda anladım, bir çocuk büyütmek kolay değil / Yalnız başına, yoksul bir anne olarak...”

‘Anneler Günü’nü çok matah bulmasanız da pazar tatilinizde Hansberry’nin bu hayran bırakan kadınını izleyin.

ÖNCEKİ HABER

Ruh dokunur

SONRAKİ HABER

Hoyrat!..

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...