14 Mayıs 2017 02:00

Brexit karşılaşmasında ikinci raunt hazırlıkları

Taylan Şahbaz, İngiltere’de Brexit’in ikinci aşamasında siyasi arenanın ne durumda olduğunu yazdı.

Paylaş

Taylan ŞAHBAZ

Muhafazakar Theresa May hükümetinin Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkışını 29 Mart tarihinde resmen ilan etmesiyle girilen Brexit sürecinin yeni safhası olan bu günler, tarafların çıkış sürecinin nasıl ilerleyeceğine dair tavır belirledikleri ve bu tavırların arasında görünüşte yoğunlaşan anlaşmazlıklarasahne oluyor. 

Muhafazakar hükümetin AB liderlerinden Parlamento Başkanı Antonio Tajani ve AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ile Nisan ayı başlarında görüşmesinin akabinde 17 Nisan’da erken seçim ilan ederek çıkış sürecine dair kendi yaklaşımına daha geniş destek alma hamlesine yanıt da 29 Nisan’da Britanya’nın davet edilmediği AB üyesi 27 ülkenin katılımıyla gerçekleşen AB zirvesinin ortak hareket etme konusunda aldığı kararla geldi. Zirve sonrasında Konsey Başkanı Donald Tusk yaptığı açıklamada “Geleceği konuşmadan önce, geçmişimizi çözmek zorundayız. Aynı zamanda da vatandaşlarımız için, iki tarafından da, sağlam garantilere ihtiyacımız var” şeklinde konuştu, bunların Birleşik Krallık’la girilebilecek anlaşmalardan önce halledilmesi gereken sorunlar olduğunu kaydetti.

Geçtiğmiz birkaç gün zarfında da bu gelişmelere bağlı olarak AB bütçesi mevcut planlarlarında yer alan ve geçmiş Britanya hükümetleriyle üzerinde anlaşılan yasal gider, emeklilik sigortası ve sosyal projelere katkılardan oluşan kimi açıklamalara göre £84 milyarlık bir faturanın ödenip ödenmeyeceğine dair tartışmalar da sürmekte. Tüm bu gelişmeler bir seçim kampanyası içerisinde olan May hükümetinin seçmen desteği için popülist bir söylem kullanma gereksinimiyle ancak sınırlı bir biçimde açıklanabilir. Kimi sürtüşme boyutuna varan bu gelişmeler, AB yetkililerinin özellikle 26 Nisan’da Başbakan May ile AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker görüşmesi sonrasında “Britanyalı siyasetçiler bırakalım başka bir gezegeni başka bir galakside yaşıyorlar” açıklamalarından da anlaşılacağı gibi AB’nin çıkarına en uygun anlaşma için AB liderlerinin gayet kararlı hazırlıklar içerisinde bulunduğunu gösterir nitelikteydi. 

Bu çerçevede de, May’in çıkış görüşmeleriyle birlikte sürebileceğini söylediği ama AB yetkililerinin sonraya bırakılması gerektiğini söylediği ticari anlaşmaları da içeren çıkış sürecinde izleyeceği siyasetin genel hatlarını hatırlamak ve bunun yanında 29 Nisan AB27 zirvesinin kararlarını kısaca olsa bir değerlendirmek, sürece ve tarafların belirginleşen yaklaşımlarına biçim veren çıkarları anlamak ve emekçiler açısından bu gelişmelere karşı somut siyasal bir tavır belirlemek açısından gerekli.

ÖRTÜŞMEZLİKLERİ RESMİLEŞMEYE BAŞLAYAN YAKLAŞIMLAR

Özellikle Ocak’ta yaptığı bir konuşmayla belirginleşmeye başlayan May hükümetinin Brexit politikası, şu saiklerden oluşuyor:

• AB ile yapılacak anlaşmanın parlamento oyuna sunulması, 

• Britanya’nın Gümrük Birliği’nin tam bir üyesi olmasa da uluslararası gümrük vergilerinden muaf bir anlaşma sağlaması, 

• Kötü bir anlaşma yerine hiçbir anlaşma olmadan Dünya Ticaret Örgütü kurallarına geri gidilmesi,

• Parlamento anlaşmayı kabul etmediği takdirde Brexit’in süreceği ve Dünya Ticaret Örgütü kurallarına geri gidilmesi,

• AB vatandaşlarına garantiler verilmesi,

• Ve eğer AB iyi bir anlaşma sağlamadığı takdirde Britanya’nın düşük vergili bir rejim işleterek yatırım çekmesi.

Buna karşılık 29 Nisan AB zirvesinde liderlerin kabul etmesinin bazı kaynaklara göre 15 dakika bile sürmediği kararlar, bu siyasetin hemen tümüyle çelişir nitelikteydi. Zirvenin belirlediği 6 görüşme ilkesinde en önemlisi ve sürecin kendisinin nasıl ilerleyeceği konusunda AB yetkililerinin nasıl bir strateji izleyeceklerini gösteren Gümrük Birliği’nin bir bütün olduğu ve değişik parçalarının seçilmesine izin verilmeyeceği kararıydı. Bu yaklaşımı daha da somutlayan ikinci ilke ise AB üyelerinin Britanya’yla tek tek değil birlikte görüşecekleri, izlenecek ilkenin “Her şey üzerinde bir anlaşma olmadan hiçbir şey üzerinde bir anlaşmanın olmadığı.” Üçüncü ilke ise bu iki ilkenin sonucu niteliğinde: Brexit aşamalı bir süreç olmalı, öncelikle AB vatandaşlarına yasal statülerine dair garantiler verilmeli, daha sonra gelecekteki ilişki konusunda bir anlaşmaya varılmalı. 

Bu üç ilkenin yanında AB kararları aynı zamanda kısa vade için de bazı ilkeler belirleyerek May hükümetinin izlediği siyasetle bir kıyas oluşturdu: Britanya’nın resmen ayrılabileceği en erken tarih olan Mart 2019’a kadar AB vatandaşlarının hakları korunmalı, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasında kurulması gereken sınır konusunda “düşgücü” kullanılmalı. Ve son ve sorunlu olarak Britanya’nın AB bütçesine 2020’ye kadar katkıda bulunmayı sürdürmesi ve AB’nin bu konuda “hesapları kapatacak tek bir ödeme” arayışında olacağı.

SERMAYENİN DEĞİL HALKLARIN BREXIT’İNİN GEREKLİLİĞİ

Gerek Britanya tarafında gerek AB tarafında bu siyasi ilkelere ne kadar bağlı kalınıp sürdürüleceği, çabucak değişmeye açık siyasi arena da göz önünde bulundurulduğunda, tabii ki tartışmaya açık. Nitekim bu gelişmeler daha sürecin başında tarafların kendi ve uluslararası kamuoyunda tartışmayı kendi siyasetlerinin çıkarlarına göre etkileme ve baskın olma çabalarının sonuçları olma özelliğini de taşıyorlar. Başbakan May ve Brexit Bakanı David Davis’in son dönemlerdeki “AB görüşmelerinde gayet çetin bir kadın olacağım” veya “Para falan ödemeyeceğiz” açıklamaları AB’ye yönelik bir açıklama olduğu kadar ilan edilen erken seçimlere yönelik bir oy çağrısıydı. Buna rağmen, May ve Davis’in açıklamalarında şiddetlendiği belirginleşen siyasi ton, ülke içindeki kutuplaşmaya rağmen, kamuoyuna hakim olan anlayış olarak, Brexit siyasetinin bir bütün olarak işçi ve emekçilerden uzakta sermayenin kaygı ve çıkarlarını ne tür bir program üzerinde savunacağını göstermeyi de sürdürüyor. 

Bu anlamda seçimlerden ne tür bir destek alacağı, sürüp sürmeyeceği meçhul May hükümeti olsun olmasın, görünen, Brexit’in işçi ve emekçilerin sosyal güvenlik, dolaşım ve çalışma haklarına saldırının uluslararası bir vesilesi olduğudur. Halkların kardeşliği temelinde işçi ve emekçilerin varolan haklarının korunmasının bu görüşmelerin bir parçası olması talep edilmeli ve özellikle Maliye Bakanı Phil Hammond tarafından sıkça tekrarlanan olası başarısız Brexit görüşmeleri durumunda Britanya’yı düşük vergili bir gazino ekonomisi haline getirerek toplumsal gerilemeyi getirecek sermaye yanlısı tek yönlülüğü teşhir edilmelidir.

Buna karşılık özellikle AB üyesi ülkelerin Britanya’yla tek tek ülkeler olarak değil de sadece AB olarak görüşmeleri sürdürme ve AB’den ayrılmanın devasa borçlandırma getireceği tehditkar yaklaşımının da gösterdiği AB ve AB’ye hakim Almanya ve Fransa’nın diğer üye ülkeleri hizaya getirme ve bu konuda Britanya’ya keskinliği daha da belirgin uluslarası bir mesaj verilmesi olduğu kadar Britanya devletinin de iç ve dış siyasette yaşadığına benzer yaşadıkları tıkanıklıklar: kendi ülkelerindeki işçi ve emekçilerin haklarını keser yabancıların hak, özgürlük ve ücretlerine göz dikerken,kendi dış siyasetlerinin de kaynaklık ettiği bir göç krizini kendi çıkarlarına en uygun biçimde idare etmek. Ve bunların hepsi olurken Ortadoğu’da kızışan çıkar dalaşında Rusya gibi diğerleri de etkinliğini artırırken iyi bir yer tutmak. Bunun için de kendi halklarına Brexit’te Britanya’ya karşı nasıl sağlam durduklarını kanıtlayarak sürdürdükleri işçi ve emekçi karşıtı siyasetlere destek almak. Referandum tartışmalarına konu edilmesi gereken başka bir konu da budur, AB ile yapılacak anlaşmalarda yer alması talep edilmesi gereken başka bir konu da mevcut ve olası gelecek uluslarası göç krizlerinde tarafların nasıl birlikte çalışacaklarıdır.

ÖNCEKİ HABER

Ey kaptan! Canım kaptanım!

SONRAKİ HABER

76 yıl sonra emanet çeyizleri sahiplerine verdim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...