11 Şubat 2017 12:50

Özcan Yaman, Ankara Katliamı davasından izlenimlerini yazdı

Fotoğrafçı Özcan Yaman, 10 Ekim Ankara Katliamı davasının 2. duruşmasından izlenimlerini Evrensel'e yazdı.

Paylaş

Ankara’ya Türkiye’nin dört bir yanından geldiler. Kimi en sevdiğini kaybetmişti. Kimi günlerce, haftalarca, aylarca hastanelerinde yatmıştı Ankara’nın. Soğuktu Ankara ama bu, iklim soğuğu değil, anılarda olan soğukluktu. Kimi Gar Meydanını duyunca ürperiyordu. Kimi inadına üstüne gitmek gerektiğini söylüyordu. Genç, yaşlı, çocuk, anne, baba... Ankara’nın üzerinde dolaşan o kara bulutlarının dağıtılması için, bir kez daha “Adalet” arayışının dile getirileceği 2. duruşma için geldiler.

Birbirlerine bir ailenin fertleri olarak sarıldılar, konuştular. Bir yandan hasret gideriyorlardı bir yandan davanın seyrini ve verecekleri ifadeleri tartışıyorlar, diğer yandan ülkenin geldiği daha doğrusu getirildiği kaotik ortamı konuşuyorlardı. Çocuklarına daha özgür ve katliamların olmadığı bir ülke bırakmak için...

10 Ekim Derneği başta olmak üzere Ankaralı aileler, gelenleri akrabaları gelmiş gibi evlerinde misafir etmenin, bir dilim ekmeği bölüşmenin dayanışmasıyla geçecek bir haftanın programını yaptılar. Ben de katliam mağduru bir aile olan Damla, Yağmur ve Kamuran Yeltekin’in evinde yine katliam mağduru olan Cafer, Abdulselam ve Ahmet Altun’la birlikte kaldım. Kasım ayındaki duruşma sırasında aynı ekip yine bir aradaydık. Yani Ankara’daki akrabamızın evinde misafir olduk. 

Aileler güvenli ve ısrarlıydı. Avukatların performansına hayrandılar. Duruşmanın ilk günü, geçen duruşmadan kalan eksiklerin tamamlanması ve avukatların konuşmalarıyla geçti. Duruşma sonrası çoşkulu bir huzursuzluk vardı. Çünkü müşteki olarak ifade vereceklerdi. 

Konuştuğum aileler en çok medyanın duyarsızlığından yakınıyorlardı. “Hani” diyorlardı “Türkiye'nin Cumhuriyet dönemi en büyük katliamı” diye manşet atanlar nerede?" diye soruyorlardı. Haklıydılar. İlk gün adliye önünde toplanılırken AA yazan bir kamera çok kısa bir süre gözüküp kaybolmuştu. Geriye her zaman yanlarında olan Evrensel, BirGün ve muhalif internet medyasının emekçilerinden başka kimse kalmamıştı. 

Duruşmanın ilk 2 günü Almanya'dan gelen hukukcu ve gazetecilerin olduğu heyet duruşmaları izleyip ailelerle görüştü. Adalet mücadelesinde yalnız olunmadığının mesajlarını verdiler.

Duruşmanın 2. günü, müşteki ifadeleriyle başladı. Kimi o anda doğaçlama aklına geldiği gibi konuştu. Kimi kısa kısa aldığı notlara bakarak konuştu, kimi avukatlara taş çıkartırcasına bir hukukçu gibi konuştu. Mahkeme salonu bazen ağır duygusal anlar yaşadı. Bazen hafif bir tebessümle karşıladı bu konuşmaları, ifadeleri. İlk anlarda konuşmakta zorlananlar sıra ilerledikçe, günler geçtikçe taleplerin ortaklaştığı bir dava özeti çıkarıyordu... Özellikle müşteki sıfatıyla Av. Mehtap Sakinci Coşgun’un duygulu ve metanetli konuşması sanıkların sözlü sataşmasıyla kesildi ve çıkan arbede sırasında polislerin bazılarının fırsat kolladıklarını gösterdi. Mahkemenin ertesi gününü de etkileyerek çalışma düzeninin bozulmasına yol açtı.

101 kişi öldü. Yüzbir insan katledildi derken bir çırpıda ağızdan çıkan üç haneli basit bir rakam olarak bakılıyor demişti müşteki Avukatı Mehtap ve bunun kapladığı hacmin hiç de öyle olmadığını söyleyerek tek tek adlarını okumaya başlamıştı. Dakikalarca sürmüştü adların okunması. Salonda çıt çıkmıyordu ve 101. isim söylendiğinde bağırmıştı sanığın biri, Yasin Börü diye...

Sanıklar salondan çıkarılırken avukatlara saldırmışlar ve tehdit etmişlerdi.  

Ertesi gün duruşma salonunun düzeni değiştirilerek öğleden sonra duruşmaya başlanabildi. 

Sonrasında ailelerin ve mahkemenin sağduyulu davranmalarıyla Cuma günü geç saatlere kadar süren duruşmalar tamamlanabildi.

Yaklaşık 125 müştekinin ifadeleri alındı. İfadelerle ilgili uzun uzun yazmama gerek yok. Zaten Evrensel dakika dakika açtığı blog sayesinde tüm dünyaya davayı aktardı. Öyle ki salondan ayrılmak zorunda kalan ya da yan salonda olanlarla birlikte ben de Evrensel’den davayı takip ediyordum. Kendi gazetem olmasından değil, nerdeyse tüm ailelerin ortak duygusu olduğu için not etme gereği duydum. 

İfadeleri ortaklaştıran birkaç cümle söylemem gerekirse... Yüreği yanan ailelerin oluşturduğu salonda bulunan bulunmayan bu büyük ailenin her ferdi “Biz sahip çıkarsak katliamın sorumluları yargılanacak!” sloganının gerçekle olan bağını gösterdiler, içini doldurdular diyebilirim. Adalet için korkmadan, sözlerini esirgemeden, birbirlerini tamamlayacak şekilde ifade verdiler. Başıma bir iş gelir mi? Soruşturma açılır mı? Yargılanır mıyım diye kaygılanmadan konuştular. Kimi daha önce konuşan arkadaşı anlattı diye kendi acısını paylaşmadı. Acılar ortaklaşmış, verilen her ifade eleştiri ve tespitler içeren, katliamın öncesini, olay anı ve sonrasını kapsayan ülke gündeminin geçirdiği süreçlerin diyalektik ilişkisiyle dile getirildi. Katliama yol açan nedenler ve katliamın bir sonuç olarak ortaya çıktığının değişik açılardan dile getirilip kayıtlara geçilmesi, tarihe bırakılan ibretlik bir belge niteliğinde mahkeme dosyasına girdi diyebilirim. İŞİD ve devlet arasındaki ilişki... İŞİD ve Kürtler arasındaki ilişki... İŞİD ve demokratik kurumlarla olan ilişki... İŞİD ve sol sosyalist kesimlerle ilişki... İŞİD ve İslam dini ile olan ilişki.. Kısaca, muhalif kimlikli tüm toplumsal yapıyı ele alan ve devletle vatandaş arasındaki ilişkiye hak hukuk ve adalet kavramlarının sorgulandığı ifadeler klasörlere girdi.

Sonunda beklenen oldu. Mahkeme savcısı mütalaasında, benim de dahil olduğum 20'ye yakın müşteki hakkında Cumhuriyet Savcısına suç duyurusunda bulunulmasını istedi. Daha sonra bant ve görüntü kayıtlarının incelenmesi için Cumhuriyet savcılığına gönderilmesi kararı verildi. 

Özellikle Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamının resmi belgelerde “olay”, “terör olayı”, “Gar patlaması” gibi isimlendirilmelerine karşılık “Katliam” denmemesi tepki çekti. Halbuki hakim salona dönük konuşmalarında “Katliam” kelimesini birkaç defa kullanmasına rağmen genellikle Gar patlaması diye nitelendiriyordu.

Aileler şimdilik gidişattan memnun olmakla birlikte miting tertip komitesinin ve demokratik kitle örgütlerinin katılım ve desteklerinin yetersiz olduklarını düşünüyorlar. Fakat bu durumu ülkenin içinde olduğu antidemokratik koşulların, özellikle referandum gerginliğinin yanı sıra akademisyen kırımının, OHAL ilanının ve KHK'lerin yol açtığı sorunlarla birlikte değerlendirdiklerini gördüm. Hatta Cuma günkü Cebeci’de olan gerginliği kendi davalarıyla birlikte değerlendirip sosyal medyadan takip edip katıldıklarını gördüm. İşte bu aile böyle bir aile. Parça - bütün ilişkisini kuran, neden-sonuç bağıntısını hayata geçiren bir aile...
Adalet yolunda verilen bir büyük mücadelenin müştekisi, takipcisi, tanığı olarak, Émile Zola’nın dediği gibi "Gerçek, yürüyor ve onu hiçbir şey, durduramayacak!" Haksızlıklara, hukuksuzluklara ve adaletsizliklere HAYIR diyerek devamını bir sonraki yazıma bırakıyorum.

Anma öncesi davanın en küçük mağduru Küçük Serhat (3-4 yaşlarındaki Serhat'ın annesi Nabile Ozğan babası Vahdettin Ozğan'ı katliamda yitirdi) bir ara fotoğraf makinama uzanınca çıkartıp boynuna taktım. “Hadi Serhat sen çek” dedim. Bir iki dakika sonra gazeteci gibi çekmeye başladı, yaşı küçük ama yaşadıklarıyla büyük Serhat. Sordum “Büyüyünce ne olacaksın?” Konuşmuyordu. “Gazeteci olmak istermisin?” dedim. Güldü başını salladı “evet” dedi. Olaya şahit olan arkadaşlar, “Abi Evrensel’e şimdiden fotomuhabiri yetiştiriyorsun” dediler. 

{{307674}} 

ÖNCEKİ HABER

Kırılan kalplerin tedavisi; 'Çiçek Sepeti'

SONRAKİ HABER

Otisabi artık yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa