18 Aralık 2016 00:00

Değinmeler

Adnan Özyalçıner Evrensel Pazar'a yazdı

Paylaş

Adnan ÖZYALÇINER

AYDINLIĞIMIZ  SANSÜRLENDİ

Yaz saati dedikleri ileri saati –ilerici görünmek için olmalı- geri aldırtmadılar. Bu yüzden yaşamımız geriledi aslında. Sabahı geciktiriyorlar. Daha bir karanlığa uyanıyoruz artık. Sonunda aydınlığımızı da sansürlediler.

SIZINTI

Karanlık yırtıldı. Işık sızıyor aradan.

KARANLIK

Kan aktı aktı. Kıpkırmızıydı. Birikince kapkara kesildi. Ateş ettiler üst üste üst üste. Kor ateşe döndü önce. Kıpkızıl. Soğudu sonra kapkara kesildi. Kanın, ateşin karasından üstümüzü örten bu karanlık.

SUSUZ

Soluğumuz gitgide daralmaya başladı. Bu bir hastalık olmalıydı. Ne bileyim, soğuk algınlığı gibi. Havadandır dendi. İklim değişikliğinden falan. Açıkçası pek aldırış etmedik önceleri. Mikrobiktir dendi. Antibiyotik, şu, bu, geçer geçer dediler. Önemsenmedi.

Bir gün, iki gün, üç gün... Bir hafta, iki hafta, üç hafta... Bir ay, iki ay, üç ay... Bir yıl, iki yıl, üç yıl azıtarak sürüp gitti bu durum. İlâçlar, açık hava, özellikle orman havası, egzersizler, oksijen pompası para etmedi hiçbiri.

Sonunda soluk alamaz olduk. O zaman anladık, ana karanın ortasında balığa dönüşmüş olduğumuzu/dönüştürdüklerini her türlü sularla iç denizlerden, dış denizlerden uzakta. Susuz.

GÜNEŞ DOĞSUN ARTIK

Ne zamandır hava kapalı. Gökyüzü bulutlu. Puslu bir karanlık sürüp gidiyor ne zamandır. Gök gürlüyor, şimşekler çakıyor. Ardından ne yağmur, ne de yağmur sonrası güneşi. İkide bir bombaların ortalık yerde ölümcül patlamaları, patlatılmaları, silahların hem içte, hem dışta sürüp giden ateş kusmaları, gökyüzünü yırtan savaş uçaklarının kulaklarımızı sağırlaştıran homurtusu, hepsi, ayrı ayrı, gök gürlemeleriyle çakan şimşeklerle yarışıyor sanki. Canımızı acıtarak, canlarımızı alarak.

Hemingway, İkinci Dünya Savaşı günlerinin karanlığını anlattığı romanın adını, bir umut, “Güneş de Doğar” koymuştu. Çok bekledik. O gün, bugün de bekliyoruz. Daha çok bekleyemeyeceğiz. Güneş doğsun artık.

DARALMA

Sabahları yataktan kalktığımda duvara toslayacakmış gibi oluyorum. Odam sanki her gün biraz daha daralıyor. Dışardayken o sokaktan ötekine geçerken çıkmazın birine sapıyormuş duygusuna kapılıyor insan. Evinize ulaşamayacakmışız gibisinden. Daralıp kapanan ne oda, ne kent aslında. Gerçekte biziz daraltılan.

ANLAŞMAZLIK

Ne söylesek duyulmuyor, bağırsak da duyuramıyoruz. Yalıtılmış bir ortamdayız. Sesimiz ulaşmıyor. Birbirimizi duyamıyor, anlaşamıyoruz.

SÖZCÜKLER

Eskiden sözcüklere kulaç attırarak ışıl ışıl bir denizde yüzdürüyordum onları. Pervasızca. Şimdiyse fırtınalı bir denizde kimileri kara bir geminin bordasına çarpıp parçalanıyor, kimileri de küçük bir adacığın kumsalında soluk soluğa can veriyor. Yerlerini benim istemediğim –sevmediğim de denebilir- onların istedikleri sözcüklere bırakmamı söylüyorlar. Üsteleyerek, olmadı baskıyla zorbalıkla. Hepsini salabileceğimi/salabileceğimizi hiç düşünmeden. Özgürce.

ÖNCEKİ HABER

Burhan Kuzu’dan tepki çeken açıklama

SONRAKİ HABER

Peki bizim hayalimiz ne?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...