14 Kasım 2016 00:59

İonna Kuçuradi: Önce insan hakları

Kuçuradi, başkanlık sisteminden önce 'insan haklarının korunması için ne gibi anayasal kanunlar gerekli' sorularının tartışılması gerektiğini söyledi.

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı ve Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İonna Kuçuradi, bu yıl 35. düzenlenen TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da sayılı kadın filozoflardan biri olarak kabul edilen İonna Kuçuradi ile ana teması ‘Felsefe ve İnsan’ olarak belirlenen fuar vesilesiyle görüştük.
Kuçuradi, felsefenin eğitim sistemindeki yeri, OHAL ilanıyla birlikte her alanda yoğunlaşan baskı ve şiddet iklimi ve başkanlık tartışmalarına nasıl baktığı başlıklarındaki sorularımızı mail üzerinden yanıtladı. Değer, etik, insan felsefesi başlıklarındaki üretimleriyle tanınan Kuçuradi’ye göre başkanlık sistemi gibi tartışmalardan önce “Ülkemizin koşullarında bazı insan haklarının korunması için ne gibi anayasal kanunlar gerekli?” gibi soruları tartışmalıyız.

Teması ‘Felsefe ve İnsan’ olarak belirlenen 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın ‘Onur Yazarı’ olarak seçildiniz. Bu seçimin sizde uyandırdığı duyguyla başlayalım. Ne hissetiniz?
Bana bir sürpriz oldu. Bu fuar, felsefe bilgisine dayanarak gerçekliğe bakmanın ne işe yaradığına çok sayıda insanın dikkatini çekmeye bir imkan sağlıyor. Bunun sonucu ne olur, bilemem. Ama dilerim ki, bu bakışın yaygınlaşabilmesine yarayacak, daha uzun ve geniş soluklu bazı programların yapılmasına bir vesile olsun.
“Felsefe bilgisine dayanarak olan bitene bakmak”tan kastettiğim, açıklığa kavuşturulmuş kavramlarla -bu kavramlar insan hakları kavramları olabilir, terör kavramı vb. olabilir- ve değer bilgisiyle bakmaktır. Bu, olan bitenlerin ve yapılanların adını doğru koymaya ve buna göre çözümler üretmeye götürür. Bu gibi nedenlerle, 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarının “Felsefe ve İnsan” konusuna ayrılmasına ve -pek tabii ki- “onur yazarı” seçilmeme sevindim.

FELSEFE BAĞLANTILARI GÖRMEYE YARDIMCI OLUR

Altını çizmek bakımından, felsefe neden önemlidir? Felsefe olmazsa, örneğin ‘matematikte çok iyi olmak’ neden yeterli olmaz?
Felsefe bilgisinin ve doğru-dürüst yapıldığında felsefe eğitiminin önemi, önemli ölçüde bize sağladığı bakma ve görme imkânlarından kaynaklanıyor. Ama bu imkanları göstermek için, bunları gören ve başkalarına gösterebilen kişiler –öğretmenler- gerekli. Bunlardan sadece bir ikisine örnek vereyim ve sizin “Matematikte çok iyi olmak neden yeterli değil?” sorunuzdan başlayayım: Matematikçi değilim, ama benim görebildiğim kadarıyla matematik, bir tür mantık ilişkilerini -kavramlar ve önermeler arası ilişkileri- doğru kurmayı öğretiyor. Bunlar biçimsel ilişkilerdir, içerik ilişkileri/bağlantıları değil. Bu tür ilişkileri doğru bir şekilde kurmak -akıl yürütmek- yaşamda çok önemlidir, ama gerçeklikteki ilişkileri/bağlantıları görmeyi sağlamıyor. Olan ilişkileri/varlıksal ilişkileri görmenin yolları başkadır. Felsefe bilgisi ve felsefe eğitimi -mantığın ötesinde- yaşadıklarımızla olan bağlantıları görmeye yardımcı oluyor. Bir olayı açıklamak, hele doğru açıklamak, başka olaylar ve eylemlerle bağlantılarını görmeyi gerektiriyor. Felsefe bilgisinin sağladığı başka şeyler arasında, olan bağlantıları görmeye de yardımcı oluyor, böylece bağlantı “uydurmak”tan sakınmak mümkün oluyor.  

Felsefenin giderek Türk eğitim sisteminin ‘olmazsa olmazlarından biri’ değil de ‘olmasa da olur’ kategorisinde ele alınmasının, adeta değersizleştirilmesinin nasıl bir izahı olabilir? Neden din dersleri ilkokullardan başlayarak zorunlu hale getirilirken, felsefe giderek ‘seçmeli ders’ sınıfına dahil ediliyor?
Benim bildiğim -eğer son zamanlarda benim bilmediğim bir değişiklik olmadıysa- felsefe dersi bütün liseler için zorunlu bir derstir. “Din Kültürü ve Ahlak” dersi de zorunludur, şu anda zorunlu hale getirilmiş değil. Felsefe dersleri ile din derslerini bu şekilde karşı karşıya getirmemek gerekir. Bu derslerden nelerin beklendiğini -nelerin beklenmesinin uygun olduğunu- bilmek ve ona göre programdaki yerlerini belirlemek gerekir. Ama korkarım ki, felsefe bilgisinin kişilere ne sağladığını -neleri sağlaması beklendiğini- pek çok insan bilmiyor. Belki de bunun için, felsefe eğitiminden beklenebilecek kazanımlar matematik derslerinden ve din derslerinden bekleniyor.

BAZI ‘TRENDLER’ ANTİKÇAĞDAN ORTAÇAĞA GEÇİŞİ ÇAĞRIŞTIRIYOR

Şu öneri/çağrıyı sıklıkla dile getiriyorsunuz: Okullarda felsefe öğretsek, 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olur! Peki ya öğretmezsek? Bizi nasıl bir kuraklık bekliyor?
Bilgisel bir insan başarısı olarak felsefenin, sağladığı bilgiyle açtığı görme imkanlarını ve amacına ulaştırabilecek şekilde gerçekleştirilen felsefe eğitiminin kişilere kazandırdıklarını biliyorsanız; bu eğitimi yapabilecek öğretmenlerle onu gerçekleştirmeye çalışırsanız, nelerin olabileceğini az buçuk kestirmek mümkün. Ama bunları yapmazsak? Ne yapılacağını bilmeden bir öneride bulunmak mümkün değil. Ancak çağımızla ilgili olarak şu kadarını söyleyebilirim: Çağımızda yaygınlaşan bazı ‘trendler’ bana Antikçağdan Ortaçağa geçiş döneminin bazı özelliklerini çağrıştırıyor.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL ilanıyla birlikte artırılan ve gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasetçilerin de ‘terör’ şemsiyesi altına sığdırılan suçlamalarla tutuklandığı günlerden geçmekteyiz. Bir bilim insanı, filozof olarak yaşananları siz nasıl okuyorsunuz? ‘Terör’ kavramı, baskı iklimini meşrulaştırmada önemli bir işlev görüyor. Bir yandan da bu iklimi kıracak, ülkeyi feraha çıkaracak çareler de aranmakta. Feraha çıkmak, nasıl bir yol ve yöntem izlenirse mümkün olur?
Terör, ülkemizin ve günümüz dünyasının baş belasıdır. Terörle başa çıkmanın en etkili yolu, insanların terörist olmamalarını sağlamaktır. Bunun için kısa vadeli önlemlerin yanında uzun vadeli önlemler de almak gerekir. Bu önlemler de en başta eğitimde alınacak önlemlerdir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin önsözündeki bir cümlede “Korku ve yoksunluktan kurtulmuş bir dünya istiyorsanız, bildirgenin dediklerini yerine getirmeniz gerekir” diyor. Korkunun “dağları yerinden oynattığını” unutmayalım. Dünyamızı cennete dönüştüreceğimizi düşünmeden, bazı uzun vadeli önlemler almak ve bunları kesintisiz gerçekleştirmek gerekir. Bunların başında eğitimde yapmamız gereken değişiklikler var. Eğitilen insanların öğrenmeleri gereken başlıca şeylerden biri: kişilerin kendilerini tutmalarını -kendilerine hakim olmayı- öğrenmektir. Aksi takdirde, kişiler ne iş yaparsa yapsınlar, “etkilere tepkiler”le karşılık verirler. Ondan sonra da, olan bitenlere değer bilgisiyle ve insan hakları bilgisiyle bakabilmeyi öğrenmelerine yardımcı olmak işe yarayabilir.
Bu söylediklerimin çok genel şeyler olduğunun farkındayım. Bunları öğretmenin de -karşımızdakilerin farklı özelliklerine göre- farklı yolları olabilir. Bu yolların ise reçetesi yoktur.

DEMOKRASİ ÜZERİNE İYİCE DÜŞÜNMELİYİZ

Şu günlerin sıcak tartışma başlıklarından biri olan başkanlık sistemine yaklaşımınızı da öğrenmek isteriz. “Yönetimlerin insan haklarına dayanması” ilkesinin altını sıklıkla çizen biri olarak, tek adam sistemine dayalı bir başkanlık sisteminde insan haklarının geleceğini nasıl görürsünüz?
Başkanlık sistemi tartışmaları gündemimizi kaplamıştır. Ama bana sorarsanız, ilk önce “Anayasaya insan haklarını -adlarından öte- nasıl yerleştireceğiz?” “Ülkemizin koşullarında bazı insan haklarının korunması için ne gibi anayasal kanunlar gerekli?”gibi soruları tartışmak ve bunlarla ilgili olarak alınan kararlardan sonra, “Ülkemizin koşullarında bunları kapsayan bir anayasa hangi sistemde daha iyi işler?” sorusunu sormak ve önyargısız cevaplandırmak uygun olur.
Ayrıca, çoğumuzun aşık olduğu “demokrasi” üzerinde de iyice düşünmek uygun olur.

ÖNCEKİ HABER

Kyme Arkeoloji Müzesi kaderine terk edildi

SONRAKİ HABER

Nilgün Marmara’nın defterleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa