06 Kasım 2016 04:54

Şarkılarımdaki hüznün neden sonuç ilişkisi var

Ezgi Görgü ve Onur Olgun, Cihan Mürtezaoğlu ile Evrensel Pazar için konuştu.

Paylaş

Ezgi GÖRGÜ
Onur OLGUN

Dinleyicisinin giderek yakından tanıdığı, tanıdıkça da müziğinin tadına vardığı bir müzik insanı Cihan Mürtezaoğlu. Pek çok kayıt ve müzikal çalışmanın ardından “artık albüm gelsin” diyenlerin “Bitsin Bu Delilik”le başını okşuyor müzisyen. Hayatın getirdiklerini ve de götürdüklerini heybesinde toplayan, biriktirdiklerini birer birer işleyerek söze, tınıya dönüştüren Mürtezaoğlu ile yeni albümünü konuştuk. İyi pop müzik dinlemek isteyenler için tavsiye olarak aklımızda tutalım deyip sizi de hemen pazar sohbetimize buyur edelim... 

Bugünün popüler müziğinden iyi isimlerin prodüktörlüğünü ve aranjörlörlüğünü yaptınız. Zaten gitaristliğiniz malum. Bitsin Bu Delilik bunca işin arasında nasıl ortaya çıktı?
Uzun yıllar insanlara eşlik ettim evet, albüm düzenlemeleri yaptım. Sonra bir anda şarkı yazmaya başladım. İlk şarkımı 2012’de yazmıştım. Ki o ilk şarkıdan sonra 2-3 sene şarkı yazmadım, geri kalan bütün şarkıları 1,5 sene önce yazdım. Bir takım halleri, estetik değerleri nadasa bırakmıştım, içten bir çalışma sürüyordu belli ki. Daha çok gitarist kökenli olduğum için başta öyle bir şey yoktu. Hani albümde biraz bu aralıkta şekillendi diyebiliriz.

Müziğiniz genelde melankolik bulunuyor, sizce öyle mi? 
Melankolinin tanımını genellikle yanlış anlıyor insanlar, sebepsiz varoluşsal, karanlık bir yanı var melankolinin. Bir neden sonuç ilişkisi kuramayacağın bir şey, her şey çok yolundayken de melankolik olabilirsiniz yani. Ben şarkılarımda öyle bir şey görmüyorum çünkü neden sonuç ilişkisi var. Bir üzülme varsa bir şeyden kaynaklı bir üzülme var, hüzün varsa bir yere oturtabileceğin bir hüzün var. Varoluşsal bir melankoliye dayandığını hissetmiyorum, zaten melankolik biri de değilim. O yüzden bu şarkılarda, kendi varoluşumda karanlık bir şeyin izini süremem. 

Albümün ilk şarkıları lirik video çalışmaları ile çıktı. Neden bunu seçtiniz? 
DokuzSekiz Müzik’ten gelen bir öneriydi. Şunu belirtmeliyim ki; o videolar klip değil. Dünyada lirik video diye bir furya var, hikaye anlatımı ve kurgusu olmayan, hareketli fotoğraflarla uygulanan. İlk klibi de “Bu Bir Yağmur Mu”ya çektik, onu yayınlayacağız. En az beş şarkıya da klip çekmeyi düşünüyoruz.

BAĞIMSIZ MÜZİK İÇİN ÖNCE BAĞIMSIZ İNSAN OLMAK GEREKLİ 

Bazen pop bazen bağımsız bazen alternatif olarak anılıyor müziğiniz. Sizce bir tanımı var mı müziğinizin?  
Ben bağımsız müzikten ziyade daha çok alternatif pop demeyi tercih ediyorum. Günümüz pop müziğinin deformasyona uğraması sebebiyle alternatif desek de, bence pop müzik yapıyorum. Sözler bağımsız ya da alternatif şeyler çağrıştırmıyor öte yandan müzikal malzeme ve form bakımından alternatif bulunabiliyor. Singer songwriter dedikleri halk ozanı haline de dirsek teması var. Bülent Ortaçgil, Bob Dylan, Leonard Cohen; hepsi popüler müzik yapıyor. Aslında bunlar tuzak kavramlar. Hem bağımsız derken neye göre bağımsız müzik! “Ben bağımsız bir insan mıyım da bağımsız müzik yapayım” gibi şeyler geliyor aklıma. Belki önce bağımsız bir insan olmak gerekli, bağımsız müzik onun ardından gelebilir. 

Bağımsız olmaktan kastınız nedir ? Biraz açar mısınız? 
“Bağımsız müzik” çok güzel tınlıyor kulağa. Ama kimden neyden bağımsız ? O kavramın altını doldurmak lazım. Pahalı kafelerde 35 kişiye lüks fiyatlara satılan müziği bağımsız olarak tanımlamak ne kadar doğru? Belli bir gruba çalınan bir müziğe bağımsız demek o kavrama ne kadar uygun? Canlanmıyor kafamda. O yüzden kendimi öyle görmüyorum, müziği de öyle görmüyorum. Dünyada gerçek karşılığı olan indie müzik var. Sosyal ve ekonomik olarak da, sınıfsal olarak da belli bir yere oturan, karşılığı olan müzikler bunlar. Onun için de yaşadığınız ülkedeki birçok şeyin bağımsız olması gerekiyor. 

Bazı dinleyicileriniz şarkıların demo hallerini albümdeki düzenlemelere göre daha çok sevdiklerini söylüyorlar. Bunla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bunu yer yer bir tür tutucu yaklaşım olarak görüyorum. Sebebi de şu; albümde Bitsin Bu Delilik parçası, bundan önce yayınlananın aynısı. Yani birebir aynısı. Tabi ki bazı şarkıların düzenlemesi değişti, eski halini beğenen insanlar elbette var ama bunu estetik bir yargıdan çok bir tür muhafazakarlık olarak görüyorum. Hayata bakış açısı gibi. İnternette eski halleri de var, oturup onu dinleyebilirler esasen. Çok tansiyonlu, kızgın yaklaşıyorlar. Şarkıya gelen yorumların bir kısmı şöyle hatta; “Sisteme kaptırdık, bu haliyle ilk kez dinleseydim asla beğenmezdim gibi…” Sanki birileri beni zorla müzik sistemine dahil etmiş ya da eski müziklere yeni düzenlemeler yapmış gibi insanları ihanete uğratmışım gibi. Çok dert değil, onların da canı sağ olsun. Eskilerini dinlemeye devam edebilirler. Ben şarkıların sevdiğim hallerini koydum albüme. Şarkıları eleştirmek demek beni eleştirmek demek. Bu anlamda başımın üstünde yerleri var. Ama bir tutuculukla refleks gösteriyorlarsa o başka bir şey. 

Bu hepimizde izlerini süreceğimiz bir şey. Böyle böyle kendi tutuculuklarımı da eleştiriyorum doğrusu.

Şarkıların süreleri de albümde değişmiş gibi. Bu neyle ilgili? 
Toplum dinamikleriyle çok ilgili. Orhan Gencebay uzun bölümler yazmış. Demek ki o dönem müzik dinleme alışkanlıkları uzun bir intro dinlemeye uygunmuş. Şimdi bunun pek imkanı yok. Bunun iyi tarafları da var daha kısa bir zaman diliminde hikayeni anlatabilmeye zorluyor. Dolambaçsız, sözünü direkt anlatma hali yaratıyor sizde. Genel olarak hayata da böyle bakıyorum. Çünkü her şey değişecek ve bu değişimin içinde küçücük bir şeyiz. Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok gibi olmasındansa onun içinde olmayı yeğlerim. Küsmektense değişim hızını yavaşlatmak ya da değişimi hızlandırmak gibi bir fonksiyonu üstlenmek benim tercihim olur. 

Albümde “Şehrin semalarından kavuşamamanın çukuruna düşüp, çıkan bir adamın defterleri saklı” diye afili bir cümle de geçiyor. Biraz anlatır mısınız o defterlerde neler saklı?
Ben şehirli biriyim. Yaşadığım şeylerin yüzde doksanı şehir dinamikleri üstünden şekilleniyor: ilişkiler, korkular, kaygılar, her şey. Bunun yanında da şarkı yazma motivasyonumu ilişkilerle ilgili bir tür kavuşamama, birine varamama, bulamama, o şeyle, o nesneyle kavuşamama üzerinden yakalıyorum ve bunu da yazarak, müzik yaparak ifade edebildim. Yani o söz şehirli bir şarkı yazarının şarkı yazma motivasyonunu nereden aldığını anlatıyor. Birazcık havalı olsun diye de uğraştık cümleyle. (gülüyor)

Kavuşmak seni korkutuyor mu peki ?
Korkutmasaydı kavuşurdum muhtemelen.

BU JENERASYON KENDİ ŞARKILARINI YAZMAYA DEVAM EDERSE GÜZEL ŞEYLER OLUR

Seni de dahil ettiğimiz genç jenerasyonu nasıl buluyorsunuz? Umut veriyor mu size? 
Ben genel olarak umutlu biriyim. Müzik olarak sorarsanız, karışık tabi. Daha çok insanların kendi hikayesini anlatmasını özlüyorum. Çünkü kötü bir hikaye yoktur, kötü anlatılabilir sadece. Bu jenerasyon kendi şarkılarını yazmaya devam ederse çok daha güzel şeyler bizi bekler. Beni heyecanlandıran şeyler var, bir şekilde hayat onları beni karşıma çıkarıyor. Karşılaşıyoruz diyeyim. Yeni bir ifadeye ihtiyaç duyduğumda, o ifadeyi bulmuş birisi şair ya da müzik, karşıma çıkıyor, sonra ben onu heybeme atıyorum, ta ki bir sonraki karşılaşmaya kadar. O yüzden tutkunu olduğum birisi yok artık. Ziyadesiyle heyecanlanıyorum ama fazlalıkları attım. Çok heyecanlandırıyor bir şey beni ama tamam bu yerinde dursun, bir kahve içeyim diyebiliyorum. Ona uyanmak 30 senemi aldı. Bazı şeyler çok geç oluyor.

Söz yazıyorsunuz, söylüyorsunuz ve çalıyorsunuz. Bunlar arasında hangisine daha yakın hissediyorsunuz?
Aslında hiçbirine yakın değilim, hepsiyle tuhaf bir mesafem vardır, ne iyi bir müzisyenimdir, ne iyi bir söz yazarıyımdır, ne de iyi şiir okurum. Bir şekilde kendimce onlarla aramda doğru bir mesafe buldum gibi, o doğru mesafede kendi hikayemi anlatacak kadar mesafe kurmayı kotardım. Ve oradan bakıyorum. O yüzden şuna daha yakınım diyemiyorum, sezgisel, duygusal olarak müzik biraz daha hızlıca ulaştığım bir şey. Müzik, söz yazarlığına, edebiyata göre daha hızlı sezdiğim bir şey. 

Albüm çıktığından beri nasıl bir yolculuk sürüyor?
Daha çok konser var artık. Dinleyicinin arttığını görmek, insanlarla müziğimizi paylaşmak bana çok iyi hissettiriyor. Eskiden deneme yanılma yoluyla olan bir sürü şeyin sağlamasını şimdi insanlarla buluşarak yapıyoruz. Karşılıklı birbirimizin gözünün içine baktığımız bir hal aldı. Şarkıları, bazı ilişkileri geçmişte bırakmayı seviyorum, bu albüm de onu temsil ediyor. Artık bu albüm oldu ve geçmişte kaldı. Oraya dönüp dönüp bakmanın alemi yok. Beğenmediğim şeyleri düşünmekten kurtuldum. Albüm çıkmadan önce yeni bir şey üretemiyordum. Derli toplu bir malzeme haline gelince, geçmişe bırakınca rahatlattı beni. Sadece dinleyici değil, işin bu tarafı da rahatlattı.

‘DİNLEYİCİDEN HEMEN ANLIYORSUN ŞEHRİN HALİNİ’

Bir sohbette bir şehrin dinleyicisinin çok donuk olduğundan bahsetmiştiniz. Her şehrin dinleyicisi birbirinden farklı mı oluyor?
Evet kesinlikle. Bu arada müzikten müziğe de değişmiyor bu durum. Mesela Ankara dinleyicisi çok güzel bir dinleyici, İstanbul dinleyicisi bir şeyi kendi dinlemeyi seçtiyse, orada bulunmak için özel bir tercihte bulunduysa ve bunun için de fedakarlık yaptıysa muhteşem bir dinleyici. Ama bir ortamda bulunmak için oradaysa ya da çok emek sarf etmek istemiyorsa zor bir dinleyici. İstanbul gibi. Ayrıca Diyarbakır dinleyicisi en iyi dinleyiciydi, çünkü bahsettiğim iki şey birden vardı, hem yeni bir şeye açıklık hem de sevdiği şeye emek veren bir dinleyiciydi. Trabzon’a gittim, orası hakkında net bir şey söylemek zor. İçinde çokça olumlu şey barındırıyor diyebilirim. Hem çok derin hem de çok belirsiz. Ankara şehrini çok sevmesem de Ankara dinleyicisini hep çok seviyorum, çünkü çok isteklikler ve çok emekçiler, küsmüyorlar müziği dinlerken, sıkılmıyorlar. Sırf kendi müziğimle gitmediğim için bunun sağlamasını da yapabildim. Bence dinleyiciden hemen anlıyorsun şehrin yapısını, halini, tavrını. 

KENDİNE AİT MÜZİK DİLİ KOLEKTİF MÜZİK YAPMAYI ANLAMLI KILIYOR

Künt, Sen Yağmur Dök gibi projeleriniz vardı, şimdi ise isminizle öndesiniz artık. Sizi oradan bilenler dinlemeye devam ediyor. Ama aynı zamanda müzik yapma biçiminiz kolektif bir biçimde, hem arkadaş olarak hem birlikte iş yaparak çalıştığınız insanlar var. Bu müziğinize nasıl yansıyor?
Künt bitti grup olarak, Sen Yağmur Dök devam ediyor ama çalmıyoruz, dur tuşuna basmış gibiyiz, konser vermiyoruz. Ama bir boşlukta beraber müzik yaptığımız Ezgi Altuner’le çalmaya devam edeceğiz. Birlikte çalmanın olumlu tarafları var tabi. Dayanışma içinde olmak neresinden bakarsan bak iyi bir şey. Fakat o kendine ait bir müzik dili olduktan sonra iyi bir şey. Yani ayakları yere basan bir anlatımı olduğu zaman başka gruptan biri gelse de ya da sen başka bir grupla çalsan da müziği deforme etmiyorsun, yapı belli oluyor. Öyle olduğu zaman kolektif çalışma da anlam kazanıyor. Yer değiştiren bir ekipte herkesin müziği birbirine karışsaydı, toplamda kimin müziği kime ait olduğu anlaşılmasaydı, o sağlıklı olur muydu bilmiyorum. Kendi adıma çok tercih edeceğim bir şey olmazdı. Bana göre bir şahsiyeti olması gerekiyor müziğin. Tutucu biriyim sanırım (Gülüyor).

ÖNCEKİ HABER

Işık huzmesi, neredesin?

SONRAKİ HABER

Cumhuriyet’e sahip çıkmak neden önemli?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...