09 Ekim 2016 00:55

Kızlar nasıl güçlü yarınlar nasıl aydınlık olacak?

11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü. Cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kız çocukları korumak için ilan edilen 11 Ekim sadece yasalarda kaldı.

Paylaş

Türkiye’de kız çocukları çocukken anne olur, büyümeden yaşlanır. Hem kardeşlerini büyütür hem çocuklarını, bir an önce evden gitsin de bir boğaz eksilsin diye beklenir, para karşılığı kocaman adamlarla evlendirilir, şiddete, istismara maruz kalır. Türkiye’de hem erken evlilikler hem de istismar korkunç boyutlara ulaşmıştır; her üç kadından biri erken yaşta, zorla evlendirilmektedir. Ve önlem alınmazsa sonuçlar daha da korkunç olacaktır. 

Kanada, Peru ve Türkiye’nin ortaklaşa hazırladığı bir tasarı 10 Aralık 2011’de Birleşmiş Milletlere sunularak kabul ettirilir. Tasarı ile birlikte11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü olarak kabul edilir. Burada amaç BM kalkınma hedeflerine ulaşılması, ekonomik büyüme, kız çocuklara karşı ayrımcılık ve şiddetin sona ermesinin sağlanması, kız çocukların desteklenmesi ve güçlendirilmesidir. 

Kız çocuklara yönelik ayrımcılığın belirgin biçimde görüldüğü bir ülkenin bugünün kız çocuklara atfedilmesi için neden öncülük ettiğini anlamak zor değil. Ancak o günden bugüne kız çocuklarının en temel haklarında olumlu yönde bir değişme ne yazık ki olmadı. Cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kız çocukları korumak için ilan edilen 11 Ekim sadece yasalarda kaldı.

KIZ ÇOCUKLARI KORUMANIN EN ETKİLİ YOLU: EĞİTİM

Çocuk evliliklerine karşı kız çocukları korumanın en iyi yolu ise eğitimden geçiyor. Tüm dünyada sayıları yüz milyonları bulan kız çocukları ekonomik ya da kültürel nedenlerle okula gidemiyor, gitse de bitiremiyor. AKP iktidarının getirdiği ve kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen zorunlu kademeli eğitim sisteminin, örgün eğitime devam eden kız çocukların sayısını düşüreceği yönündeki kaygılar da haklı çıktı. Eğitim Sen tarafından yapılan açıklamaya göre, 2014 yılında ortaokuldan mezun olan 36 bin 401 kız çocuğu açık liseler de dahil olmak üzere hiçbir kuruma kayıt yaptırmadı. Bu da ilköğretim çağında olup da okula gitmeyen kız çocukların sayısının, aynı durumdaki erkek çocuk sayısından 600 bin fazla olduğunu gösteriyor.

Dünya Kız Çocuklar Günü’nün Türkiye’ye yansıması Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneğinin öncülüğünde “Çocuk Gelinlere Hayır Ulusal Platformu”nun kurulmasıyla oldu. Uçan Süpürge Yönetim Kurulu Başkanı Selen Doğan Dünya Kız Çocukları Günü ile ilgili kaleme aldığı bir yazısında 11 Ekim’den ne beklediklerini şöyle tarif ediyor:

* 11 Ekim Dünya Kız Çocuklar Günü’nün kız çocuklar için bir bayram değil, eşitsizlikle mücadele günü olarak bilinmesini,

* Kız çocuklara yönelik ayrımcılık, ihmal ve istismarın ortadan kaldırılması için sürekli ve kararlı bir devlet politikası benimsenmesini,

* Çocuk yaşta evlilikleri önlemek için, yasal evlilik yaşının yükseltilmesi dahil gerekli bütün önlemlerin bu çerçevede alınmasını,

* Çocuk yaşta evliliklerin suç olduğunu, normal ve kabul edilebilir olmadığını tüm topluma anlatmak için toplumsal iş birliğinin harekete geçmesini istiyor ve bekliyoruz. 


HANİ BENİM ÇOCUKLUĞUM NEREDE? 
İktidar aldı götürdü..


Esin KOMAN- Gül GÜMÜŞDERE*

KIZ çocuklarına karşı ayrımcılığın önlenmesi ve onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 11 Ekim, “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak ilan edildi. Bunun en temel nedeninin “Çocuklar için daha iyi bir dünya” diye düşünmek gönülden geçen iyi niyet olsa gerek. Oysaki böyle bir günün olması bile can sıkıcı. Biliyoruz ki çocuk gelinler gibi, cinsel istismar gibi, eğitimde eşitsizlik gibi, çocuk işçiliği gibi temel hak ihlallerini besleyen sistemde çocuklar kötülüklerden payını en ağır şekilde almaya devam ediyor. 

Gücü elinde bulunduranlar, yıllarca çocuklar ve kadınlar üzerinden besledi kendi zalimliğini ve adaletsizliğini. Bugün de bu devam ediyor. Hal böyle olunca kadınlık ve çocukluk durumu bir araya geldiğinde toplumsal cinsiyet bakışıyla yaratılan kız çocuğu kavramı karşımıza çıkıyor. Bu tanımlama da temelde eşitliği bozan ve hak ihlallerini pekiştiren bir durum olarak yansıyor.

Toplum tarafından cinsiyetlendirme -ki bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaratır- çocuklukta başladığı için, kız çocuğuna yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılık meşru bir zemin kazanıyor.

Çocukların toplum tarafından cinsiyetlendirilmeye ihtiyacı yoktur, onların “çocukluk” durumları vardır ve bu yeterlidir. Kız çocuğu/erkek çocuğu diye ayırmak toplumdaki eşitsizliği sürekli hale getirir. Tam da sorun bu noktada başlar. Kategorileştirmede; erkek çocuk, Kürt çocuk, Alevi çocuk, gayrimüslim çocuk, çalışkan çocuk, yaramaz çocuk gibi... 

Buralardan “kız çocuğuna” baktığımız da toplumda kendinden yaşça büyük bir adama eş olarak uygun görülen, eğitimde din ve ideolojik referanslar içinde kendine yer bulmakta ya da kendini gerçekleştirmekte zorlanan, şiddetin her türlüsünde ve en acımasızı olan cinsel şiddetin nesnesi haline getirilen, medya içerisinde tüketimin sürekliliği için bir araca dönüştürülen, toplumsal cinsiyet kalıpları içinde, güzel, sevimli, hanım hanımcık olması beklenen, engelli kız çocuğunda ise hem gönüllerde samimiyetsiz bir acıma duygusu hem de erkek zihinlerde birer cinsel obje haline getirilen bir kız çocuğu görüyoruz.

Bütün bunları tek tek sıralamayı bıraktığımızda ise; yaşam hakkı, gelişim hakkı, eğitim-sağlık hakkı, kendini ifade etme hakkı gibi temel haklarının ihlal edildiğini ve bir kız çocuğu olarak var olma durumun ortadan kalktığını görüyoruz. Üstelik bunları tutulan istatistiki verilerle de destekliyoruz. Sonuçları hepimizin canını çok yaktığında ise; belirli gün ve haftalara sığınıyoruz. Elbette bu da bir şeyleri çözmek için yetmiyor. Çünkü iktidar gücünü her türlü kötüye kullanmayı seçtiğinden daha iyi bir dünya hayalimiz zayıflıyor, mevsimi fark etmiyor bile..

‘HERKES İÇİN’İ DERT EDİNMELİYİZ

Meseleyi toplumun ve devletin çocuk algısı üzerinden değerlendirmek ve bu algıyı değiştirmek için çözümler üretmek yapılabilecek en önemli katkı olacaktır. Çünkü devletin ve toplumun çocuk algısı; çocuğu nesneleştiren, ona tahakküm kuran, mülkiyeti altına alan (devlet ya da aile) çarpık bir çocuk algısıdır. Çocuk ona göre zayıf, güçsüz, zavallı ve masumdur. Bugünlerde ise daha derinden hissettiğimiz toplumun muhafazakarlaşması ve baskının artması bu algının günbegün kalıcılığını sağlıyor.

Bu algının değişmesi ile devletin, toplumların ve bireylerin çocuk üzerindeki sahiplenme ve var olan gücünü kız çocukları üzerinden kötüye kullanması ortadan kalkacaktır. Böylece yaşamın her bir günü “kız çocukları” için de anlamlı olacaktır.

Saymakla ve maruz kalmakla bitmeyen sorunları ortadan kaldırabilmek için de, devletin ideolojik aygıtı haline dönüştürülen “insan”, herkes için özgürlük, herkes için eşitlik, ve herkes için adalet demeyi kendine dert edinmelidir.

Çocuklar için daha iyi bir dünya dileğiyle...

* Gündem Çocuk Derneği


DOĞUM SONRASI YARI ZAMANLI ÇALIŞMAYI DÜZENLEYEN YASA NELER GETİRİYOR?
Müjdeyle gelen yarı zamanlı çalışma ve ardındakiler

KEİG PLATFORMU

Yine bir gazete haberi ve yine bir müjde: “Anneye her ay 823 TL maaş”. Sadece bu başlık çerçevesinde düşünüldüğünde çocuk sahibi olan her kadına maaş bağlanacağı yanılgısına kapılmak mümkün. Ancak haberin içeriğine baktığımızda aslında 10 Şubat 2016 tarihli 6663 sayılı torba yasa ile düzenlenen ve doğum yapan kadınlara ilk çocukta 2, ikinci çocukta 4 ve üçüncü çocukta 6 ay yarı zamanlı çalışma ve tam maaş alma hakkı veren maddeden bahsedildiğini görüyoruz. Haberde bahsi geçen 823 TL, aslında yarı zamanlı çalışma karşılığı olarak ödenecek yarım maaşın üstüne konulan devlet katkısı. Öncelikle, yasanın uygulanmaya başlaması için çıkarılması gereken yönetmelik henüz çıkarılmadığı için üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen kadınların kısıtlı da olsa bu haktan hâlâ yararlanamadığının altını çizmekte fayda var.

Diğer taraftan ilk bakışta en azından olumsuz görülmeyebilecek bu uygulamanın detaylarını incelediğimizde ciddi hak kayıpları olduğunu fark ediyoruz. Yarı zamanlı çalışma hakkını elde etmek için son üç yılda 600 gün prim yatırılmış ve haftalık 45 saat çalışma süresinin yarısı kadar fiilen çalışılmış olması gerekiyor. Türkiye’de çalışan kadınların oranının düşüklüğü bir yana, istihdam içerisinde yer alan kadınların neredeyse yarıya yakını kayıt dışı çalışıyor. Haziran 2016 TÜİK verilerine göre kadınların yüzde 33’ü çalışırken, bu çalışmanın yüzde 45.5’i kayıt dışı. Diğer taraftan istihdamın sürekliliği de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla son üç yılda 600 gün prim yatırmış olma şartı, çalışan kadınların yalnızca küçük bir bölümünü kapsıyor.

Öte yandan Sosyal-iş Sendikasından Onur Bakır’ın belirttiği gibi düzenleme asgari ücretle çalışan kadın için avantajlı olarak nitelendirilebilecekken, net ücreti 1647 TL’den fazla olanların eline geçen toplam ücretin düşmesine yol açacak. Mesela maaşı 3000 TL olan bir kadının alacağı yarım maaş 1500 TL ve 823 TL devlet katkısıyla beraber toplamda 2 bin 323 TL’ye düşecek. Yani reklamı yapıldığı gibi yarı zamanlı çalışma ve tam maaş, gerçeği yansıtmıyor. Ayrıca yarı zamanlı çalışan kadının çalıştığı süre, emzirme izninden de düşülecek.

Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise işverenin çalışma süresi içerisinde olması gerektiğinden çok daha fazla iş yükünü çalışana yükleyerek işi yoğunlaştırması ihtimali. Bir başka ifadeyle, yarı zamanlı çalışma herkes için yarı süreyle çalışma anlamına gelmeyebilir.

Müjde gibi yeniden önümüze getirilen bu düzenleme hem kadınlar arasında eşitsiz bir durum yaratıyor hem de yararlanan kadınların hak kaybına uğramasına neden oluyor. Getirilen bu düzenlemeyi son yıllarda iyiden iyiye kendisini hissettiren, aileyi temel alan politikalardan ayrı düşünemeyiz. Çocuk sayısına bağlı olarak artan yarı zamanlı çalışma ile hükümetin kadınları çalışma hayatına katmak yerine doğurganlığı özendirmeyi amaçladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

KEİG Platformu olarak uzun zamandır kadınların tam zamanlı insana yakışır çalışma şartlarına sahip işlerde çalışabilmesi için mücadele ediyoruz ve bakım sorumluluğunun kadınları yalnızca çalışma değil toplumsal hayatın hiçbir alanından alıkoymaması için ücretsiz/düşük ücretli, ana dilde, ulaşılabilir ve kaliteli çocuk bakım alternatiflerinin geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Ayrıca “Bakım sorumluluğu yalnızca kadınların değil erkeklerin de sorumluluğudur” diyoruz. Bakım yükümlülüğünün paylaşımında her iki ebeveynin de eşit rol alabileceği olanaklar yaratılmadığı sürece cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasında olumlu bir adım atılması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla da kadınlar, toplumsal hayatın kıyısında kalmaya devam edecektir.

ÖNCEKİ HABER

Sennur Sezer’in hediyesi, bir küçük dörtlük

SONRAKİ HABER

Yargı ‘Devlete dokunmama’ refleksiyle hareket ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...