13 Eylül 2016 16:47

Fatin HAZİNEDAR
 

Devletler katırları sevmez. 

İnattırlar sevmezler. Melezdirler sevmezler. Kısırdırlar sevmezler. 

Devletler işçileri de sevmezler. Ama devletler işçi katırları sever.

Özellikle yük hayvanı olarak kullanılan at, eşek, katır gibi hayvanlar yüzyıllardır dünyanın her yerinde madenlerde çalıştırılmışlardır. Bizim topraklarımızda ise yoğun olarak 1867’de çıkan Nizamname ile madenlerde görülmeye başlamışlardır. Zamanın Maden Nazırı (Bakanı) Dilaver Paşa çıkardığı Nizamname ile madenlerde çalışmayı zorunlu kılmıştır. Bu karara itiraz eden insanlar elbette olmuş. Hatta kaçanlar da… Kaçanlar yakalandıklarında direk olarak savaşa gönderilmişler. Maden ocaklarına inenler de o tarihlerde yalnız inmemişler. Maden taşımak için katırları da  beraberlerinde ocaklara indirmişler. Bu dönem birinci mükellefiyet yasası olarak anılır. Ama ikinci mükellefiyet yasası daha da acımasız olup 1940 yılında çıkarılmıştır. Savaş sonrası bozulan ekonomiyi düzeltmek adına 18 Ocak 1940’da  “Milli Korunma Kanunu” çıkarıldı. Bu kanun en çok madencilikte ve Zonguldak bölgesinde uygulandı. Zorunlu çalıştırma için “İş Mükellefiyeti Takip Kurumu” kuruldu. Böylelikle başta Zonguldak bölgesi olmak üzere diğer maden havzalarının olduğu yerlerde insanlar zorla, adeta bir köle gibi çalıştırılmaya başlandı. 

Çalıştırılanlar arasında mahpus ve askerler de vardı. Zamanı yaşayanların anlattıklarına göre eli ayağı tutan, hatta sakatları bile bu ocaklarda çalıştırdılar. Dolayısıyla hayvanları da… İşte bu çalıştırılan hayvanlardan katırın diğer çalışan hayvanlardan bir farkı vardı. O her şeyden önce diğerlerinden daha güçlü ve dayanıklıydı. Görevleri yük yani maden taşımaktı. Özellikle grizunun yoğun olduğu yerlerde çalıştırılırlardı. Çünkü o bölgede vagonlarla yapılan taşımacılıkta çıkacak  en küçük kıvılcımın meydana getireceği patlama tüm maden ocağını yerle bir edebilirdi. Bu nedenle o odalarda katırlar kullanılırdı. Bu durumdan habersiz katırlar, küfeyle o odalardan orta galeriye maden taşırdı. 

Bunun yanında tehlikeli bölgeler haricindeki yerlerde dekovil vagonlar ile de yük taşınırdı. Madencilerin anlattıklarına göre vagonları birbirlerine eklediklerinden mekanik bir ses çıkarmış. Katırlar işte bu sesleri sayarlarmış. Altı vagona kadar taşırlarmış. Yedinci vagon takıldığında katırların inatları tutarmış. Hareket etmeyip beklerlermiş. Ne zamanki yedinci vagonu madenciler çıkarırmış işte o zaman kalan altı vagonu çekmeye başlarlarmış. Katırlar kader arkadaşları madencilerden daha iyi şartlarda çalışıyorlardı. 

Onların özel bakıcıları ve seyisleri, hepsinde olmasa bile bazı madenlerde veterinerleri bile vardı. Büyükbaş defterine değil demirbaş defterine kayıtlılardı. Kaza olduğunda, bir katır ölürse veya yaralanırsa seyislerden veya kazaya neden olan işçilerden tazmin edilirdi. Bu katırların aynı soydan olmasına dikkat edilirdi. Melez ırk olabilirdi ama soy önemliydi. Bu nedenle soy kütükleri de vardı.O soya ait katırlar daha yavru iken madene getirilirler ve madene alıştırılırlardı. 

Ocaklarda yatıp kalkarlar, orada beslenirlerdi. Yılın 364 günü karanlıkta maden havasını soluyarak yaşarlardı. Yalnızca bir gün temiz havaya ve gün ışığına çıkarılırlardı. Gün ışığına çıktıklarında ise gözleri kapalıdırlar.  Çünkü ışığa alışık değillerdir, gözlerini açtıkları anda çoğu kör olur. Tıpkı insanlar gibi…Katırlar yılda yalnızca bir gün dışarıya çıkarılır demiştim, işte o gün Kurban Bayramı’nın birinci günüdür.

Devletler ironiyi sever, koyunları daha çok…

Evrensel'i Takip Et