17 Nisan 2016 00:54

Yaşam kadınlar için adaletsizse hiçbir ceza adalet sağlamaz

Av. Eylem SARIOĞLU
Kayseri Kadın 
Dayanışma Derneği

Ben bir avukatım. Kayseri’nin her yerinden, her kesiminden kadınların daha iyi bir yaşam için birlikte hareket ettiği Kayseri Kadın Dayanışma Derneğinin kurucularındanım. “Adalet” bizim için yalnızca soyut bir kavram değil, her gün adliye koridorlarından, derneğimizin toplantılarına, baktığım her kadın davasından, birlikte mücadele ettiğimiz her kadının hikayesine uzanan somut bir “yaşam” talebi. Yaşamak için adalet, adalet için eşitlik, eşitlik için kararlılık talebinin adı.

Şimdilerde, Özgecan Aslan’ın katilinin cezaevinde öldürülmesi üzerine kadınların adalet talebi yeniden gündemde.  Peki gerçek adalet nerede? 

BİR TELEFON GÖRÜŞMESİNİN ARDINDAN...

Bu yazıyı “Ya benimsin ya kara toprağın” diye tehditler aldığı adamdan nasıl kurtulacağını soran bir kadın ile yaptığım konuşmanın hemen üstüne yazıyorum. Ben henüz bir şey demeden “Önce sevgilimdi, evli olduğunu öğrenince ayrılmak istedim, rahat bırakmıyor, tehdit ediyor” şeklinde başlayan konuşmanın. Benim “şikayet…” dememe kalmadan o devam ediyor; “Şikayet edersem daha da saldırganlaşacak, ben işe gidip geliyorum, nasıl kurtulacağım, çaresizim.” Önce onu sakinleştirmeye çalışıyorum ama nafile; “Çok korkuyorum ama şikayet edemem, her gün kadınların başına ne geldiğini görüyoruz, kim koruyacak bizi bunlardan? Bir de evli adamla diye adım çıkacak, ama bilmiyordum ki” diye kendini savunma refleksi... Tüm ayrıntılarına girmeyeceğim tabii ki bu konuşmanın. Ama  “Benim güvenecek kimsem yok, sizi aradım, şikayet edersem devlet korur mu beni?” şeklinde tarafıma yöneltilen soru hâlâ kulaklarımda… Devlet bizi korur mu? Kadınları, çocukları korur mu? Çok çarpıcı bu soru… 

BİR BERAAT BİR MÜEBBET... NE DEĞİŞTİ?

Kayseri’de öğretmeninin cinsel istismarı neticesinde hayatına son veren Cansel Buse Kınalı davasında  mahkeme tarafından 17 yaşındaki öğrencisine karşı cinsel istismarda bulunan  öğretmen hakkında beraat kararı verdi. Yaşadığı olay sonrası durumu rehber öğretmene ve okul idaresine anlatan Cansel’in ilişkide rızasının bulunduğu gerekçesiyle sanık cinsel istismara ilişkin suçlardan ceza almadı. Genç bir kız istismara uğradı, yaşadıklarını kaldıramadı ve intihar etti. Aslında “öldürüldü.” Bu kararın verildiği mahkeme salonunda “Adaletin ne olmadığına” tanıklık ettik. 

Biz Kayseri’de yıllardır şiddet gördüğü kocasından boşanmak istediği için sokak ortasında 15 bıçak darbesiyle öldürülen Firdevs Vanlı’nın koruma kararı almak için verdiği mücadeleyi biliyoruz. Göstermelik bir koruma kararının Firdevs’i korumaya yetmediğinin, koruma kararı olduğu süre boyunca şiddet görmeye devam ettiğini, çocuklarını yetiştirme yurduna vermek zorunda kaldığını biliyoruz. İl dışında yerleştiği bir sığınmaevinden çocuklarını görmek için geldiğinde onu kanlar içinde yerde bırakan kocasının mahkemede “Öldürme hakkımı kullandım” demesinin de tanığıyız! 

Bu katile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Peki bu ceza, Firdevs’in yaşadıklarının benzerlerini bugün hâlâ binlerce kadının yaşıyor olduğu gerçeğini değiştirdi mi? Adaleti sağladı mı?  

Bu cezanın verilmesi Firdevs’in annesinin gözyaşlarını dindirmedi. O hep “Keşke kızım yaşasaydı” dedi. Kızının katili yasalarca düzenlenmiş en ağır cezayı almıştı ama hiçbir şey kızını geri getirmiyordu.  Bir kadının şiddete uğraması, hatta kadın olduğu için öldürülmesi hangi adil düzende vardı? Adalet kadınların şiddete, ayrımcılığa uğramayacağı, öldürülmeyeceği toplumsal koşulların yaratılması mı, yoksa Firdevs’te olduğu gibi, Özgecan’da olduğu gibi  sadece en ağır şekilde cezalandırılmaları mı? Hangi ceza verilirse verilsin adaleti tesis edemezsiniz. Hiçbir şey kız kardeşlerimizi geri getirmez. Hangi ceza verilirse verilsin bizim de yüreğimiz soğumaz, yanmaya devam eder. Ama bizim yüreğimiz Başbakan Davutoğlu’nun yüreğinden başka yanar. Biz yüreğimizin yangını yeni kadın cinayetleri ile harlanmasın diye mücadele ederiz. Onlar bu adaletsizliği ortadan kaldırmakla yükümlü olanlar olarak, dikkatleri başka noktalara çekmek, kendi sorumluluklarının üzerini örtmek için “Üç kız çocuğu babası olarak yüreğinin soğumadığını”  söyler. 

GERÇEK ADALET ADLİYE SARAYLARINDA KAZANILMAZ 

Kadınlar ne yargıya, ne kolluğa, ne devlete güvenmiyor. Şikayet ettiklerinde şiddet sorununun çözüleceğine inanmıyor.  Devlet tarafından korunamayan ve yaşam hakları ellerinden alınan kadınların yakınları ise adaletin sağlandığını düşünmüyor.  Cinsel istismara uğrayan çocukların yakınlarının, bu davaları takip eden kadınların, örgütlerin  gerçek adaletin tesis edileceğine güvenmediği gibi... Çünkü o kadar çok tecrübe ettik ki, bu yüzden her kararın ardından, her olayın ardından, her haberin ardından “Gerçek Adalet”  dedik ve demeye devam ediyoruz.  

Ancak gerçek adalet sadece adliye saraylarında elde edilecek “başarılı” yargı kararlarının sağlayacağı bir şey değildir. Ne Firdevs’in davası, ne Cansel’in davası, ne Özgecan’ın davası, ne de erkek egemen yargı sistemine kurban gitmesin diye takip ettiğimiz diğer davalar tek başına bizim için bir amaca dönüşmemiştir. Biz bu davaların hepsini kadına yönelik şiddetin son bulması için şiddeti doğuran, körükleyen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkmasının mücadele alanlarından biri olarak gördük ve bu davaları sahiplendik. Ataerkil sistemin bu şiddeti doğurduğunu, hükümetlerin bunu önlemediğini,  eğitiminden medyasına bu şiddeti her gün yeniden ürettiğini anlattık, verilen yargı kararlarının nasıl bu zihniyeti güçlendirdiğini tartıştık. Kısaca gerçek adaletin sağlanması için uğraştık.

EŞİTLİK YOKSA ADALET DE YOK!

Biz kadınlar için yaşamın kendisi adaletsiz olunca katlimizden sonra verilecek cezaların da adaletsiz olacağının ve aslında adaleti verilen cezanın tesis etmeyeceğinin bilincindeyiz. Zira toplumsal yapı kadının ezilmesine dayanmakta ve devlet tüm kurumları ile bu ezilmişliği meşrulaştırmakta, bu eşitsizliği derinleştirmektedir.  Bu eşitsizlikten de biz kadınlar için adalet çıkmaz. Bu nedenle gerçek adaletin sağlanması gerçek eşitliğin sağlanmasından geçmektedir.  Bu şiddeti önlemekle ve adaletin tesisini sağlamakla yükümlü olan Başbakan Davutoğlu’nun “Yüreğim soğumadı” sözlerinin gereğini yerine getirmesi gerekmektedir. Başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere hem hukuki olarak hem de toplumsal yapı içerisinde eğitimden, sağlığa, istihdamdan kültür alanına cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak düzenlemeler yapmalıdır.   

Yazımın başında bahsettiğim telefon görüşmesinde çaresizce ne yapacağını bilemediğini, kimseyen güvenemediğini söyleyen kadın için adalet öldürülme korkusu olmadan şikayette bulunmak ve yaşamaktır. Onun başına bir şey geldiğinde sanığa verilecek cezanın miktarı değildir.  Benim için de öncelikle benzer biçimde sık sık yaptığım görüşmelerde “Sakın korkma, sana kimse bir şey yapamaz, bu devlet seni korumakla yükümlü ve korur” diyebilmektir. Bunu söyleyebildiğimde bir hukukçu olarak, adaletin bir basamağı tamamlanmış olur.


ÖZGECAN’IN KATİLİNİN ÖLDÜRÜLMESİ YENİ YASAL DÜZENLEMELERİN HABERCİSİ Mİ? 

Av. Selin NAKIPOĞLU
 
Türkiye’nin en yüksek güvenlikli cezaevinde bir mahkum dışarıdan içeriye temin edildiği ifade edilen bir silahla öldürülüyor, bir diğer mahkum ise yaralanıyor. Bu infaz ile nasıl bir mesaj verilmek isteniyor? Toplum yeni bir duruma mı alıştırılmak isteniyor?  Toplumsal infial uyandıran her şiddet olayının ertesinde “Mevcut cezalar yetersiz, ölüm cezası kanunda tekrar yer almalı” fısıltıları duyuyoruz. Peki bu son yaşanan aslında yeni düzenlemelerin bir habercisi mi? 

Bir an durup düşündüğümüzde muktedirin dilinde ve zihninde olanlardan hiç de bihaber olmadığımızı anımsayacağız. Hafızaları tazelemekte fayda var:  TBMM Şiddet Araştırma Komisyonunda AKP Millevekili İsmet Uçma 29.01.2015 tarihinde “Mahallenin namusu diye bir şey geliştirebiliriz. Birine bir şey yapılıyorsa herkes ona sahip çıkar, yapanı ifna (yok etmek) eder” sözlerini sarf etmişti. Tam da bu beyan siyasi iktidarın kafasında ölüm cezası, linç, kısasa kısas gibi çağdışı yöntemlerin olduğunu göstermektedir. Keza Başbakan Davutoğlu, 7 Aralık 2015 tarihinde kararı açıklanan  Özgecan Aslan davasıyla ilgili olarak “Özgecan kızımızı katledenler ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası aldılar. Mübarek anne, babası gibi ben de diyorum ki benim de yüreğim hâlâ soğumadı. Üç kız babası olarak ve bütün Türkiye’deki kızların manevi babası olarak yüreğim soğumadı. Kadına karşı kalkan her el karşısında Ak Parti’yi bulacak” açıklamasını yapmıştı. Bu açıklamalar şiddetin şiddetle çözülemeyeceğini, şiddeti şiddetle çözmeye çalışmanın, herkesin kendi adaletini yaratmasının toplumda tüm dengeleri altüst edeceğini görmezden gelerek yapılan ve toplumsal dokuyu tümüyle bozmaya yönelik girişimleri besleyen bir beyanattı. 

Kadın hareketinin uzun yıllar boyu verdiği mücadele sonucu Medeni Kanun, Ceza Kanunu değişiklikleri, 6284 sayılı Yasa ve uluslararası sözleşmeler gibi önemli kazanımlar görüyoruz. Şimdi bu kazanımlar askıya alınmaya çalışılıyor.  Çözüm Özgecan Yasası olmadığı gibi, linç/ölüm cezası da asla değildir. Mesele mevcut yasal düzenlemelerin hakkıyla uygulanması, eril zihniyet ile mücadele edilmesi, ilk imzacısı olunmasıyla övünülen İstanbul Sözleşmesi’nin vesair uluslararası sözleşmelerin kağıt üstünde kalmamasıdır. Aslında ezcümle erkek şiddeti ile mücadele edermiş gibi değil gerçekten mücadele etmekte düğümlenmektedir.

Evrensel'i Takip Et