22 Nisan 2012 08:27

Bir intiharın anatomisi

Dimitris Hristulas 77 yaşındaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın tüm acılarını daha çocukluk yıllarında tatmış, gözyaşları, feryatlar ve açlık içinde geçen işgal ve iç savaş yıllarında çok ama çok şeylere tanık olmuştu. Daha çocuk olmasına rağmen yaşının üstünde gösteren bir olgunlu

Bir intiharın anatomisi
Paylaş
Seyit Aldoğan

Gençlik yıllarında bir yandan demokrasi mücadelesinin içinde yer almış, diğer yandan her türlü zorluğa göğüs gererek okumuş ve eczacılık fakültesini bitirmişti. 35 yıl boyunca primlerini düzenli ödemiş ve emekli olmuştu. Yaşam kavgasının tüm bedeninde açtığı derin izleri kapatamasa da, elleri ayakları kendisine yar olmasa da son yıllarını kimseye muhtaç olmadan, onurunu ezdirmeden geçirebilecekti. Bu onun hakkıydı. Hem de kimsenin elini uzatamayacağı kutsal bir hak. Gerçi çok hayaller kurmuştu ama bazılarına sağlığı, bazılarına olanakları elvermiyordu. Olsun, çok da önemli değildi. Yapabilecekleriyle yetinebilirdi. Hem zaten çok şey istediği yoktu.  

Eczanesinin bulunduğu Atina’nın Ambelokipo semtinde tanımadığı yok gibiydi. İyi yürekli, yardımsever kişiliği herkesin sempatisini ve saygısını kazanmıştı. Dünyaya ve olaylara farklı bir bakış açısı vardı. Her şeyi adıyla söyler, lafını dolandırmaz, eğip bükmezdi. Özgürlük, demokrasi ve adalet kavramlarını ete kemiğe büründüren tartışmalara girer, işçiden, emekçiden yana tutum alırdı. Almayanları ikna etmeye çalışır, mücadele etmeden gelecek nesillere yaşanılacak bir dünya bırakılamayacağını söylerdi.

O bir işçi değildi ama tüm direnişlerde onların yanında olmuş, birlikte yürümüş, mücadeleye sahip çıkmıştı. Onların sloganlarını atmış, öfkelerine ortak olmuş, hayallerini paylaşmıştı. Her büyük grev ya da direniş, onun içini ısıtan, umutlarını yeşerten bereketli bahar yağmurları gibiydi. Zifiri karanlığı yırtan ışık, sessizliği bozan çığlık, bıçağın açmadığı ağızlarda beliren gülümsemeydi. Mücadele alanlarına koşarcasına gidiyordu. Kin sahibiydi. Kinliydi. Bir tür açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, adaletsizlik ve haksızlıklara yol açan sistemden kurtulmanın sınıf  duygusu. Hayaller kurdukça, sevgili kızının geleceğini düşündükçe ve onurlu bir yaşam istemini içinde barındırdıkça bu duygu da büyümüştü.

Son iki yıldan beridir egemen sınıfların ve uluslararası sermaye kuruluşlarının izlediği politikalara karşı yaşı ve sağlığı izin verdikçe mücadele alanlarında, direnişlerde ve etkinliklerde yer almış, iki yüzlü ve işçi emekçi düşmanı politikalara kanmamıştı. “Krize neden olan biz değiliz, faturasını da ödemeyiz” diyenlerdendi. Bu nedenle kızıyla beraber zamlara, ücret kesintilerine ve elektrik faturalarıyla evlere gönderilen yeni vergi “haraçlarına” karşı gelişen “Ödemiyoruz” adlı hareketin aktivistlerinden biri olmuştu.

Ülkenin satıldığını, işçi ve emekçilerin kölece bir yaşama mahkum edildiklerini söylüyor, direnişten başka bir yol olmadığını dile getiriyordu. Kuzey Afrika ülkelerinde gelişen halk ayaklanmalarını yakından izlemiş ve kıvılcımların birçok ülkeye sıçradığını gördükçe daha bir heyecanlanmıştı. En büyük beklentisi de gençlik hareketinin güçlü bir biçimde saldırılara karşı duracağıydı. Sistemin, gençliği kişiliksizleştiren ve geleceklerini sermayenin dişlileri altında öğüten politikalarından kaygı duyuyor ve bunu her fırsatta dile getiriyordu. Son zamanlarda yapılan tüm gösterilere gidiyordu. Halkın, meclisin bulunduğu Sintagma Meydanı’nda toplanıp günlerce gösteri yaptığı günlerde halk toplantılarını ilgiyle izlemiş, gösterilere katılmıştı. Kendisi gibi binlerce, on binlerce emekli gösterilere katılıyor ve onurlu bir yaşam taleplerini dile getiriyorlardı. Hükümet arka arkaya saldırı paketlerini gündeme getiriyor ve zaten yetmeyen aylıklarını “açlık” maaşı durumuna getiriyordu. Hristulas, iyice zorlanır duruma gelmişti. Sağlığı ise giderek bozuluyordu.

Yaşamı boyu onuruyla yaşamıştı ve bu durumu kabul edemezdi, etmiyordu. İçindeki kin büyümüş, kalıbına sığmaz olmuştu. Elinden gelen bir şey de yoktu. Oysa çok şeyler yapmak, haykırmak, sesini duyurmak istiyordu. Yaşlı da olsa sağlık sorunları da olsa güçlü bir haykırış yakışırdı ona. ‘70’li yıllarda albaylar cuntasına karşı Cenova’da kendisini yakan K. Yorgakis, hem ülkede hem yurt dışında bir fitili ateşlememiş miydi?.. Tunus halkı kendini feda eden işportacının arkasından sokakları işgal etmemiş miydi?.. Yaşamının son yıllarını haklı bir mücadeleye kurban etmek!.. Egemenlerin yüreğine korku düşürmek!..

Kararlıydı. Çok söz yoksulluktur demiyor muydu bir Yunan atasözü? Kısa ve öz yazmalıydı. İçinden geldiği gibi...

“İşgalci Çolakoğlu hükümeti* emeklerimin karşılığı olan ve insanca yaşayabileceğim (35 yıl ödeyerek kazandığım) maaşımı kelimenin tam anlamıyla sıfırlayarak bütün olanaklarımı ortadan kaldırdı. Sahip olduğum yaş, güçlü kişisel çıkışlara (Eğer bir Yunanlı eline kalaşnikof alsaydı ikinci kişi ben olurdum) olanak tanımıyor. Dolayısıyla çöplüklerde yiyecek aramaya başlamadan onurlu bir sonu tek çıkar yol olarak görüyorum. İnanıyorum ki geleceği karartılan gençler, bir gün ellerine silahları alacak ve ulusal hainleri Sintagma Meydanı’nda, İtalyalıların 1945 yılında Mussolini’ye yaptıkları gibi ters asacaklardır.”

Yazdığı notu katlayıp cebine koyduktan sonra bitirilmesi gereken işlerini yaptı. Apartman yöneticisine ortak kullanım masraflarını verirken “Yarın hastaneye yatabilirim, paran kalmasın” demişti. Bütün hazırlıkları bittikten sonra meclisin bulunduğu Sintagma Meydanı’na doğru yola çıktı. Sabah on sıralarıydı. Meydan en kalabalık saatlerini yaşıyordu. Yüzlerce insanın bakışları altında hiçbir tereddüt göstermeden silahı şakağına dayadı. Bu bir kaçış değil, güçlü bir haykırıştı.
Silah sesine dönenler şaşırıp kalmış, ortalık karışmıştı. Yaşlı bir adamın intihar ettiğini söylüyordu alanda bulunanlar. Çok geçmeden olay duyulmuş akşam saatlerinde binlerce kişi alanda toplanmıştı. Altında son nefesini verdiği ağacın gövdesi duyguları dile getiren söz ve şiirlerle dolmuştu. Bir genç, şu kelimelerle dile getirmişti düşüncelerini “Bugün burada yatan ölünün adı demokrasiydi. Ama biz on bir milyon canlıyız ve adımız direniş...” Alanda toplanan binler “Tek yol direniş ve mücadeledir” sloganıyla alanı çınlatıyor güçlü haykırışı selamlıyorlardı.

* Çolakoğlu hükümeti; 2. Dünya Savaşı sıralarında Yunanistan'ı işgal eden Almanlar geçici bir hükümet kurar ve başına Çolakoğlu adlı bir Yunan generali getirirler. Dimitris Hristulas, hükümeti Çolakoğlu hükümeti olarak tanımlıyor.

ÖNCEKİ HABER

Güngör Gençay’ı kaybettik

SONRAKİ HABER

Demir çelik grevi 6. ayına girdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...