14 Mart 2016 01:00

Çözüm, barış, demokrasi isteyenlerin Newroz’u olsun!

Paylaş

Serpil İLGÜN

Çok değil bir yıl önce bu topraklardaki en görkemli, umutlu ve coşkulu kutlamalara sahne olan Newroz, bu yıl savaş ve baskı politikalarının yeniden egemen olduğu bir atmosferde karşılanıyor. Savaş, operasyonlar ve ablukanın yoğunlaşmasıyla birlikte gözler nicedir Newroz’a çevrilmiş, hükümetin Newroz tutumuna bağlı senaryolar üretilmeye başlanmıştı. DBP, HDP, DTK VE HDK’nin 17 Mart Perşembe günü Şırnak, Nusaybin ve Yüksekova’da başlayıp, 22 Mart’ta Cizre’de sona ereceğini açıkladığı Newroz, Kürt sorunun demokratik çözümünde nasıl bir rol oynayacak? Savaş nasıl şekillenecek? Şırnak, Yüksekova ve Nusaybin’in Genelkurmay’ın “nobellik” olarak tanımladığı “temizlik harekatı”nın yeni hedefi olarak belirlendiği, diğer yandan dokunulmazlık fezlekeleriyle siyasi alanın daha da daraltılıp baskılandığı bir ortamda demokratik siyaset zemini yeniden nasıl tesis edilir? Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Kamuran Yüksek yanıtladı. 

Operasyon ve ablukaların derinleşmesiyle birlikte “sert bir bahar bizi bekliyor” analizleri yapılmaya başlanmıştı. Geçtiğimiz günlerde HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da, “PKK ve hükümet arasındaki gerginlik artabilir. Yazın ciddi iç savaş riski var” uyarısında bulunmuştu. Benzer uyarıları siz de dile getirdiniz. Tüm bunlar 2016 Nevvrozu’nu daha da önemli kıldı. Önümüzdeki sürecin nasıl gelişeceği sorusunun yanıtını Nevvroz’un nasıl geçeceği mi belirleyecek? 
Önce şunu ifade etmek isterim, bu sürecin böyle bir noktaya gelmesini sağlayan AKP politikaları oldu. Yani müzakere masasını deviren, siyasi çözüm imkanını ortadan kaldıran AKP Hükümetinin kendisi oldu. Savaş ve şiddet politikası dayattı ve bu bugüne kadar geldi. Bundan sonra nasıl devam edeceği de ona bağlı. Eğer hükümet savaş ve şiddet politikalarından vazgeçip bir çözüm arayışı içine girerse, bahar ve yaz ona göre şekillenir. Ama şiddet politikalarında ısrar ederse şu ana kadar kışın nasıl bir süreç yaşamışsak, öyle anlaşılıyor ki bahar ve yaz bundan daha şiddetli ve derin olabilir. 

Dolayısıyla bakacağımız yer Kürt özgürlük hareketinin ne yapacağı değil, hükümetin tutumu?
Evet. Eğer hükümet politikalarında bir değişiklik gözlemliyor olsak bizler, yani siyaset alanı, çok daha güçlü devreye girebilir ve şu an kentlerde yaşanan direniş durumu üzerinde gücümüz, etkimiz daha fazla olabilirdi. Ama hükümet politikalarında değişiklik olmadığından kimseye bir şey de anlatamıyorsunuz. “Şunu yapmayın” dediğinizde, “Hükümet politikalarında ısrar ediyor, bize söylemeyin hükümete söyleyin” deniyor. Dolayısıyla burada bir durum değişikliği ancak hükümetin hem bölgedeki, hem Türkiye içindeki politikalarında değişiklik yapmasıyla mümkün olabilir. 

Hükümetin Nevvroz’a yasakçı bir tutumla yaklaşmaması politika değişikliği için bir gösterge olur mu? Ek olarak, hükümetle bu yönde görüşmeleriniz, temasınız söz konusu mu?
Merkez düzeyde bir görüşme söz konusu değil. Newroz kutlama başvurularıyla bağlantılı olarak yerellerde lokal görüşmeler söz konusu. Hükümet eğer politikalarında bir değişiklik mesajı vermek istiyorsa, Newrozlarda yasakçı bir yaklaşım içinde olmaması gerekir. Ama bu da tek başına köklü bir politika yapacağının göstergesi olamaz. Dolayısıyla, “Newroz’daki durum önümüzdeki dönemin nasıl olacağını şekillendirecek” diyemiyorum. Öyle de olamaz. Çünkü Newroz kazanılmış bir haktır. Kutlamalar yıllardır süregeliyor. Zaten yasaklanması yanlış bir şey olur. Yani izin verilecek olması, halk açısından bir büyük adım, bir gelişme olarak değerlendirilemez, bu yanlış olur. 90’larda yasaklıydı, halk mücadele ede ede 2000’lerde bunu bir kazanıma dönüştürdü. Newroz yasaklamaları sorunun daha fazla derinleşmesine elbette yol açar. Bu nedenle böyle bir şeyin olmaması gerektiğini düşünüyoruz.

Sürecin buzdolabına kaldırıldığı günden bu yana şu soruya yanıt aranıyor; demokratik siyaset zeminine dönüş nasıl mümkün olacak? Siz de belirttiniz, bütün işaretler siyasi çözümün giderek zorlaştığı yönünde. Kürt siyaseti başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin talebi ve ısrarı bu yönde ancak Hükümet cephesinde bunun bir karşılığı yok. “Ne olacak, Türkiye nereye gidiyor” sorusuna sizin yanıtınız ne?
Demokratik siyaset zemini tahrip edilmiş durumda. Demokratik siyaset yolu toplumların iknasını gerektirir ama toplum psikolojisi de şu an çok tahrip edilmiş durumda. Türkiye’nin batısında önemli bir kesim Kürt illerinde gerçekleştirilen operasyonlara ve ölümlere sevinir bir hale gelmiş. Kürtler aynı şekilde duygusal bir kopuş ve uzaklaşma yaşıyor. Bir yandan dokunulmazlıkların kaldırılmasından söz ediliyor. Dolayısıyla şu anda zaten demokratik siyaset zemini çok ciddi tahrip edilmiş, toplum zemini çok ciddi tahrip edilmiş, umutlar bu konuda çok fazla törpülenmiş durumda. Kolay bir durum içinde değiliz ama yine de bize, siyasetçilere düşen şey çözüm üretmektir. Çözüm zeminini oluşturmak zorundayız. Bu konuda açıkçası mevcut yönetimin özellikle Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde yürütülen süreçte, o ekibin tekrar başka bir sürece dönebileceğine dair biz çok umutlu değiliz.

Çözüm zemini nasıl oluşturulabilir peki? 
Türkiye toplumu yeni bir Türkiye yönetimi ortaya çıkarırsa süreç değişebilir. Belki AKP içinde ya da AKP dışında başka bir irade ve inisiyatifin şekillenmesi gerekecek. Yasal bir iradeden söz ediyorum, şu an başka bir yol görünmüyor maalesef. AKP politikası içeride ve dışarıda Türkiye’yi bataklığa sürüklüyor. Türkiye tamamen güvensiz bir ülke haline geldi, Ortadoğu’da etkisi sıfıra indi, ekonomisi dibe vurmuş durumda, Kürtlerle kavgalı, Alevilerle kavgalı, işçilerle, emekçilerle kavgalı, demokratlarla kavgalı, aydınlarla, yazarlarla, gazetecilerle, akademisyenlerle kavgalı… Herkesle kavgalı bir yönetim var ve demokrasi adına, hukuk adına dibe durmuş bir ülke söz konusu. Ülkenin bu felaket durumundan kurtulabileceği bir hamleye ihtiyacı var. O nedenle AKP içinde de sesler yükselmeli. Yine diğer siyasi yapılar bu yönlü çabasını arttırmalı. Savaş politikalarından uzaklaşıp, çözüm ve barış politikalarına odaklanmalı. Dolayısıyla yeni bir zemini mutlaka bir şekilde inşa etmek zorundayız.

KCK Eş Başkanı Cemil Bayık; Bülent Arınç, Hüseyin Çelik ve Abdullah Gül’ün başını çektiği muhalif isimlerin yeni parti kuracakları iddiasına ilişkin, AKP’nin 2002 ruhuna geri dönmesinin olumlu olduğunu belirterek, “Eğer bu ekip demokratik değerlere sahip çıkar, askeri faşist politikalardan vazgeçerse biz bu çabaları destekleriz” dedi. Bu değerlendirme, “AKP içindeki kopuş senaryolarına prim mi veriliyor” şeklinde yorumlanabilir mi? Zira genel kanı, AKP’nin bu çatlağının en azından yakın zamanda bir oluşuma dönüşmeyeceği yönünde.
KCK’nin bu açıklamasını şu anlamda önemli buluyoruz; demek ki çözüm ve barış adına eğer bir inisiyatif çıkarsa, KCK de, silahlı yapılar da buna hazır. Bu önemlidir. 

Yani AKP’den kopmalar üzerinden bir hesap yapılmıyor?
Tabi. Biz şöyle anlıyoruz; bir arayış var. Eğer Türkiye’de çözüm adına bir inisiyatif, bir irade oluşursa buna karşılık verecek bir yapı var. Silahlı yapı böyle bir açıklama yapıyor. Biz bunu önemli görüyoruz. Fakat KCK’nin dışında, kendi değerlendirmemiz olarak altını tekrar çizmek istiyorum; çözüm üretmek zorundayız. Bu konuda herkesin harekete geçmesi lazım. AKP içinde de huzursuzluklar, itirazlar olduğunu biliyoruz. Devlet bürokrasisi içinde de, asker, polis içinde de bunun olduğunu biliyoruz. İtiraz edenlerin sesini yükseltmesi lazım. Savaş bu ülkenin kaderi değil. Bu halk, bu ülke bu kadar acıyı, bu kadar savaşı, bu kadar kötü bir bilançoyu hak etmiyor. Bunlar kimin çıkarına yapılıyor? Kimin kazanımı var bunda? Türk halkının var mı örneğin? Türk halkı biz bu politikalardan kazançlı çıkıyoruz, soframıza bir ekmek daha fazla giriyor ya da özgürlüklerimiz daha artıyor, demokrasimiz yükseliyor diye bir şey iddia edebilir mi? Hayır. Kürtlerin kazanımına mı? Hayır. Peki halkın çıkarının olmadığı bir savaş politikasına niye rıza gösterilsin? Bunun yanlış olduğunu görenlerin mutlaka sesini yükseltmesi gerekiyor. Bu tarafta Kürtler şiddet yoluyla baskı altına alınırken, batıda da Türkler aslında bu şiddetin başka bir izdüşümü olarak teslim alınıyor, sesini çıkaramaz hale geliyor. Dolayısıyla ya buna toplum teslim olacak ya da buna itiraz edecek. İtiraz edilmesi ve buna siyaseten öncülük yapacak inisiyatiflerin ortaya çıkması gerektiğini belirtiyoruz.

HALKIMIZ NEWROZ’U GÜÇSÜZLEŞTİRMEYİ AMAÇLAYAN SÖYLENTİLERE İTİBAR ETMEMELİ

DBP, HDP, HDK ve DTK olarak bu yıl Nevvroz sloganını ‘Direnerek kazanacağız’ olarak belirlediniz. Bu slogan özellikle AKP cephesi ve medyasında “ayaklanma” çağrısı olarak değerlendirilerek toplumdaki gerilim tırmandırılıyor. Direniş sloganının altını nasıl dolduruyorsunuz? Bu çağrıdan ne anlamalıyız?
Newroz kesinlikle bir ayaklanma, bir serhıldan vb çerçevede asla düşünülmüyor. Bunu açık ve net söyleyebilirim. Newroz neticede anlamı itibariyle de zulme, zalimlere karşı mücadele günüdür. Mücadelenin simgesel bir değeridir Newroz. Ana temamız da Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunun çözümü ve Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, özgürleşmesi. Bu açıdan bu anlama uygun kutlamalarda bulanacağız. Fakat havuz medyası, çeşitli fısıltı gazeteleri toplumda bir endişe ve kaygı yaratmaya çalışıyor Newroz’la ilgili. “Olaylar olacak, şiddet devreye girecek, değişik sıkıntılar olacak” şeklinde ifadelerle Newroz’a katılımı düşürmeye çalışıyor. Aslında mesele de bu. Yani bu kadar baskıya rağmen halk sinmediğini, baskılara teslim olmadığını göstermek üzere kitlesel olarak meydanlara çıkarak sesini duyurmak isteyecek. Bunu önlemek, Newroz kutlamalarını zayıf düşürmek için bu tür manşetler atıyorlar, bu tür spekülasyonlar yayıyorlar. Halkımız bu söylemlere, Hükümete yakın kaynakların verdikleri bilgilere itibar etmemelidir. 

İkinci husus şu; hükümetin baskı ve yönelimlerine itiraz eden sadece Kürtler değil, çözüm, barış, demokrasi isteyen, özgürlüklerin genişlemesini isteyen tüm Türkiye halklarının hükümete karşı sözünü birleştireceği görkemli bir Newroz olsun istiyoruz.

KCK’NİN MÜZAKEREYE AÇIK OLDUĞUNU SÖYLEMESİ ÖNEMLİ

Gerek sizler, gerekse KCK yöneticilerinden sürece ilişkin yapılan açıklamalar hem müzakere ve diyalog, hem de direniş çağrılarını barındırıyor. Ama özellikle KCK’den yapılan değerlendirmeler bir miktar kafa karışıklığına yol açıyor. Şöyle deniyor “hangi tarafa bakalım, müzakere çağrılarına mı, yoksa direnişi büyüteceğiz, intikam alacağız” diyen açıklamalara mı?” Ne dersiniz?
KCK açıklamaları KCK’yi bağlıyor. Görüşlerini kendi politikalarını açıklayan bir çerçevede ifade ediyorlar. Dolayısıyla o açıklamalar üzerinden yorum yapmak istemiyorum. Ama şunu önemsiyorum; yani müzakereye açık olunduğu, bu yönde bir eğilim olması halinde bunun değerlendirileceği yönü önemlidir. Bizler, yani siyaset yapan partiler, birlikte hareket ettiğimiz HDP ve diğer demokrasi kurumları olarak şunu sıklıkla ifade ediyoruz; AKP’nin dayattığı savaş politikalarına ve inşa etmeye çalıştığı dikta rejimine direnmek gerekiyor. Bakın, adeta bir darbe durumu var. Basın özgürlüğü yok, hukuk yok, adalet yok, Anayasa askıda, sistem, işleyiş, parlamento, yargı hepsi denetim altına alınmış, birçoğu da işlevsiz bırakılmış durumda. Yani bu hal, olağan bir hal değil. Fiili bir yönetim durumu söz konusu. Cumhurbaşkanı, “Anayasa da, kanun da, hukuk da, nizam da benim” diyor. Bu krallıklarda, diktatörlüklerde olan bir şeydir, buna karşı mücadele etmekten söz ediyoruz. Sorunların çözülmesi açısından siyasi olarak zorlamak gerekiyor. Müzakere ve diyalog bunun için bir yöntemdir, bir araçtır. Bizim dikkat çekmeye çalıştığımız husus, buna karşı siyasi, demokratik, toplumsal mücadeleyi yükseltmek konusudur. Diğer konular örgütlerin kendi yapılarını bağlayan şeylerdir.

SORUŞTURULACAK BİR DURUM VARSA ÖNCE KENDİNİZİ SORUŞTURUN

Tam da bugünlerde, 2013 Newrozu’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çözüm sürecinin ilanı olarak kabul edilen mesajının soruşturma konusu yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Bu soruşturma, AKP Hükümetinin ne kadar güvenilir bir hükümet olduğunu ortaya koyan başka bir göstergedir. 2013 Newrozu’nu herkes hatırlar, İmralı’da yapılan görüşmeler neticesinde hazırlanan deklarasyon Sayın Öcalan imzasıyla Newroz’da hükümetin bilgisi dahilinde bir barış ve çözüm mesajı olarak okunuyor. O metin, hepimizin altına imza atacağı bir metindir. Zaten hükümet de altına imza atmış. Şimdi dönüp bunu soruşturma konusu yapıyorsunuz. Gerçekten çok gülünç bir durum. Yani içinde olduğun bir sürece dair muhataplarına dava açıyorsun, böyle bir şey olabilir mi? Bu kadar gayri ciddi, siyaseten gayri ahlaki bir davranış. Kabul edilemez. Varsa soruşturulacak bir durum dönüp önce kendinizi soruşturun o halde.

Hükümet değil ama CHP süreçle ilgili AKP Hükümetine İmralı ve Kandil görüşmeleri nedeniyle dava açtı biliyorsunuz…
Evet, bu da CHP’nin büyük bir ayıbıdır. Yani sen çözüm ve barış girişimine niye dava açıyorsun? Çözüm ve barış arandı diye dava açılabilir mi? CHP kalkıp, örneğin Cizre’de bu kadar sivil insan dünyanın gözü önünde katledildi, buna dava açmış olsa, bu anlamlı olurdu. Derdik ki “Bu bir çözüm, barış amaçlı bir adımdır.” Ama sen barış ve çözüm arayışına dava açarsan şu sorulur: “Amacın ne?” Demek ki yarın iktidar olduğunda sen de savaş yolunu tercih edeceksin. CHP açısından büyük bir ayıptır.

TOPLUM YENİ MUHATAPLAR YARATMALI

Bir de muhataplık meselesi var biliyorsunuz. Artık ne İmralı’nın, ne de Kürt özgürlük hareketinin muhatap alınmayacağını söyleyen Başbakan Davutoğlu, Mardin’de açıkladığı Terörle Mücadele Eylem Planı’nda “muhatabımız millettir” gibi belirsiz bir muhataplık söylemi kurdu. Siz de bir söyleşinizde, “Türkiye'nin yeniden yapılanmasını sağlamak için muhatapları yaratmak gerekiyor" diyorsunuz. Açar mısınız, muhataplar nasıl yaratılacak? 
Şöyle; açıkçası şu an Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten hükümet kimse sorunun çözümü açısından onu dikkate almak durumundasınız. Onunla müzakere etmek, onunla diyalog yapmak zorundasınız, çünkü yürütme ekibi. Fakat şu an Kürt sorunun çözümü açısından bu hükümetin izlemiş olduğu şiddet ve savaş politikaları, çözüm açısından kendini muhatap olmaktan çıkarttı. Biz de dönüp Türkiye toplumunun tamamına, AKP’yi destekleyenlere de desteklemeyenlere de şunu söylüyoruz; bakın bu mesele AKP, CHP, HDP meselesinin üstünde bir ülke meselesi. Eğer Türkiye toplumu bir savaş ve şiddet politikası değil de barışçıl, demokrat yollarla çözüm istiyorsa biz şunu söylüyoruz, bu hükümet o hükümet değil. Yani AKP hükümeti şu an kendisini çözümün, barışın muhatabı olmaktan çıkardı. Türkiye toplumu barış ve çözümü ortaya çıkartacak muhatapları ortaya çıkartmalı.

Nasıl?
Biz şuna dikkat çekmek istiyoruz; dediğim gibi AKP çözüm ve barış adresi olmaktan çıktı, o halde eğer toplum çözüm ve barış istiyorsa yeni muhataplar yaratmalıdır. Bu toplumun elinde olan bir şeydir. Seçimle bunu gerçekleştirebilir, toplumsal baskıyla bunu gerçekleştirebilir. Yani eğer toplum çözüm ve barış talebini yükseltirse AKP şiddet ve savaş politikasını sürdüremez. Ya da sürdürürse o zaman önümüzdeki ilk fırsatta toplum onu değiştirir. Çözüm getirecek yeni muhatap yaratır. Bizim işaret ettiğimiz bu.

‘SEN SESİNİ ÇIKARMASAYDIN BU KADAR ZULÜM ETMEZDİLER’ YAKLAŞIMI DOĞRU DEĞİL

Çatışmasızlığın sona ermesinden bu yana sol, liberal, demokrat çevrelerden Kürt hareketine yöneltilen eleştirilerden biri de şu; “Kürt hareketi savaş siyaseti  izleyerek AKP siyasetinin daha da otoriterleşmesine zemin hazırladı!” Ne yanıt verirsiniz? 
1.Dünya Savaşı’nın gerekçesi ne kadar Avusturya Macaristan prensinin öldürülmesi ise, bu dönem savaşın nedeni de o kadar hendekler ve barikatlardır. Bunların hepsi birer bahane, birer gerekçe oldu. Yani savaş politikasına karar vermiş bir hükümetle karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım. Kurt ve kuzu hikayesi gibi. Yani kuzu gidip kurdun aşağısından su içse bile kurdun derdi kuzuyu yemek ya, “sen benim suyumu bulandırdın” diyor. “Ben senin aşağından su içiyorum senin suyu nasıl bulandırabilirim” diyor kuzu ama nafile. Bence bütün demokratlar, yazarlar, aydınlar, liberaller durumu böyle görmeliler. Amenna, Kürt siyasi hareketine de eleştiriler olmalıdır, eleştirileri dikkate de almak gerekiyor, yanlışları görmek, değerlendirmek gerekiyor. Fakat devlet baskı uygularken Kürde “Niye boyun eğmedin de sesini çıkarttın” dememeli. Baskı yapana yüklenmek lazım. Bu dönem yapılması gereken budur. Yoksa “sen sesini çıkarmasaydın bu kadar zulüm etmezdiler” gibi yaklaşımlar gerçekten özgürlükçü yaklaşıma sahip insanların yaklaşımı olamaz. O açıdan daha objektif değerlendirmelerini rica ediyoruz.

BELEDİYELERİMİZ ÜZERİNDEKİ BASKI HAD SAFHADA

HDP’li 5 siyasetçinin meclise gönderilen fezlekelerinin “kaderlerinin” 21 Mart’ta belirleneceği söyleniyor. 21 Mart’ı işaret eden başka bir açıklama da İçişleri Bakanı Efkan Ala’dan geldi. Operasyonların bitiş tarihlerini sürekli revize eden Ala, bu kez 21 Mart’ı işaret etti. Her iki mevzuda 21 Mart’ın işaretlenmesinin nasıl bir anlamı var?
Ben ikisinin de çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Çok spekülatif şeyler ifade ediliyor. 21 Mart’ta ya da öncesinde meclis fezlekelerle ilgili karar alamaz çünkü Newroz’a kadar zaten meclis tatil! Operasyonlar konusuna gelince, Nusaybin’de Şırnak’ta, Yüksekova’da yeni başlattıkları operasyonlar var. Newroz’a kadar hangisini bitirecek bilmiyoruz. Dolayısıyla 21 Mart’ta endekslenerek işaret edilen iki hususun da karşılığı olduğunu düşünmüyorum.

Efkan Ala’nın belediyeler üzerindeki baskıların daha da artacağına işaret eden açıklamaları da oldu. Hatta, “Belediye hizmetlerini de biz yaparız” dedi. En son Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne yol yapımının bile yasaklandığını anımsatalım. Bir yandan da tutuklama, görevden almalar sürüyor. Baskılar karşısında nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Öncelikle Türkiye toplumu şunu bilsin istiyoruz, AKP, bizim DBP’li belediyelerin çalışmaması için elinden geleni yapıyor. Hizmet yaptırmamak, belediye başkanlarını tutuklamak ya da görevden almak için öne sürdüğü bütün gerekçeler de yalandır, yanlıştır.

“Belediyelerin iş makineleriyle mahallerde hendekler kazılıyor” iddiaları için söylüyorsunuz?
Evet. Bilinçli ve planlı bir şekilde yapılan belediyelerimizin barikat, hendek vb süreçlerin içinde olduğu propagandalarının hiçbirinin gerçek tarafı yok. Müfettişler gelip haftalarca, aylarca denetimlerde bulundular belediyelerde, o yönlü hiçbir şeye rastlamadıkları gibi, hiçbir usulsüzlüğe, yolsuzluğa da rastlamadılar. Çünkü yok. Ama bu dönem Kürt siyaseti üzerinde, demokrasi güçleri üzerinde topyekün baskı yürütmek için yandaş medya aracılığı ile bir zemin oluşturuyorlar. Belediyelerimizle ilgili de böyle bir şey oluşturdular, iftiralar, karalamalar gerçekleştirdiler sonra da görevden almaların ya da tutuklamaların gerekçesi yaptılar. Şu an baskı had safhada zaten. Hiçbir belediyemiz sağlıklı işleyecek bir halde değil, hiçbir faaliyet yaptırılmıyor, hizmet yaptırılmıyor. 36 belediye eş başkanımız görevden alındı, 21’i hala tutuklu, cezaevinde. Meclis üyelerimiz keza öyle. Düşünün ki, Çatak Belediyesi Eş Başkanımız Evin Keve, “öz yönetim ya da özerklik talep edebilir ihtimaline binaen” tutukludur şu anda. Yani düşünce okuyarak, niyet okuyarak bir hukuk işletiyorsunuz. Bundan öte söylenecek söz yoktur.

BARIŞ, ÇÖZÜM KAVRAMLARINI NEREDEYSE AĞZIMIZA ALAMAYACAK HALE GELİYORUZ

Toplum psikolojisinin de tahrip edildiğini söylediniz. Gerçekten de onca kayıp, onca acı, onca yıkım yaşayan Kürt halkının duygusu açısından gözleminiz nedir? Kürt halkı bunca şeyden sonra hala demokratik çözüm ısrarını sürdürüyor mu?
Kürt halkında duygusal anlamda, bu uygulamalar neticesinde maalesef büyük kopuşlar var. Ve bu öyle propaganda vs. için söylediğimiz şeyler değil. Maalesef diyoruz çünkü Türk halkı da, Kürt halkı da aynı çatı altında eşit haklarla, özgür eşit yaşayabilir. Biz buna inanan, bu perspektifte siyaset yapan, bunu başarmaya çalışan insanlarız. Ama maalesef Kürt toplumu duygusal olarak da, fiziksel olarak da bu zeminden uzaklaşıyor. Düşünün, barış, çözüm kavramını neredeyse ağzımıza alamayacak hale geliyoruz toplum içinde. Şimdi, barış ve çözüme vurgu yaptığımız, bunda ısrar ettiğimizi belirttiğimiz bu röportajınız yayınlandığında birçok tepki gelecektir bize. “Hangi barıştan, hangi çözümden söz ediyorsunuz, bunlarla ne barış olabilir” sesi çok yükseliyor. Biz ısrarla ve ısrarla bu savaş politikalarına rağmen yine de çözüm gelişebilir, yine de bir gelecek inşa edebiliriz, bizim de diğer toplumlarla eşit, özgür yaşayabileceğimiz olanakları yaratabiliriz şeklinde toplumumuzu aydınlatmaya çalışıyoruz fakat hiç kolay bir durum yok ortada. Bu konuda bizler oldukça zorlanıyoruz. Bunun karşılığı ne olmalı, ayrışma mı, bölünme mi, başka bir yöne kayması mı, bu tümüyle devletin, hükümetin politikalarına bağlı olacak. Bu politikalar sürdürüldüğü sürece hiç kimse Kürt halkının yüzünü bir daha Ankara’ya, Türkiye’ye çeviremeyebilir, bin yıllık süreç AKP politikaları neticesinde sonlanabilir, değişebilir. Bu kadar zulüm, bu kadar katliam Kürt halkının duygularını ciddi şekilde değiştiriyor ama ısrarlı bir şekilde demokratik çözümü aramak durumundayız.

ÖNCEKİ HABER

Cerattepe’de keşif günü

SONRAKİ HABER

Hükümet ve Saraydan daha önceki iki saldırıda yapılan açıklamaların aynı açıklamalar geldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...