31 Ocak 2016 04:47

Burjuvazinin arkasından gözyaşı dökmeye dair...

Paylaş

Bülent FALAKAOĞLU

Mustafa Koç’un ölümünün üzerinden günler geçti. Ne ardından düzülen methiyeler son buldu ne de hakkında sürdürülen tartışmalar.
Günlerce süren, “iyi adamdı” söylemleri karşısında ‘sol’dan gelen itirazlar oldu. İşçi hakları karşısındaki acımasızlığı hatırlatıldı.  
‘Sol’dan gelen hatırlatmalara da... “Ama laik sermayenin temsilcisiydi. Demokrat bir burjuvaydı” cevapları yetiştirildi. Tartışmalar, özellikle sanal iletişim ortamında yapılan kavramsal, teorik atışmalarla alevlendi.

Hal böyle olunca tartışmaya dahil olmak kaçınılmaz oldu.

Önce ‘iyi adamdı’ tespitinden başlayalım.

‘İyilik görecelidir” gibi tartışmalara girmenin alemi yok! Onu iyi bulan bulsun. İyi bulanın karşısına geçip de ‘yok kötü adamdı’ demek de yersiz. Lakin ‘iyi bulanlar’, tüm kamuoyunun, onu geride büyük bir boşluk bırakan, büyük bir değer yitimi, iyilik timsali olarak tanımasını dayatırsa işte o zaman iş değişir. Nitekim Mustafa Koç hakkında günlerce yapılan yayınlar, sanal ortamdaki paylaşımlar, işi bireysellikten çıkarıp, böylesi bir dayatmaya dönüştü.     

O zaman da itirazlar kaçınılmaz olarak geldi.

Böylesi durumlarda itiraz, kişinin sağ ya da ölü olmasına bakılmaksızın gelir.  

Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayramlarda evinin önündeki çocuklara çikolata dağıtması, harçlık vermesi... “Versin iyidir, çocuklar sevinir” denilip geçilebilir.

Fakat çikolata dağıtımı, çocuklarla anlık iletişimi üzerinden cumhurbaşkanının ne kadar iyi, halkçı bir  insan olduğu propagandasına dönüştürülünce... İş ‘iyidir’ denilip geçilir olmaktan çıkar.

İşte o zaman ölen çocuk işçiler hatırlatılır.

Bir ülkenin iç savaşa sürüklenmesini önlemeyi düşünmek yerine, Esad bir an önce devrilsin diye iç savaşı körüklemeyi tercih eden politikanın çocuklara yaşattığı dayanılmaz acılar anımsatılır.

“Çocuğum cips istedi cebimde param yoktu alamadım, ısrar edince tokatladım sonra kendimden tiksindim” diyen grevci işçinin karşına polis dikilmesi sorgulanır. “Onun çocuğu çocuk değil mi? diye sorulur.

Koç ailesine ilişkin de iyilik dayatması yapılınca...  

Metal işçisinin en küçük hak talebinin karşısına patrondan önce dikilsin diye... Fabrikalarda ‘Koç’ gibi büyütülen Türk Metal Sendikasının hak talep eden işçiyi darbettiği hatırlatılıp... “Bu Koçlar mı iyi?” diye sorulur elbette.  

MESELE TABİİ Kİ ‘OH OLSUN’ DEĞİL

Meseleye sınıfsal bakanlar açısından, meseleyi kişiselleştirmek (Ali, Mustafa, Vehbi meselesi gibi algılamak) doğru değil.
Kapitalizmin, sermayenin egemenliğine dair karşıtlığı kapitalist kişilere düşmanlık düzeyine indirmek ilkel bir muhalefet. Sınıf savaşını onun kolluk kuvvetleriyle çatışmaya indirgeyen ‘sol’ sapma anlayışın bir tezahürü... 200 yıl önce mahkum edilmiş bir anlayış bu!

200 yıl önce (sanayi devriminin ilk yıllarında), işçiler işsizliğin artmasına etken olarak gördüğü makineleri kırma eylemi yaptı. Bütün Avrupa’da 40 yıl boyunca yaptılar bunu. Fakat makineleri kırmak işsizliği önlemeyince, yaşanan yoksulluğu gidermeyince... İşçiler gerçek düşmanlarının makineler değil, makinelerin sahipleri olan kapitalistlerin kurduğu düzen olduğunu kavradı.

Hemen belirtelim ki... 200 yıl önce kavrananı unutup kişisellik yanlışına düşenleri eleştirip burjuva demokratlığından dem vuranların da 220 yıl önceden öğrenmeleri gerekenler var.

“Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganı etrafında birlikte gerçekleştirdikleri Fransız Devrimi (1789) sonrası burjuvaziden yedikleri ‘feci kazık’ işçilerde şu netleşmeyi sağladı: Devletten ve sermayeden bağımsız bir sınıf olarak örgütlenmedikçe, burjuvazinin zulmünden kurtulamayız.

Bu burjuva zulmü tespiti içinde... ‘Gezi’ halk hareketi sırasında, sahibi oldukları Divan Otel’i, zulme direnen Gezi emekçilerine açan Koç grubunu nereye koyacağız?

200 YIL ÖNCEKİ DERS DEĞİŞMEDİ

Gezi dönemi, tıpkı emekçiler ve birçok toplumsal kesim gibi, bu ülkenin en başat sermayesinin, burjuvazisinin örgütü TÜSİAD üyeleri üzerinde de... Ağır vergi yükü, vergi cezaları, hedefe koyma, kazanılmış özelleştirme ihalelerin iptali gibi yöntemlerle hükümet baskısının iyice arttığı bir dönemdi.

Burjuvazinin de iktidarı dizginlemeye ihtiyacı vardı. Ve tıpkı 200 yıl önceki gibi iktidara karşı Gezi’dekilerle işbirliği yapmakta hiçbir beis görmedi. Aynı dönem emekçi sermayenin karşısına dikilince de devlet aygıtını kullanarak (hükümet de dahil tüm kurumlarını harekete geçirerek) işçinin tepesine binmekte hiç tereddüt etmedi.

Örnek mi?

Metal sektöründeki büyük kârlardan hakkını almak için greve çıkan Birleşik Metal üyesi işçilerin grevi yasaklandı. Patronlar istedi hükümet de hiç inandırıcı olmayan “milli güvenlik” gerekçesiyle yasakladı. Hangi patronların?.. Cevap: MESS üyesi patronların. MESS’e bağlı Koç firmaları; Ford, Otokar Otomotiv ve Savunma Sanayi, Türk Traktör, Arçelik, Otokoç, Tofaş... Saymakla bitmiyor Hükümet işte bu patronlara işçi barikatını yıkmak için koçbaşı olma konusunda bir an bile tereddüt etmedi.

Geçtiğimiz Mayıs ayında yaşanan büyük metal direnişinde de gördük aynı ittifakı. O ittifak AKP devletleştikçe giderek büyüyor.
Hayatını kaybetmeden bir gün önce Mustafa Koç, kiminle görüşmüş? Cumhurbaşkanı Erdoğan ile... Ne için?.. Cevap: Tank tüfek işleri için. Ortadoğu’da kapitalist denge yeniden kurulurken AKP ülke burjuvazisinin ufkunu Ortadoğu’ya doğru açıyor. Yeni pazarlar için Koç gibilerle savaş ortaklığı büyüyor.  

Ve bu süreçte laik-muhafazakâr ayrımı ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile merhum Mustafa Koç arasındaki masa muhabbetindeki ayrıntı olarak kalıyor: Alkolü azalttın mı...

Devlet-sermaye (burjuvazi) arasındaki ilişkiyi anlatmak için muazzam bir süreç değil mi?*

* İşin bu boyutunu daha derinlemesine tartışmayı da yarınki köşe yazıma bırakıyorum.

ÖNCEKİ HABER

Cizre’de devlet; Ya da işgal edilmiş eve asılan bayrak!

SONRAKİ HABER

Babuşkin ve İlknur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...