Alex STOUT
Giorgio CAFIERO
Lobelog.com
21. yüzyıl boyunca, petrol zengini İran Körfezi ülkesi Kuveyt, bölgeye nispeten daha istikrarlı ve güvenliydi. Bu sükunet Kuveyt’in Sünni ve Şiilerinin uyumla birlikte yaşamasına, yöneten kralın da azınlığa uzlaşısına dayandırılabilirdi. Gerçekten de, al Sabah Hanedanlığı ve Kuveytli 400 bin Şii arasındaki nispeten olumlu ilişki, tutuculuk probleminin şiddetli huzursuzluklara ve hükümet destekli sıkı yönetim uygulamalarına sebep olduğu Suudi Arabistan ve Bahreyn’e kesin bir tezat oluşturmakta idi.
Ancak, Kuveyt’in Sünni, Şii vatandaşları her zaman böylesi bir uzlaşım içinde değildi. İran Devrimi ve sonrası boyunca, birçok Kuveytli Sünni, Şii azınlığın krala olan sadakatini sorgulamıştı. Güvenlik güçleri birçok Kuveytli Şii’yi görünürde temelsiz sebeplerden dolayı gözetlemiş ve tutuklamıştı. Kuveyt’in tutuculuk gerilimi 1990’larda Irak istilasının devamında önemli ölçüde hafifledi. Teorik anlamda kendilerini tek millet olarak gören İran Körfezi Ulusu’nun Sünni ve Şiileri, Saddam’ın iktidarı kaybetmesi sonrasındaki tutucu atmosfer diğer Arap ülkelerinde sürekli olarak arttıkça ve bunun ardında İran’ın bölgesel nüfuzu yükseldikçe Kuveyt içerisinde huzur sağlayabilmişlerdi.
Ancak bugün, Kuveyt’in istikrarı Irak ve Suriye ile komşu olan İslam Devleti (İD ya da IŞİD) ve Körfez İşbirliği Konseyindeki (KİK) ona bağlı kurumlar tarafından tehdit altında. Vurgulandığı gibi, Kuveyt şehrinde tarihi bir Şii camiinde bir cuma namazında 27 kişinin ölümüne, 227 kişinin yaralanmasına sebep olan intihar saldırısıyla IŞİD, Körfez Araplarını örgütleyip Kuveyt ve ötesinde grubun tutucu faaliyetlerini gerçekleştirebileceğini göstermiş oldu. En sonunda, Kuveyt Şiilerine karşı terör, bu Körfez ulusunu bölgede yeni bir islamcı odak noktası haline getirme potansiyelini gösterdi.
IŞİD KUVEYT’TE
1967’deki Filistin-İsrail savaşı sonrasında Selefiler ya da Vahhabiler (Sünni İslam’ın aşırı katı bir mezhebinin destekçileri) Kuveyt ve diğer Ortadoğu ülkelerinde Arap milliyetçiliği ve Nasırcılık gibi seküler ve sol doktrinlerin çöküşünden oluşan ideolojik boşluğu doldurarak, kendilerine alan yaratmışlardı. 70’lerde Selefiler Kuveyt’in seçkin tabakasında daha büyük bir nüfuza sahip oldular. Önde gelen tüccar aileleri Selefi öğretileri benimsedi. Selefiler petrol canlılığının ekonomik kazanımlarının hasadını biçtikçe ve toplumun zengin üyeleri haline geldikçe, al Sabah hanedanlığına tehdit olarak algılanan İran Devrimi ve Müslüman Kardeşlerin varlığı, hanedanlığı Selefileri bir ‘böl ve yönet’ stratejisinde arka çıkmaya teşvik etti.
Yıllar içinde Kuveytli Selefilerin geniş bir kesimi dünyada cihat davasına parasal destek olacak birçok şebeke kurdu. Kuveyt’in belirli terörist şebekelere maddi destek kaynağı olması durumu, Kuveyt’in bu sponsorlukları çökertmedeki başarısızlığını eleştiren Washington ile bir gerilim yarattı. 2014 mayıs ayında, Kuveyt’in eski Adalet ve İslami İlişkiler Bakanı Nayef al Ajmi, BM Terörizm ve Finansal İstihbarat Müsteşarı David Cohen onu el Kaide’nin Suriye branşı olan el Nusra’ya bağış yapmakla suçladıktan sonra, istifa etmişti.
Buna rağmen eylül 2014’te Kuveyt, IŞİD’e karşı genellikle lojistik ve sembolik bir katkıda bulunacak şekilde, Washington’un başını çektiği bir koalisyona katıldı, ama yine de grup IŞİD’in ideolojisini ve Irak ve Suriye rejimlerine karşı savaşım yöntemini destekleyen bazı zengin Selefilerden önemli bir destek de aldı.
Bu durumda söylenebilir ki, Kuveytli Selefilerin çoğunluğunun IŞİD destekçisi olduğunu söylemek ve birçok Kuveytli Selefinin şiddete karşı olduğunu ve Irak sınırının ötesinde kendini meşru ilan eden “halife”yi reddettiğini görmezden gelmek tutarlı olmayabilir.
Kuveyt’teki Selefiliğin iç dinamikleri çok sayıda bölünme ile biçimlenmiştir, özellikle “gelenekçi” ve “aktivist” kampları arasında. Gelenekçiler genellikle apolitikler ve dinin gündelik hayattaki barışçıl uygulamalarına odaklanıyorlar. Öte yandan aktivistler (haraki), politik alanda daha fazla nüfuz sahibi olmak istiyorlar. Bazıları şiddeti bu amaçta meşru olarak görüyor. Kuveyt’teki bu Selefi cihatçıların bazıları Afganistan, Balkanlar ve daha yakında Irak ve Suriye gibi kendi ülke sınırlarından çok daha uzak ülkelerde savaştılar. Hangisinin ya da kaçının 26 Temmuz saldırısında ya da Kuveyt’teki diğer başarısız terör eylemlerinde rolü olduğu belli olmamasına rağmen, IŞİD kesinlikle potansiyellerini gözlemekte.
Geçen kasım, IŞİD Lideri Ebu Bekir Bağdadi, bir ses kaydında “halife”nin Körfez Arap monarşilerine göz koyduğunu ve bölge halklarını kendi “döneklerine” ve batı destekli hükümdarlıklarına karşı ayaklanmaya çağırdığını ilan etti. IŞİD önceden Kuveyt bölgesini de kapsayan sözde bir “İslam Devleti” haritası da yayımlamıştı. 26 Temmuz’da bir militan başkentte tarihi bir Şii camiinde patlayıcı yüklü yeleğini patlatıp, 27 kişinin ölümüne ve 227 kişinin yaralanmasına sebep olduğunda grup, Kuveyt bölgesinde tahribat yaratma niyetini net bir şekilde gösterdi. 1995’ten beri Kuveyt’te İslamcıların düzenlediği ilk olay olan saldırı, Najd bölgesinden bir Suudi vatandaşı (Suudi Arabistan merkezli bir IŞİD birimi) tarafından gerçekleştirildi ve derhal sosyal medyaya taşınıp grup tarafından üstlenildi.
Ölümcül saldırı yalnız Kuveyt’in değil, tüm KİK ülkelerinin güvenlik açığını gösterdi. İntihar bombacısı Suudi Arabistan’dan kaçıp Bahreyn’de kısa süreliğine konakladı ve tarihi Şii camiinde yeleğindeki bombayı patlatmasından saatler evvel Kuveyt’e vardı. Suudi ve Bahreyn otoritelerinin radarları altında hareket edebiliyor olması IŞİD’in yerel şebekeleri vasıtasıyla KİK ülkelerindeki güvenliği aşabilme kabiliyetini vurguladı. Kuveyt şehrindeki olaydan yapılabilecek en korkutucu gözlem, saldırının zamanlaması göz önüne alındığında yerel gruplardan kara lojistiği desteği alınmış olması gerektiğiydi. Uzmanlar IŞİD’e bağlı kurumların sayısının eskiden tahmin ettiklerinden çok daha fazla olduğunu tartışıyorlar. KİK sözcülerinin raporlarına göre, güvenlik, polis ve ülkedeki ABD ordusu ve personelinin hareketlerini bildirmek için geniş bir sosyal medya platformları dizisi kullanıyorlar.
KUVEYT’TE SEKÜLER DENGELER BOZULACAK MI?
Süregelen silahlı çatışmalar ve tutucu/etnik çekişmeler Ortadoğu’da yükselmeye ve Batı İran Körfezi’ndeki Arap monarşilerine yeni tehditler oluşturmaya devam etmekte. 26 Temmuz saldırısı Kuveyt’teki huzurun kırılganlığını ve ülkenin dış tehditlere karşı savunmasızlığını gözler önüne serdi. Şii camiindeki intihar saldırısı bir yana, bölgesel gelişmelerden beslenen tutucu gerilim Kuveyt’in politik sahnesinde daha da büyümekte. Yemen’de devam eden savaş ve Bahreyn’deki Şii ayaklanması son zamanlarda Kuveyt parlamentosu üyelerini kutuplaştırdı. Şii politikacılar hükümetin “Kesin Fırtına Operasyonu”ndaki rolüne ve Bahreyn kralı ile ittifakına muhelefetlerini dile getiriyorlar. Aynı zamanda bazı Kuveyt’liler, 2014’te IŞİD’in Musul’u ilhak etmesini destekleyerek bir “özgürleştirme hareketi” olarak görmesi, birçok Şii’yi alarma geçirdi.
Geçen yıl Irak ve Suriye’de IŞİD’in çok hızla güçlenmesi bölgenin jeopolitik durumunu bozan, Kuveyt dahil tüm bölge devletlerini yeni güvenlik çıkmazlarıyla karşı karşıya bırakan majör bir kırılma noktasıydı. Tahran ve küresel güçlerin yazın Viyana’da imzaladıkları dönüm noktası niteliğindeki nükleer anlaşma ile sonuçlanan stratejik değişimler de, ezeli rakipler İran ve Suudi Arabistan arasında bulunan Kuveyt’i sarsacak. Katar ve Umman gibi Kuveyt de, İran’ın ekonomik açılımını doğal gaz ihracatını güvence altına almaya bir fırsat olarak gözlüyor. Krallık Şii vatandaşlarını IŞİD’in Körfez monarşilerinde terör ve yıkım yayma amaçlarına karşı korurken, şehrin Riyad ile bir dizi bölgesel konu üzerindeki iş birliğine karşın Tahran ile gelişen bir ilişkiyi dengelemekte dikkatli olmalı. Bu dengeyi sağlayamamak ülkeyi muhafazakar kesimler arasında bölebilir, bu gerilimlerden güç alan aşırı gruplara açık bir hedef haline getirebilir.
Batının yakın bir müttefiki, IŞİD’e karşı ABD koalisyonuna dahil ve neredeyse yarım milyon Şii Müslüman’ın yurdu olarak Kuveyt, grubun liderlerinin Arap monarşisine doğrudan tehditler göndermesi ışığında gelecekteki IŞİD kumpasları için makul bir konum. Kuveyt’in gururu, Sünni ve Şii vatandaşlarının barışçıl bir şekilde bir arada yaşaması. Fakat, tarihin bu kritik noktasında, Kuveyt yöneticileri ülkenin ulusal dokusunu koruma ve yeni yerlere bağnazlık ve katliam götürmeye adanmışlıklarını göstermiş olan IŞİD ve benzeri aşırı gruplara karşı koruma göreviyle karşı karşıya.
(Çeviren: Batuhan Gündoğdu)
Evrensel'i Takip Et