29 Ekim 2015 00:43

Baluken: AKP, güdümünde olması şartıyla PYD’ye temsilcilik vadetti

Evrensel'e konuşan HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, 'Bunu ilk kez açıklıyorum. Yaptığımız görüşmelerde bizzat tanıklık ettim. Türkiye PYD’nin IŞİD, el Nusra’yla iş tutmasını istedi. Bunu yapmış olsaydı Ankara’da PYD’ye temsilcilik açmış olacaklardı. 2 sene önce bunu vadetmişlerdi. Ama PYD, Türkiye’nin denetimine girmeyi reddetti' dedi.

Paylaş

Cumhur DAŞ/Hasan AKBAŞ
Diyarbakır


Türkiye, 7 Haziran’dan sonra yaşanan savaş ortamının gölgesinde pazar günü sandık başına gidecek. Sandıktan çıkacak sonucun yaşanan gerginliği bitirip bitirmeyeceği tartışılırken, seçim güvenliği konusunda da endişeler sürüyor.

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken’le seçimler başta olmak üzere ülke gündemini konuştuk. HDP’nin seçimlerde büyük bir başarı sağlayacağını söyleyen Baluken, Türkiye halklarının barış için HDP’yi umut olarak gördüğünü, tüm saldırılara ve baskılara rağmen bu görüşün güçlendiğini söyledi. AKP’nin Kürt politikasını eleştiren Baluken çarpıcı bir bilgi de verdi. AKP’nin kendi güdümünde bir Rojava için çabaladığını ve PYD’ye kendisiyle birlikte hareket etmesi durumunda Ankara’da bir temsilcilik açmayı vadettiğini söyledi.

1 Kasım seçimlerine sayılı günler kaldı. Seçim atmosferini nasıl değerlendiriyorsunuz?

7 Haziran’dan bugüne Türkiye’de aslında tam bir fiili darbe süreci yaşıyoruz. Bu fiili darbe süreci savaş konsepti ile beraber ayakta tutulmaya çalışılıyor. Çözüm ve barış umudunun çok güçlü bir şekilde açığa çıktığı 7 Haziran seçimlerinin boşa çıkartılması ile Türkiye halkları zorunlu bir seçimle karşı karşıya kaldı. Bu bir dayatma olduğu ve içerisinde savaş konseptinin esas alındığı bir darbe anlayışını barındırdığı için doğal olarak diğer seçimlerde gördüğümüz heyecanı, coşkuyu göremiyoruz. Çünkü savaşın faturası çok ağır bir şekilde yaşanıyor. Neredeyse son bir kaç ayda ölümlerin yaşanmadığı bir gün olmadı. Sokağa çıkma yasakları, sivil katliam girişimleri, askeri operasyonlar, askeri güvenlikli bölge ilanları ve en nihayetinde Ankara’da canlı bombaların patlaması ile beraber Türkiye tarihinin en ağır katliamlarından birinin yaşanması bu seçim havasından coşkunun, heyecanın ve bir yönüyle beklentinin biraz daha düşmesine neden oldu. Tüm ülkede bu savaş sürecinin devam edip etmeyeceği ile ilgili, barış ve demokratik bir geleceğin nasıl olacağına dair çok yoğun bir kaygı var. Bu endişeler ön planda olmakla beraber ilk defa insanlarda bu düzeyde seçime dair bir motivasyon olduğunu görüyoruz. Çünkü insanlar 1 Kasım’ı bu politikalara karşı bir cevap verme günü olarak görüyorlar. Aslında son birkaç aydır sadece can güvenliğinin ortadan kalktığı bir savaş süreci yaşanmadı, Kürdistan’ın hemen hemen her ilinde insanlığa karşı suçlar işlendi. Bütün bunlar halkımızda büyük bir öfke yaratmış durumda. Halkımız şöyle değerlendiriyor; Bu gerilimi AKP bilinçli olarak besliyor. Bu çatışmaların ve kaosun derinleşmesini istiyor. Biz bütün bunların farkındayız, buna karşı vereceğimiz bir cevap var. Tepkimizi sandığa güçlü bir şekilde yansıtacağız.

Nasıl bir seçim çalışması yürüttünüz? Ne tür baskılarla karşılaştınız?

Aslında partimizin çalışmaları üzerindeki baskının en büyük aynası Ankara Katliamı’dır. Ankara Katliamı’nda bu dönem parlamentoda görmek istediğimiz arkadaşlarımızı yitirdik. Yine Ankara Katliamı’yla barışçı bir etkinliğe bile nasıl bir yönelime girebileceklerini gördük. Seçim beyannamemizin yasaklanmasından tutun, parti çalışanlarımızın tutuklanmasına, adaylarımızın engellenmesine kadar tüm çalışmalarımızı boğma girişimi var. Son bir iki aydır siyasi soykırım operasyonları muazzam bir hız aldı. 1500’e yakın arkadaşımız cezaevlerine gönderildi. 20 belediye eş başkanı arkadaşımız tutuklandı. Büyük bir saldırı dalgasıyla karşı karşıyayız. Bu seçim döneminde 100 arkadaşımızın cenazesini Türkiye’nin dört bir yerine yollamak mecburiyetinde kaldık. Halen yasımız devam ettiği için ve yeni saldırıların olabileceğini göz önünde bulundurduğumuzdan dolayı miting gibi büyük etkinliklerimizi iptal ettik. Öte yandan medyada ağır bir sansürle karşı karşıyayız. Çalışmaya başladığımız andan itibaren halkımız yine bu çalışmayı omuzladı. Şu anda halk önde, partimiz arkasından takip ediyor diyebiliriz. Ben 7 Haziran’ı da aşacak bir motivasyonun oluştuğu kanaatindeyim.

Yaşanan bu tabloda halkta barış talebi ve Türkiyelileşme konusunda bir kırılma var mı?

Hayır. Bu katliam ve savaş konsepti, siyaseti devreden çıkaran, parlamentonun kapısına kilit vuran darbe zihniyeti tam tersine Türkiyelileşme ısrarının ve toplumsal barışla ilgili talebin ne kadar değerli olduğunu daha fazla açığa çıkarmış durumda. Çözüm süreci yürürken farklı noktalardan HDP’nin çalışmalarına ilişkin bir takım eleştirilere sahip olan çevrelerle, AKP’nin savaş politikalarından sonra görüştüğümüzde HDP’nin duruşunun barış için ne kadar önemli olduğunu yeni yeni kavradıklarını söylüyorlar. HDP’nin Türkiyelileşme ısrarının Türkiye açısından ne kadar hayati olduğunu bu son saldırılarla gördüklerini söylüyorlar. Çünkü HDP sadece Kürt’ün hakkını değil, Türk’ün, Laz’ın, Çerkes’in, Arap’ın, Alevi’nin, Sünni’nin, gayrimüslimin yani bu coğrafyanın bütün kimliklerinin zenginliğini sembolize ediyor. Bu kadar tekçi bir anlayışla kendi hegemonyasını kurmaya çalışan bir anlayışa karşı insanlar HDP’nin tek umut olarak bu seçim döneminde sıyrıldığını söylüyorlar. İstanbul’da, Antalya’da, Karadeniz’de, Diyarbakır’da birçok kesim bu karamsarlık bulutu içerisinde HDP’nin çoğulcu demokrasi anlayışının kendileri için umut olduğunu söylüyor.

Sayın Demirtaş ‘Sandık taşıma kararlarına itiraz etmeyin’ dedi. Bir yandan da seçim güvenliği halen tartışılır noktada. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu seçimin resmi sonuçları açıklanana kadar AKP Hükümetinin talimatlarıyla bütün bu antidemokratik uygulamalar ve sandıktaki halk iradesini gasbetme arayışları devam edecek. Burada biz ısrarla bu arayışlar devam ederken hep hukuku ve anayasayı gösterdik. Ama Türkiye’de yasayı ve anayasayı tanımayan bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun emrindeki AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Bunlar devletin bütün kurumlarını adeta tahakküm altında tutuyorlar ve belli ki sonuna kadar bu gücü kendi lehlerine bir sonuç yaratmak için de devreye koyacaklar. Dolayısıyla burada artık sürekli devlet kurumlarına çağrı yapmak, sürekli ortaya konulan uygulamalardan şikayet etme pozisyonundan vazgeçip bir an önce halkımızla beraber kendi tedbirlerimizi almak istiyoruz. Halkın seçime katılım oranını düşürmek istiyorlar. Ama halkımız çok net mesajlar veriyor. ‘Sarayın bahçesine de sandık kurulsa, her yanımıza mayın da döşeseler gidip oyumuzu kullanacağız’ deniliyor. Tabii ki ilgili hukuk prosedürleri işletilecek. Ama eş başkanımızın ifade ettiği şey onlardan bir beklenti içerisine girmek yerine halkın kendi tedbirini kendisinin almasına yönelik.

Öz yönetim maddesi nedeniyle seçim bildirgeniz yasaklandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi tabii beyannamenin içeriğinde öz yönetim geçmesinden dolayı toplatılması tamamen siyasi bir karardır. Çünkü HDP’nin programında, tüzüğünde, seçim çalışmalarında ana çözüm projesini içeren şey öz yönetimdir, demokratik özerkliktir. Meclis kürsüsünde parlamento grubunun en fazla çözüm önerisi olarak Türkiye halklarına ifade ettiği projenin kendisidir. Anayasa uzlaşma komisyonuna vermiş olduğumuz Türkiye’nin temel meselelerinin çözümüne yönelik anayasa teklifimizin omurgasıdır öz yönetim. Bütün bu süreçlerde herhangi bir müdahaleye uğramayan öz yönetim ifadesi ne hikmetse seçime on gün kala bir beyannamenin toplatılması için gerekçe yapılıyor. Bu AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın HDP’nin başarısından duyduğu korkunun hangi boyuta geldiğini gösteriyor. Korku o kadar sınırları aşmış ki artık gerekçe üretme noktasında bile bütün geçmişi reddeden büyük tutarsızlıklar ortaya koyuyorlar. Diğer yandan öz yönetim üzerinden bildirge toplatan bu iktidarın en başındaki kişi bu ülkede rejimi değiştirdiğini söyledi. ‘Biz rejimi değiştirdik, yasayı, anayasayı rafa kaldırdık, darbeyi yaptık, bunu meşrulaştıracak anayasayı da sonra yapacağız’ dedi. Şimdi bu kadar hassas olan bir yargı mekanizması varsa, bir bildirgede öz yönetim geçtiği için toplatıyorsa, herhalde bu bahsettiğim Erdoğan’ın vurguları için sayısız davalar yürütmesi ve hızla o davaları vatana ihanet üzerinden sonuçlandırması gerekiyordu. Dolayısıyla bu kararın siyasi olduğu nettir.

Öz yönetim tartışmaları daha çok ‘hendek’ meselesiyle ve dolayısıyla çatışmanın bir unsuru olarak yürüdü. Bu tartışmaya dair ne söylersiniz?

Meselenin öz savunma üzerinden gündemleşmesi bir eleştiri konusu yapılıyor. Ama bu öz savunma kısmının öne çıkmasında asıl olan etkenin devletin ağır saldırıları olduğu gerçekliği kimse tarafından tartışılmıyor. Birdenbire, bir gece uyuyup sabah uyanınca devlete karşı kendimizi koruyalım, mahallemizde bu tarz tedbirleri alalım, diye karar veren bir halk gerçekliği, gençlik yapısı yok. Burada bilinçli bir şekilde devletin bütün kent sokaklarına yönetmiş olduğu ağır bir saldırı süreci gelişti. Çözüm masası devrildikten sonra adım adım bu savaş konsepti geçmişte olduğu gibi sadece kırsalda değil, kentlerde de yoğun bir şekilde devreye konuldu. Kentlerde de daha çok kendini korumaya yönelik bir takım reaksiyonlar gelişti. Bu reaksiyonlar öz yönetim iradesinin ilanıyla birlikte olduğu için de öz yönetimle özdeşleşecek şekilde gündemleşti. Siyasetin yolunu tamamen kapatan bir devlet ve hükümet pratiği ile karşı karşıyayız. Siyasetin yolunu kapatmakla da kalınmıyor, aynı zamanda savaş konseptiyle ağır bir saldırı başlatılıyor. Dolayısıyla halkın demokratik siyasetin çözüm üretme gücüne olan inancını kırıyor. Meclisi işlevsiz kıldığı için halkın kendi sorunlarına kendisinin çözüm üretme reflekslerini ayağa kaldırıyor ve ağır saldırdığı içinde doğallığında halk kendisini korumaya yönelik bir refleks geliştiriyor. Bu görüntüleri yaratan AKP’dir, devlettir. Bu görüntüler üzerinden de sanki mahallelerde gençler birdenbire hendek kazmış ve bütün saldırıları onun için yapıyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Neden olarak devletin saldırılarını teşhir etmek lazım. Tabii biz HDP olarak öz yönetim gibi bütün Ortadoğu’da yaşanan bütün sorunlara çözüm olabilecek bir projenin bu şekilde tartışılmasından hoşnut değiliz. Öz yönetim hendekle anılır hale geldi. Burada dediğim zorluktan dolayı öz savunma boyutunun ön plana çıkmış olması söz konusu olabilir, ama meselenin buraya gelmesinde sivil halk meclislerinin ve gençliğin de birtakım yöntemsizlikleri giderecek şekilde dikkatli olmaları gerekirdi. Devlete gerekçe üretecek, devletin halka yönelik katliamlarına gerekçe üretecek birçok şeyden imtina etmeleri, o konuda hassas olmaları ve halkı eğitmeleri, örgütlemeleri gerekirdi. Bizim demokratik özerklik olarak ifade ettiğimiz proje 9 ana başlıktan oluşuyor. Sağlıktan eğitime, ekonomiden ekolojik hassasiyete, kadın özgürlüğüne kadar 9 ana başlıkta kendisini oluşturmuş, kurumsallaştırmış, ayağa kalkmış bir yapı olmuş olsaydı ve ona yönelik bir yönelim olması durumunda bir öz savunma reaksiyonu açığa çıkmış olsaydı o zaman bugünkü tartışmalar olmayacaktı. Bu hepimiz için bir öz eleştiri konusudur. Biz özerkliğin bütün bu başlıklarını henüz hayata geçirmeden, devletin saldırıları karşısında zorunlu da olsa, salt öz savunma boyutuyla tartışılmasına maalesef vesile olduk. Bu demokratik özerkliğin Türkiye ve Ortadoğu’daki tüm sorunların çözümü için yaratmış olduğu o büyük beklentiyi, umudu maalesef tahribata uğrattı.

Öz yönetim tartışmaları bitmiş bir süreç mi?

Şüphesiz süreç devam ediyor. Bu inşa süreçleri de devam edecek. Kürt halkının uzun zamandır savunduğu ve yönetim süreçlerine katılmak için formüle ettiği bir proje. Türkiye halkları için de bir çözüm umudu olarak Kürt siyasi hareketi savunuyor. Eğer 1 Kasım’da güçlü bir sonuç alınırsa, kilitli olan meclis kapısı açılabilirse, işlevsiz bırakılan parlamento tekrar işlevli hale getirilebilirse HDP aracılığıyla bunu halkın ve gençlerin çabaları üzerinden gündemleştirmek yerine parlamentoda demokratik siyasi çözüm üzerinden bütün dünya kamuoyuna görünür kılma gibi bir şansa sahip olacağız. Yani burada insanları yerellerde illaki bir çaba içerisine koyan asıl arayış parlamento yolunun kapalı olması, demokratik siyasi çözüm umudunun ortadan kalkması. Siz siyasi çözümden umudunuzu keserseniz, üstelik büyük saldırı altında kalırsanız o zaman kendi sahip olduğunuz imkanlarla kendi çözümünüzü duyurmaya çalışırsınız. Bizim HDP olarak temennimiz bu projeyi demokratik çözümün bir parçası olarak Mecliste savunmak, Meclis aracılığıyla bunu toplumsallaştırmak oluşan kamuoyu ve toplumsal destekle de bunu bir anayasal güvence altına almaktır.

Bazen devlet heyetinin İmralı’da Sayın Öcalan’la görüştüğüne dair haberler gündeme geliyor. Sizin bu konuda bir bilginiz var mı?

Net bir bilgimiz yok. Ama bu ‘Devlet heyeti ile görüşmeler oluyor’ kısmı tamamen spekülatif bir algı yaratmaya çalışan manipülatif haberlerdir. Bunlara hiçbir şekilde itibar etmemek gerekiyor. Aylar öncesinde devlet heyetiyle yaptığımız bir görüşmede böyle bir bilgi paylaşmışlardı. Ancak o görüşmede paylaştıkları birçok bilgi süreç içerisinde yalanlandığı için, biz verdikleri bu bilginin de doğruluğundan kuşkuluyuz. Yakın bir dönemde de genel merkezimize yönelik saldırı planları, birtakım siyasi suikastlar ve Ankara Katliamı’ndan sonraki süreç için bu devlet heyetiyle bir görüşme yaptık. Yaptığımız bu görüşmede uzun süredir Sayın Öcalan’la görüşmediklerini ifade ettiler. Şu anda net olan durum altı buçuk ayı aşkın süredir Sayın Öcalan’la ne siyasi heyetimiz ne avukatları ne de ailesi hiç bir görüşme yapmamıştır. Ağırlaştırılmış bir tecrit altındadır, sağlığı ile ilgili bile bizim görüşme talebimize verilen bir cevap yoktur.

KCK’nin tek taraflı ilan ettiği bir ateşkes var. Kalıcı bir çatışmasızlık nasıl mümkün olacak?

Barış ve demokrasi isteyen çevreler ateşkes çağrılarını çift taraflı yaptılar. KCK çatışmasızlığı ilan etmiş durumda. Ama siz de her gün Diyarbakır’da savaş uçaklarının seslerini duyuyorsunuz. Devlet, AKP iktidarı tüm hızıyla operasyonları sürdürüyor. Bölgenin her tarafında bu askeri operasyonlar can almaya devam ediyor. Dolayısıyla seçim sonrasında da KCK’nin çatışmasızlık kararının devam edebilmesi için devletin bir an önce bu operasyonlardan vazgeçmesi ve bir müzakere iradesini ortaya koyması gerekiyor. Bu yaklaşım olmadan sürekli operasyon ve bombalara maruz kalan bir tarafa sürekli çatışmasızlık çağrısı yapmak gerçekçi olmaz. 1 Kasım seçimleri bir türlü operasyonları durdurmayan AKP hükümetine büyük bir ders verecek şekilde ortaya çıkarsa, barış blokunun en aktif yürütücülerinden olan HDP’nin pozisyonunu güçlendirecek şekilde sandığa yansırsa burada bu savaşın sürdürülebilirliğiyle ilgili devlet ve olası hükümet içinde de yoğun bir tartışma başlayacaktır. O tartışmadan sonra da operasyonların durması, çözüm sürecine geri dönülmesiyle ilgili birtakım süreçler gündeme gelebilecektir. Bizim temennimiz bir an önce karşılıklı ateşkesin sağlanması ve çözüm masasına geri dönülmesi, şeffaf, üçüncü gözün denetiminde, eşit ve özgür müzakere koşullarının sağlandığı bir sürecin tekrar hayata geçmesidir.

Hükümetin, PYD’ye yönelik artan tehditlerini nasıl yorumluyorsunuz?

Rojava’ya yaklaşım kesinlikle Erdoğan’ın ve AKP’nin Kürt karşıtlığı ve Kürt düşmanlığı yaklaşımının ta kendisidir. Yani Kürtler şahsında orada bir araya gelmiş olan halklar Suriye gibi kan deryasına dönmüş bir coğrafyada halkların bir arada yaşayabileceğine dair bir model ortaya koymuşlardır. Süreç içerisinde hem orası üzerinden de hesap yapan küresel emperyalist güçler hem de bunların bölgesel iş birlikçisi pozisyonunda olan emperyalist devletlerin tamamı Rojava Devrimi’nin kazanımlarını tanımak zorunda kalmışlardır. Rusya’dan Amerika’ya, Avrupa ülkelerinden Ortadoğu ülkelerine kadar, istemeseler bile, çoğu Rojava’daki modelin demokratik Suriye Cumhuriyeti’ne gidecek yol için tek çıkış noktası olabileceğini kabul etmek durumunda kaldılar. Ama buna ısrarla karşı çıkan, bunu boğmaya çalışan, kapı kapı dolaşıp PYD’nin terör örgütü olduğunu anlatmaya çalışan bir tek güç var; o da Erdoğan ve AKP iktidarı. Bunun da tek sebebi halen genetik kodlarında taşıdıkları Kürt karşıtlığıdır. Kürtlerin statüsüne duymuş oldukları tahammülsüzlüktür. Bu yanlıştan vazgeçmeleri gerekiyor. Daha önce hiç paylaşmadığımız bir bilgiyi paylaşayım; Türkiye’nin bütün meselesi orada kendi tahakkümü altında, mezhepçi eksen üzerine oturttuğu kendi Suriye politikasına hizmet edecek bir PYD arayışıydı. Yani buna yaptığımız görüşmelerde defalarca bizzat tanıklık ettiğimiz için söylüyorum. Türkiye PYD’nin IŞİD, el Nusra ve benzeri örgütlerle iş tutmasını istedi, hep bunu dayattı. PYD bunu yapmış olsaydı bugün Ankara’da PYD’ye temsilcilik açmış olacaklardı. Bu vadettikleri bir şeydi. Ama PYD mezhepçi, savaşı derinleştiren AKP politikalarına karşı net bir tavır içerisinde olduğu için, orada Suriye halklarının iradesini esas alan bir çözümde ısrar ettiği için bugün AKP’nin ve Erdoğan’ın her türlü saldırısına maruz kalıyor. Yani mesele evrensel kriterler ya da insani değerler üzerinden bir terör örgütü tanımı değil, Türkiye açısından. Kendisine biat edip etmeme, kendi emrinde olup olmama meselesidir.

Bu ne zaman vadedildi?

2 yıl önce. Davutoğlu’nun henüz dşişleri bkanı olduğu dönemde. Mevcut konuşmaları söylüyorum. Ama PYD hiçbir emperyalist gücün denetimine girmediği gibi Türkiye’nin de denetimine girmeyi reddettiği için bugün Türkiye tarafından terör örgütü olarak gösteriliyor, gösterilmeye çalışılıyor.


Seçim sonuçlarına ilişkin tahmininiz nedir?

BEN bu seçimde AKP’nin bırakın tek başına iktidar olmayı yüzde 40 bandının altına düşeceğini düşünüyorum. Yani birçok manipülatif anketler servis ediyorlar ama hem sahadaki gözlemimiz hem objektif olarak bize gelen geri dönüşler yüzde 38 civarında oy alabileceğini gösteriyor. HDP açısından 7 Haziran’ı aşacak bir sonuç alacağımızı düşünüyorum. Çünkü gerek Kürdistan’da AKP’nin yürüttüğü bu savaş politikaları ve kutsal değerlere yapılan saldırılar, gerekse Ankara Katliamı’da ortaya çıktığı gibi Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen tüm çevrelere yönelik her türlü çılgınlığı yapabilecek olması HDP etrafında bir barış ve demokrasi mücadelesinin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Onun için HDP’nin yüzde 15’i aşacak bir oy alacağını düşünüyorum. Burada tabii MHP’yi uzun uzun değerlendirme ihtiyacı yok, çok önemli bir gündem de olmaması gerekir. Ancak CHP ile ilgili birkaç şey söylemek gerekir. CHP kendi önüne gelen fırsatları değerlendiremedi. Yani bu kadar ağır savaş süreci içerisinde barış blokunun öncülüğünü yapma cesaretini gösterecek bir CHP bugün tek başına iktidara yürüyebilirdi. Ama maalesef barış blokuna öncülük yapmak yerine MİT başkanından, Genelkurmay yetkililerinden brifing alan ve devletçi reflekslerini ön plana çıkaran bir tutum sergiledi. İçlerindeki gerçekten barış çabası çok değerli olan milletvekillerini ayrı tutmak gerekiyor. Ama genel olarak CHP’nin programı AKP karşısında güçlü bir barış mücadelesi ortaya koyacak, bu konuda HDP’yi ve Türkiye’deki devrimci, demokrat, sol kesimleri yalnız bırakmayacak bir çizgiden son derece uzak. Suriye ve Irak savaş tezkeresine onay vermesi büyük bir talihsizlik olmuştur. Özellikle Ankara Katliamı’ndan sonra da, CHP gençlik kollarından da şahadetlerin yaşanmasının ardından henüz cenazelerin yerde olduğu bir dönemde Sayın Kılıçdaroğlu’nun Davutoğlu’yla görüşmesi CHP açısından bence çok ciddi bir takım tartışmaları beraberinde getirmiştir. En nihayetinde Sayın Kılıçdaroğlu’nun gönlündeki hükümet formülünün CHP-MHP koalisyonu olduğunu açıklamasının kamuoyunda olumlu karşılanmadığını düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

AKP’den öğrencilere ahlaksız teklif

SONRAKİ HABER

İnşaat işçileri: Bize bu koşulları reva görenlere oy yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...