'Nasılsın sorusuna verecek henüz bir cevabım yok'
Yusuf Ekici
İzmir
Bize ne olduğunu anlamak biraz uzun sürecek fakat unutmamak, acımızı paylaşmak ve en önemlisi kaybettiklerimizin sorumluluğu için yazmak gerekiyor. Yaşadığımız katliamın politik altyapısını kavradığımızda ise bir süre sonra ölümler normalleşiyor. Tam da istedikleri bu değil mi? Bu normalleşmeyi zihnimizden atabilir miyiz bilmiyorum. Pratik olarak yaşadığım şeyleri elimden geldiğince özetlemeye çalışacağım.
Son anda karar verip eyleme katılmak üzere sendika ve meslek odasından arkadaşlarımızla haberleştim. İlk defa merkezi eylemlere gitmiyorum ama bu “gidiş” biraz farklı idi. İçimde sürekli bir huzursuzluk hali vardı. Diğer taraftan Ankara'da başka işlerimden kaynaklı dostlarımı görmem de gerektiğinden gitmeye karar veriyorum. İş yerinden arkadaşlarla 9 Ekim Cuma günü öğlen arası bir araya gelip yemek yiyoruz. “Evet gitmek gerekiyor, bu savaş bizim savaşımız değil! Karşımızda duran azgın güce karşı sokaklarda umudun sesi de olduğunu söylememiz gerekiyor” tadında konuşmalar geçiyor.
“Barış” konusunda her ne kadar farklı düşünsek de süren savaşın bizim savaşımız olmadığını biliyoruz. Yine aynı gün Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı(KBAM) konferansı devam ettiği için iş çıkışı konferansa il dışından gelen arkadaşlarımı görmeye gidiyorum. Sonrasında bir yerde oturup hep beraber yemek yiyip hasret gideriyoruz. Ankara'ya gitmek üzere müsaade istiyorum. Sarıldığım arkadaşlarımdan bir kısmı Ankara'ya selam iletmemi, onlar için de barış dilememi talep ediyorlar. Sonra otobüse binmek üzere Konak'a doğru hareket ediyorum. Yol üzerinde çok sayıda dostumu görüyorum. Sarılmalar, kısa sohbetler, vedalaşmalar... Kimisi ise ısrarla ekliyor “aman dikkat et, ortalık karışık bunların ne yapacağı belli olmaz”. Meğer Türkiye'nin belki en büyük katliamına tanık olmaya gidiyormuşuz haberimiz yok. Acaba ondan dolayı mı giderken sıkı sıkıya sarılıyorum dostlarıma?
Merkezi eylemlerin en güzel tarafı aylardır görmediğin dostlarınla kısa da olsa vakit geçirebilmektir. Diğer illerden gelen dostlarımızla haberleşiyoruz. Yolculuk başlıyor. Otobüsümüzde tanıdık yüzler bulunuyor. Kimi zaman ülkenin acılı günlerinden, kimi zaman acılı günlerde yaşanan komik olaylardan, kimi zaman ise kendimize dair özel şeylerden konuşuyoruz.
Aslına bakarsanız eylemin “izinli” olması bir nebze de olsa insanları rahatlatıyor. Şu ana kadar onlarca merkezi eyleme gittim. Gittiğimiz eylemlerin hepsinin “izinli” olmasına rağmen İzmir'den Ankara'ya kadar sürekli olarak bir polis tacizine tanık oluruz. Ankara girişinden eylemin başlayacağı yere kadar polisler eşlik eder; sağolsunlar bize eylem yerimiz bile gösterilir! Bu sefer gittiğimizde ise İzmir Büyükşehir önü dahil olmak üzere bütün yol boyunca hiç polis görmedik. Ankara Büyükşehir Belediyesi (Hipodrom Bölgesi) önünde indiğimizde alışık olduğumuz çevik kuvvet ordusu yerine üç tane trafik polisi karşılıyor bizi!!!! Şaka gibi değil mi? Bu tabloya çok şaşırmakla beraber geyik yapmayı da elden bırakmıyoruz.
Saat 9:30 gibi otobüsten iniyoruz. Büyükşehir Belediyesi önünden Ankara Gar'ına doğru yürümeye başlıyoruz. Yolun iki tarafında da illerden gelen otobüsler bulunuyor. Coşkulu bir kalabalığı görüyoruz. Birbirini uzun zamandır görmeyen arkadaşlar birbirine sarılıyor. Halay ve horon tepen... zılgıt ve slogan sesleri... Özetle keyfimiz yerinde.
Ankara Garının önüne geliyoruz (patlamanın olacağı yer). Bir arkadaşımız ısrarlı bir şekilde tuvalete gitmek istediğini söylüyor. Biz de “yürüyeceğimiz yeri bulalım sonra gidersin, yoksa birbirimizi kaybederiz” şeklinde arkadaşı ikna ediyoruz. İleriye doğru yani ikinci patlamanın olacağı noktayı da geçerek arkadaşlarımızı buluyoruz. Arkadaşımız tuvalete gidiyor. Biz de birbirimizle sohbet ediyoruz. Yaklaşık 1 dakika sonra bir patlama oluyor. Patlamanın sesiyle kendimi yere atıyor ve yanımdaki arkadaşımı da yatması için uyarıyorum. Arkama döndüğümde ise koca bir alev topunu gözlerimle görüyorum. İkinci patlamanın olduğu noktaya yaklaşık 35 metre uzaklıkta duruyoruz ( bir hafta sonra cesaret edip yandex haritalardan ölçüyorum). Ve üzerimize gelen et parçaları... İki bomba arası yaklaşık olarak dört saniye vardı. Sonrasında ise çığlıklar, kaçışmalar, toz bulutu.... Kaçmaya başladığımız tarafta önümüzde yaralılar bulunuyor. İkinci patlamanın olduğu nokta ile aramızda kalabalık bize bariyer oluyor, üzerimizden geçen şarapnel parçaları da başka arkadaşlarımızı yaralıyor. Şanslıyız!
Tertip komitesi “miting iptal oldu herkes kendi güvenliğini sağlayıp ili terk etsin. Arabalardan uzak durun...” çağrısı yapıyor. Kimisi kaçıyor, kimisi yaralılara yardım ediyor, kimisi bir kenara çekilmiş ağlıyor.... hepsi insana dair. Patlamadan yaklaşık beş dakika sonra geri ise yaklaşık 30 polis alana gelip sağa sola saldırmaya başlıyor. Polisler alanda bulunan herkesi “terörist” olarak kabul ettikleri için hınçla saldırarak pardon orantılı güç kullanarak kamu düzenini sağlamaya çalışıyorlar. İçine düştükleri tabloya görünce saldırmayı bırakıyorlar.
Tertip komitesinin aracı ambulansa dönüştürülüyor. Çevrede bulunan araçlar ile yaralılar hastaneye götürülmeye çalışılıyor. Durumu görece “iyi” olanlar ise yürüyerek hastanenin yolunu tutuyor. Ambulansın geleceği yol polis tarafından kapatıldığı için yaklaşık 50 dakika sonra ambulanslar alana ulaşıyor. Yetkililerin daha sonra yaptığı açıklamalar da bu durumu netleştirmiş oldu.
Patlama sonrası herkes doğal olarak çevresindekileri kontrol ediyor. Telefonlara sarılıyoruz. Tuvalete ve su almaya gidenleri arıyoruz. Bir türlü telefon düşmüyor. Bu hengame içinde olayı duyup eylem alanında olmayıp bizi merak edenler yok mu? Ya bi siz durun burada işimiz var, patlama oldu arkadaşlarımızı bulmamız lazım .... diyemiyor insan. İyiyim ben, kapat. İyiyim ben, kapat.... Bir ay boyunca konuşmadığım kadar kişi ile konuşuyorum telefonda. Aklım sürekli yaralılarda, konuştuğum çoğu arkadaşımı hatırlamıyorum bile.
Yaralı bir arkadaşımızı hastaneye ulaştırmak ve ortamın güvenli olmamasından dolayı alanı zorunlu olarak terk ediyoruz. Patlamanın boyutu hakkında henüz bir fikrimiz yok. Başka ilden arkadaşlarımızın yaralandığı haberi geliyor. Numune hastanesine gidip zor da olsa arkadaşımızın sağlık durumu hakkında bilgi alıyorum. Az da olsa rahatlıyorum. Hastanenin önünde ise inanılmaz bir öfke bulunuyor. Tablo giderek ağırlaşıyor. Sürekli olarak hastane önünde TTB ve SES yetkilileri kan ihtiyacı olduğunu duyuruyor (Bakanlık duyuru yapanları provakatör ilan etti daha sonra). Patlama yerinde ve Ankara hastanelerinde yaralı arkadaşlarımızı kurtarmak için TTB ve SES insanüstü bir çaba gösterdi. Ne mutlu bize ki böyle örgütlerimiz var.
Olayın üzerinden 10 gün geçti. Nasılsın? Sorusuna verecek henüz bir cevabım bulunmuyor. Sanırım zaman bu sorunun cevabını verecek. Daha önce de demiştim: Hiç olmadığım kadar umutluyum, öfkeliyim, hüzünlüyüm. Bunlar olmasa nasıl yaşayalım. Kuşkusuz bu katliam yeni değildi böyle giderse son da olmayacak. Tarihimiz bu tür örneklerle dolu. Bu yüzden bundan sonra ne olacak sorusunun cevabı benim için daha önemli.
Son iki aydır, kimliği hiç önemli değil, yüzlerce insan katledildi. Doğasına, emeğine, diline, duygusuna, inancına sahip çıkan kim varsa tehlike olarak görüldü. Kirli savaşa kurban edildi, buzdolabında cenazesini saklamak zorunda kaldı. Bizler; birileri tarafından hedef gösterildik, gösterilmeye devam ediliyoruz.
Patlama sonrası dayanışma ve destek mesajları ileten, arayanlar ve vakit geçirenler; sizler iyi ki varsınız. Bu tür durumlarda sıcak bir merhabanın yerini hiç bir şey tutmuyor. Hüznümüze ortak olup acımızı azalttınız. Etrafımızda kim var kim yok onu öğrendik, bir nevi saflarımız bu acıyla daha da netleşti. Hiçbir şey olmamış gibi davrananlar, bir “geçmiş olsun”u bile esirgeyenlere ne demeli? Zaten aynı yolun yolcusu değilmişiz ya biz. Bir de patlamayı organize edenlerin zehirlediği beyinler var. Bu kesim, o kadar korkak ki her gün karşılaşmamıza rağmen gözlerimizin içine bakamıyor, bakamayacaklar da.
Patlamayı organize edenlerin bilmesi gereken bir şey var; bizi sokaklardan atmak hiç ama hiç kolay olmayacak. Çünkü artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!
Birileri o polisleri linç edeceğimizi düşünerek gönderdiler. Gönderilen polislerin patlamadan bi haber olduklarını düşünüyorum. Şöyle düşünün alanda kitle öfkesine hakim olamayıp bir polisin ölümüne neden olsaydı bugün neler yaşıyor olurduk? Gelen tepkiler üzerine polis saldırısı kısa sürdü. Polis saldırısı kaybın artmasına neden oldu. Patlamadan yara almadan kurtulan biz bile o yoğun gaz ve jop saldırısı altında duramazken yaralılar nasıl dursun?
Benim açımdan katilin kim olduğuna dair en ufak bir şüphe bulunmuyor. Kaldı ki patlama sonrası ortaya çıkan ses kayıtları, yakalama kararları, yayın yasağı vs. katilin kim olduğuna dair şüphemizi iyice yok ediyor. Katliam günü yaşadığımız polis saldırısının üzerine; “koalisyon olsaydı bunlar olmazdı, tren garı da zarar gördü, güvenlik zafiyeti yok...” diyebilen bir zihniyetin başka bir tezahürüne şahit olduk. Birileri katliam sonrası yapılan anketlerde oylarının arttığının mutluluğunu yaşaya dursun; biz, onların acınacak halde olduğunu biliyoruz. O kadar pisliğe batmışlar ki ne yaparlarsa yapsınlar toplayamazlar. Her yerden patlak veriyorlar. “Kamu düzenini” sağlamak için kan ve göz yaşı dışında başka bir şeyden bahsetmiyorlar.
Beni aşıp başka bir arkadaşımı yaralayan şarapnel parçasının acısının sorumluluğunu taşıyorum. Demirin tuncuna insanın picine bırakmayacağız bu dünyayı. Çünkü bir barış gelecekse bizim sokaktan gelecek, başka yerde beklemeye gerek yok!
#10EA
#unutmayacağız
#yılmayacağız
Evrensel'i Takip Et