20 Eylül 2015 06:32

Bir savaş stratejisi olarak doğayı katletmek

Bize şunu diyor; savaş yüzünden yaktığınız sizin de geleceğiniz. Doğal varlıklar kimseye ait değiller. Biz insanoğlu ancak onlar var oldukça var olabiliriz. Mezopotamya’nın Türkiye toprakları içindeki üst kısmında yanan yangınlar belki de gelecek nesillerin geleceğini de yakmaktadır.

Paylaş

Menekşe KIZILDERE

Güvercinin barışı mıdır barış?
Leopar mı sürdürür savaşı?
Niçin öğretir öğretmen ölümün coğrafyasını?
Okula geç gelen kırlangıçlara ne olur acaba?
Doğru mudur gökyüzü boyunca berrak mektuplar taşıdıkları?
Pablo Neruda

Tarih boyunca insanoğlu iktidar ve güç uğruna savaşmak için, refah ve hayat kalitesinin artması için sarf ettiği emekten ve paradan daha fazlasını sarf etti. Hatta kimi zaman şu anda kullanıyor olduğumuz sağlıktan, sosyal hizmetlere, kişisel kullanıma kadar birçok teknolojik alet savaş teknolojisi sayesinde gelişti ve günümüzdeki halini aldı. Savaş teknolojisi zaten yok etmek, ortadan kaldırmak üzerine kurulu olduğu için herhangi bir canı gözetmesi söz konusu olmuyor. İnsanlar birbirini yok ederken başka canlıları gözetmiyor. Şair Neruda’nın sorusuna net bir cevap verebiliriz; savaş da barış da ne güvercine ne de leopara ait değil. Savaş da barış da insanoğluna ait. Bu tarih boyunca devam ettiğine göre bir maliyeti olmalı. İnsanoğlunun savaşlarının tarih boyunca yok ettiği doğal varlıkların doğanın devamlılığı açısından maliyeti nedir? Savaşın iklim değişikliğine katkısı nedir?
Bir savaş stratejisi olarak ağaç kesmek; Aktüel Arkeoloji Dergisinin 30. Urartular sayısında Asur Zafer Ahitlerinden yola çıkarak Asurlular ve Urartuların savaş stratejileri anlatılmıştır. Asurlular bir savaş stratejisi olarak Urartulara karşı, işgal ettikleri veya etmek istedikleri her yerde ilk önce ağaçları keser veya yakarlarmış. Bunu da hem onur kırıcı, hem de tarım alanlarına zarar vererek ekonomik zarar olsun diye yaparlarmış. Buna karşılık, güzel Van Gölü’nün eski ev sahipleri Urartular, bir yayılma stratejisi olarak ilk iş ağaç diker, tarım alanı açarlarmış. Van Gölü Havzasında kalan tek tük kadim ağaçlar, muhteşem mühendislik eseri sulama kanalları ve kalem gibi çizili tarım alanları Asurlulardan arta kalanlardır. M.Ö. 146’da Romalılarda Cathage bölgesindeki tarım mahsullerini tuz ile yok etmişlerdir. Buna karşılık ABD’deki Carnegie Enstitüsü Küresel İklim Bölümü’ne ait bir araştırmada 150 yıl süren ve Dünyanın yüzde 22’sinin işgal edildiği Moğol istilalarında yaklaşık 40 milyon insanın ölmesi sebebi ile dünyadaki ilk küresel iklim soğumasının yaşandığı anlatılmaktadır. Yani savaş tarih boyunca dünyanın iklimini değiştirmiştir.
20. ve 21. yüzyılda durum, işin içine savaş kirliliğinin de girmesiyle daha vahimleşmiştir. Savaş 20. yüzyıldan itibaren artık sadece var olanı yok etmeye değil, kirlilikle var olacak olanın da yok olmasına sebep olmuştur.  
1991’deki Körfez Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler raporu çok çarpıcı bulgular ortaya koymaktadır. Bu raporda Dünyanın çevre sorunlarının yüzde 34’ünün savaş kaynaklı olduğu açıkça belirtilmiştir. Aynı raporda 600 milyon ton yakılan petrolün Basra körfezi üzerinde 2003 yılına kadar kaybolmayan bir inversiyon tabakası yarattığı ve ısının 10 derece düştüğü bilgisi yer almaktadır. Bu savaş Basra’yı bir ölü denize dönüştürmüştür. 2015’te ise Basra ne yazık ki yine savaş yüzünden kirlenmektedir. Verimli Hilal Mezopotamya’nın 15.000 metrekarelik biyoçeşitlilik can damarı sulak alanları, Sulak Alanlar Koruma Sözleşmesi’nin adını aldığı Ramsar kentinin hemen batısında savaşla yok olmuştur. Savaşın kalıntıları, asit, ağır metal, petrol, yağ ve tuz Mezopotamya topraklarını 2015’te de kirletmeye ve kuraklaştırmaya devam etmektedir.
1963’te başlayan Vietnam-ABD savaşı 2.2 milyar hektar tropikal Vietnam ormanlarının çorak araziye dönüşmesine sebep olmuştur.
Kongo’da 1995-1999 arasında süren iç savaşta filler yok olmuştur. Ruanda’da 1994’te çıkan iç savaşta ise biyoçeşitlilik yok olma derecesine inmiştir.
Modern çağda batıda da durum hiç iyi değildir. Örneğin savaş yüzünden Doğu Almanya topraklarının yüzde 4’ü hala kullanılamaz durumdadır. 99 Kosova savaşı sonrasında Romanya ve Bulgaristan’da asit yağmurları ormanları ve biyoçeşitliliği yok etmiştir.
2006 İsrail-Lübnan savaşında ise Doğu Akdeniz bir daha temizlenmeyecek şekilde kirlenmiştir.
En kalıcı izi radyo aktif savaş vermiştir elbette, bu yüzden Nagazaki ve Hiroşima’da ABD tarafından 2. Dünya Savaşında 1945’te atılan bombalar orda hayatı sonsuza dek bitirmiştir. Bu konu herkesin ezberidir zaten.

SAVAŞ YÜZÜNDEN YAKTIĞINIZ SİZİN DE GELECEĞİNİZ
Savaşın tarihinde doğa adına kayıplar bunlar. Peki, günümüzde durum nedir? Hatta şuan şu yaşadığımız topraklar üzerinde durum nedir? Yaşadığımız topraklardaki savaş hem kirleterek hem yakarak doğayı yok etmektedir. Ülkenin güney doğusundan her gün yangın haberleri gelmektedir. Belki de yürekler yandığı için ağaçların yandığını kimse görmemekte ama yöre insanları bunu şöyle tarif etmekteler; sadece bizim malımız yanmıyor bu ağaçlar yanınca dünyadan da bir ağaç eksilmiş oluyor. Cudi yangınlarında neredeyse evleri yanan halkın bu sözü çok bilge bir sözdür. Bize şunu diyor; savaş yüzünden yaktığınız sizin de geleceğiniz. Doğal varlıklar kimseye ait değiller. Biz insanoğlu ancak onlar var oldukça var olabiliriz. Mezopotamya’nın Türkiye toprakları içindeki üst kısmında yanan yangınlar belki de gelecek nesillerin geleceğini de yakmaktadır.
Uluslar arası sözleşmeler ile savaş silahları çevre testinden de geçmektedir. Yani yasalar gereği askeri bir silah çevreyi kirletemez ama öldürebilir. Ne ironi! Hem silahlı güçlerin yerleşimi, hem savaş alanı açılması hem silah kullanımı hem de hiç savaş yokken yapılan askeri tatbikatlar, bomba denemeleri çevreyi de insanın ruhunu da kirletmektedir.
Savaşın kazananı yok sözünün en haklı çıktığı yer belki de doğa. Savaş doğadan çaldıkça insanoğlunun gelecek kuşaklarından çalmakta. Yeryüzünün değil ama insan türünün ömrünü kısaltmakta. Biz sıradan insanların ömürleri yeryüzünün tarihi açısından önemsiz sayılabilecek kadar kısa. Bu kadar sınırlı bir zaman diliminde yaşayan bir canlı türünün ne hakkı var gelecekten bu kadar çalmaya?
İşte tam da bu yüzden barış sadece bu zaman diliminin insanları için değil geleceğin insanları için de var olmak için tek yol. Son günlerde her yerde gördüğümüz bu güzel slogandaki gibi, var olmak için; Tek yol barış!
Umutla…

ÖNCEKİ HABER

Bu adam benim babam, ataerkilliği dağlardan büyük

SONRAKİ HABER

Bisikletin toplumsal tarihi: Bir Velosipet olayı*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...