06 Eylül 2015 04:08

Gariplerin, kimsesizlerin ve yoksulların üzerine yağan kent yağmurları

Paylaş

Menekşe KIZILDERE

Hey gidi Dünya!
Zulmü ve güzelliği ile Dünya!
Sanki sen insanlara yetmiyor musun?
Sen güzel insanları yarattın,
Neden insanların gözü dolmuyor ve doymuyor?
Kâh senin üstünde güzellik yapıyorlar
Kâh kara duman ve bulutlar yağdırıyorlar senin üstünde.
Kendi kendilerinin soyunu kurutuyorlar.
Hey gidi insan neden senin gözün dolmuyor ve doymuyor?
Yoksa yeryüzü sana yetmiyor mu?

Şivan Perwer, Halepçe Ağıtı, 1998

İki Eylül 2015’te Akdeniz, Bodrum sahillerine Aylan Kurdi’in ve savaştan kaçan diğer yavruların cansız bedenlerini bıraktığından beri Kürt Ozan Şivan Perwer’in sorduğu iki soru hiç aklımdan çıkmıyor “Hey gidi insan neden senin gözün dolmuyor ve doymuyor?
Yoksa yeryüzü sana yetmiyor mu?”
Çok ağır günler yaşıyoruz, kötü diyemiyorum çünkü her geçen gün kötü kelimesini yeniden tanımlıyoruz. Ağır çünkü bu kadar kaybı ve acıyı başka türlü tarif edemiyorum. İnsanın silahlı, silahsız sebep olduğu felaketlerde her gün yeni canlar yitiyor, 4’den 51’e bir yaş aralığında. Selde, savaşta, ekmek almaya giderken ya da evinin damında... Hepimizin kafasının içinde ağıtlar var. Böyle günlerde oturup iklimden, doğadan bahsetmek biraz analitik düşünme gerektiriyor. İşe daha içimizde yaslar bitmeden, “Neden bu canlar yitmekte?” sorusuyla başlıyorum. Neden savaştan kaçarken, şehrindeki çatışmada ve kentini seller basmışken 4,6,7,11,16.. yaşındaki çocuklar ölüyor? Ne oldu bu kentlere? Orta Doğudaki bu yangının ilk kıvılcımı nerde düştü? Sorular farklı yerlerden ama netice aynı; en masumundan başlayarak canlar yitiyor. Bu sorular birbirine uzak görünüyor ama Orta Doğudaki yangının ilk kıvılcımı ile kentlerin insanlarını sellerinde boğmasının sebebi aynı; insanoğlunun zalimliği. Önce doğaya karşı ardından kendi türüne karşı zalimliği…
Daha önce de Orta Doğudaki iklim krizini anlatırken bahsettiğim Proceedings of the National Academy of Sciences’ta yayımlanan “Did climate change help spark the Syrian war?” (Suriyedeki savaşı iklim değişikliği mi tetikledi?) isimli makalede 1900 ylından 2000’lere Orta Doğu’da ortalama sıcaklığın 1.2 derece arttığı buna bağlı olarak ilk başta 30 sonra 10 yıl ve en son 10 yıldan daha az zaman peryotlarında büyük kuraklıklar yaşandığı anlatılmakta. 2000’lerin başında ise en verimli topraklarda yaşayan çifçilerin bile susuzlık sebebi ile kentlere göç ettiği ve üretemediği bildirilmekete. Kuraklık, üretim eksikliğ, artan fiyatlar,çatışma ve çöküşe geçen neoliberalizm öfkeli toplulukları harekete geçirdi ve ardından iç çatışmalar savaşa dönüştü.
2006 da özellikle Suriye’nin Güneyinde artık dayanılamayacak seviyelere gelen kuraklık ilk başta 800 bin çifçinin ardından 1,5 milyon insanın yaşam alanlarını terketmesine sebep oldu. Hayvan mevcudunun %85 ‘nin telef olmasıyla da büyük bir açlık başladı. 2011’de Güneydeki Daraa kentine sığınan öfkeli halk burda hem açlık hem susuzluk hem de Esat Rejmi’nin adaletsiz politikalarına maruz kaldılar ve isyan ettiler. Bir grup gencin Daraa’da Arap Baharın’ın da etkisi ile mevcut rejime karşı başlatttığı bu isyan ilk kıvılcımdı. Bu durum artık geri dönüştürülebilir değil. Ne göç edenler dönebilecek ne de kuruyan toprak yeşerebilecek artık. Bu yüzden bu yayngın yayılmakta ve ne yazık ki ülkemize de sıçramış durumda.
Prof.Dr.Gülten Demir’in Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi’nde yayımlanan “Post neoliberalizm kriz ve sonrası üzerine” isimli makalesinde 1970’den itibaren özellikle finans odaklı neoliberal politikaların, vaatlerini yerine getirmekten uzak olmaktan öte, ekonomik krizleri nasıl derinleştirdiği anlatılmakta.

GALİBA GEZEGENİMİZİ DE KAYBETMEKTEYİZ

Günümüzde ise finans odaklı, doğayı hiçe sayan, insan emeğini sömüren neoliberal politikaların başta iklim krizi açısından en kırılgan bölgelerde ne büyük felaketlere yol açtığına şahit olmaktayız. Hem doğayı tüketen ve geri dönüştürülemez halde zarar veren hem de verdiği bu zararı en acı şekilde derinleştiren bu politikalar asla biz sıradan insanın yararına işlemedi. Naom Chomsky’nin “Halk üzerinden kazanç” kitabında bu vahşi düzenin günümüzdeki eşitsizliği anlatırken, gelir adaleti uçurumlarını nasıl derinleştiğini de gözler önüne sermekte.
Bu düzen sadece suyumuzu, toprağımızı, temiz havamızı tüketti… Bizi canlı tutan varlıklarımızı geri dönüştürülemez şekilde tahrip etti. Artık ya mega kuraklıkların olduğu yada kentlerinde insanların boğulduğu sellerin olduğu iklimleri açısından dengesiz ve krizde bir gezegende yaşıyoruz. Vaatler bir yana galiba gezegenimizi de kaybetmekteyiz.
İki hafta önce Artvin Hopa’da tam olarak insan faaliyetleri kaynaklı, iklim krizine bağlı bir sel felaketi yaşandı. Sayı vermekten imtina ediyorum çünkü her yiteni bir sayıya çevirmek utanç veriyor. Canlarımızı kaybettik. Çocuk yaşta sebepsiz ölümlerin dahi sıradanlaştığı son günlerde bu felaket ölümcüldü.  
Peki neden? Neden yemyeşil Artvin’in Hopa’sı yağmurlarını tutamıyor, durduramıyor, biriktiremiyor? Çünkü kentli birtakım gelişme büyüme sebepli enerji ihtiyacı ve yapılaşma hastalığı oralara taşınmış ve feci halde yayılmış durumdaydı. 1986’da Çernobil’den yayılan kanser gibi yayıldı. David Harvey “Sermayenin mekanları” adlı kitabında rantın kamu politikaları ile coğrafik mekanlarda nasıl yer ettiğini ve kültür dahil varlıkları nasıl metalaştırdığını anlatmaktadır. Bu yüzdendir ki, Karadeniz yaylalarına bakınca “Yeşil Yol” projesi ile Karadeniz yaylalarına İstanbul’un Kuzey Ormanları’ndaki malum bıçak izi bir bıçak izi vurmak isteyen kamu politika yapıcı ve uygulayıcıları, o yaylalarda mütevazı hayatını devam ettirmek isteyen Rabia Nine ile aynı şeyi göremez. Rabia Nine yuvasını ve mirasını görürken, devlet ve özel şirketler para kaynağı metaları görmektedir. Bu bükülmüş anlayış artık insani olmaktan uzaklaşan kentleri doğa karşısında insan için tuzak haline getirmiştir. Hopa’da yağmurlar yolunu bulamamıştır çünkü; Karadeniz dereleri beton borulara hapsedilmiştir. Dere yataklarına imar izni verilerek yağmurlar evlerinden edilmiştir. Yağmurların dere olup aktığı deniz kıyıları doldurulmuştur. Tıpkı kentli rüzgâr nasıl esecek yer bulamıyorsa, kentli yağmurda akacak yer bulamamaktadır. İngiliz şair William Shakespeare der ki; “Hata! Köprü başvurusu geçerli değil. Yağmur herkesin üzerine yağar ama cana ve mala kasteden yağmur ilk başta en yaralanabilir olanları yakalar. Garip, yoksul ve kimsesizlerin kaçacak yeri yoktur.
Hem barış için hem doğa için hem biz sıradan insan olarak bir şey yapmak için imkân var.
Hopa!ya yardımı  en kolay Eğitim Sen üzerinden iletebiliriz.
1 Eylül 2015 çok dramatik bir Dünya Barış günüydü bu ülke için ama kadın hareketi başta olmak üzere vicdan sahibi insanlar barış için çağrı yapmakta kulak verebiliriz.
Dünyadaki birçok aydın ve bilim insanı önderliğinde bir çağrı var: Freeze fossil fuel extraction
to stop climate crimes (Fosil Yakıt Hafriyatını Donduralım, İklim Suçlarını Durduralım).
Çağrıya buradan ulaşabilirsiniz.  http://350.org/climate-crimes/ . Çevirisi Ömer Madra tarafından yapıldı. Çevirisine de buradan ulaşabilirsiniz http://acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=33922&cat=100

İklim İçin Kampanyası hala desteğinizi bekliyor:  http://iklimicin.org/

Savaştan canını alıp kaçan ülkemizde artık misafir değil birlikte yaşayacağımız komşularımız olan savaş mağduru kardeşlerimize de yardım edebileceğimiz birçok yer var ama en başta onlara olan bakış açımızı değiştirerek başlayabiliriz. Sokak ortasında uyuyan yemek yiyen aileleri, toplu taşıma araçlarını oyun alanı sanan çocukları, dilenmek zorunda kalan kadınları hakir görmeyerek başlayabiliriz.
Hepimiz paylaştığımız kentlerde aynı yağmurların altındayız. YeryYüzü yetinmek isteyen herkese yeter.
Umutla…

ÖNCEKİ HABER

Minik Aylan’dan sonra bir sualimiz olmalı

SONRAKİ HABER

Eleştiri haktır!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...