06 Eylül 2015 04:06

Minik Aylan’dan sonra bir sualimiz olmalı

Paylaş

Sema BARBAROS

Bu yazıyı yazarken aklımda hepimizin günlerdir konuştuğu küçük Aylan’ın Bodrum kıyılarına vurmuş o görüntüleri vardı. Kollarını iki yana yatırmış Aylan bebek belki de böyle uyumayı seviyordu, kim bilir...
Galiba her birimizin bu acı tablo karşısında kendisine soracağı bir soru var! Ve elbette hep beraber sormamız gereken sorular...

SORULAR...

Suriye’ye doğru yol alan silah yüklü TIR’lar, ülke başkanlarının kapalı kapılar ardında yaptığı toplantılar, “demokrasi götüreceğiz” diye başlayan “asarım keserim” ile biten cümlelerin kurulduğu zirveler, savaş tezkeresi için yapılan meclis buluşmaları... Bütün bunlar elbette devlete ve kapitalist devletlere dair sorular...
Bana hayat artık dünden iki kat zor geliyor. Mesela yolda yürümek zor geliyor, sığınmacıların “acaba bir iş verirler mi” diye beklemeleri, ucuzun ucuzu çalıştırılmaları, sürekli ezilen, aşağılanan cümlelere maruz kalmaları, küçücük, karanlık, havasız ve adına “ev” diyemeyeceğiniz odalara yüksek fiyatlar ödemeleri bana zor geliyor. Hele dilenen ya da korkan gözlerle gözümün içine bakan çocuklar...Bana çok zor geliyor. Evet, ve bütün bunlar elbette aynı zamanda bana dair sorular....
Hani çok söylenir, çok sorulur, “Arkadaş bizim halimiz onlardan daha mı iyi?” diye Ama bu insanların ülkelerini terketmelerinin esas nedeni ekonomik değil, iç savaş!
Ve bizim açımızdan güvensiz sokaklar neyse; sığınmacılar açısından dil, yer, iz bilmemenin sıkıntısı biraz böyle bir şey. Botlara binip gitmek onları korkutmuyor. Çünkü burada yoksulluk, acizlik ve baskı onlar için her yanda kol geziyor. O botla denize açılmanın kolay olmadığını elbette bizden iyi biliyorlar. Ama yine de yanlarına en sevdiklerini alıp gitmeyi yani ölümü göze alıyorlar. Ve bütün bunlar “Arkadaş bizim halimiz onlardan daha mı iyi?” diyenlerimizin kendisine dair sorması gereken sorular...

SURİYELİ KADINLAR

Çeşitli vesilelerle yan yana geldiğimiz çoğu Suriyeli kadın “evin bir erkeği” olmadan dışarıya çıkmak istemiyor. Üstelik çok küçük yaşlarda olan kız çocuklarını “onları koruyabilecek” bir akrabalarıyla bir an önce evlendirmek istiyorlar. Çünkü bu yabancı ellerde kızları için başka bir “güvence” göremiyorlar! Parka gitmek için ağlayan çocuklarını isteseler de götüremiyorlar. Çünkü Türkçe bilmedikleri için aşağılanacaklarını düşünüyorlar. Suriyeli kadınlar çalışmak istiyor ama işyerlerinde onlara “istedikleri her şeyi yapmak zorunda” oldukları söyleniyor. Böyle olunca da geri duruyorlar çaresiz. Bütün bunların üstüne; gözlerimizin içine bakarak; “bir sonu olacak mı bu yaşadıklarımızın” diye sormalarına cevap vermeye çalışmak çok ağır gerçekten. Ve yine maalesef bu sorunun cevabı olamıyor mevcut hiçbir yasa, hiçbir kanun ve hiçbir uygulama...
Bundan aylar önce bir eve misafir olduk. Çocuğunu nerede doğuracağını bilmeyen 8 aylık hamile bir kadın karşıladı bizi. Sağlık durumunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmiyordu! Çocuğunu doğurunca işe devam edip etmeyeceğini ise hiç kestiremiyordu. İki çocuğunu annesine bırakmış ve eşi, kardeşiyle birlikte gelmişti Suriye’den. Tekstilde çalışıyordu. Ev küçücük, o kadar küçük ki; “Neredeyse dört kişi ancak sığıyoruz” diyordu.
Suriyeli kadının anlattıkları hem tekstildeki çalışma koşullarını ortaya koyuyor, hem de kendileri gibi gelenlerin durumunu. O evde bizim aklımızda kalan bir fotoğraf da yerde serili bulunan uyku tulumuydu. Nem kokusunun kapladığı o evde ben o kareyi unutamıyorum. Ve yine maalesef hükümetin ve Erdoğan’ın hiçbir açıklaması değiştirmiyor bu durumu.
Geçtiğimiz günlerde otobüse binmek için durakta bekliyorum. Parktaki bütün banklar doluydu. Sonra biri boşaldı. Ben oturmak üzere o banka yönelince, (biri erkek biri kadın) iki Suriyelinin de aynı banka yöneldiğini farkettim. Beni görünce o banka oturmaktan vazgeçmişlerdi. Çünkü oraya oturmak, alıştıkları üzre onların değil önce “benim hakkımdı”! El işaretiyle yanıma oturabileceklerini söyledim, oturdular. Ama kendimi çok ağır hissettim, hem de çok...

YANİ...

Sahilde cesetlerini taşıdığımız, boğulma anlarını izlediğimiz, yolda elimizin tersiyle ittiğimiz, sınırdan geçerken taciz ve tecavüze uğrayan, sokakta ya da işyerinde birlikte çalıştığımız, ‘nasıl yaşarlarsa neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar” diyerek kamplara kapatmak istediğimiz bu insanlar... Onlar işte Bodrum’da kıyıya vuran insanlar...
Ve sığınmacıların cesetleri kıyıya vurunca söz söylemek için sıraya giriyoruz!
Bizim belki de empatiye belki de empatinin çok ötesine geçmeye ihtiyacımız var. Sığınmacılar için eşit yuttaşlık hakkını savunmaya örneğin! Onlarla birlikte eşit ve adil bir dünya için mücadele etmeye ya da....
Sürgünün beşinci yılında, artık bu topraklardan da ümidi kesip ölüm yoluna çıkıyorsa eğer sığınmacılar; bizim acil eylemlere de ihtiyacımız var demektir! Kardeşlerimiz, insanlığımız ve ortak vicdanımız için örgütlenmeye, acil platformlar kurmaya ve dayanışma elini uzatmaya olan ihtiyacımız...
Sual soralım, sormaktan geri durmayalım, çünkü sormak başlangıçtır.

ÖNCEKİ HABER

Sadece ellerimiz kaldı

SONRAKİ HABER

Gariplerin, kimsesizlerin ve yoksulların üzerine yağan kent yağmurları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...