06 Eylül 2015 04:01

Bir masal fazlası çocuklar!

Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Çok da uzak olmayan ülkelerin birinde, kaplumbağalar hâlâ uçamazken ve uçmaya çalışıp denize batarlarken… Bebekler dalgalarla boğuşamaz ve sulara kapılırken… Çocuklar kurşunlara sığamaz, kurşunlar çocuk bedenlere beşer onar sığarken…

Ve her masal, hem ne kadar farklı olduğumuzu hem de ne kadar çocukluğumuzu özlediğimizi bize kanıtlarken…
***
Hep tekrarlarım; yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası çok farklı! Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler, anlamlandırılmamışlıklar ile dolu bir dünya çocuklarınki… Bunun yaşamımızda o kadar büyük anlamı var ki! Doğaya daha yakın, her anlamda “çıplaklığa” daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan…

Belki de kilit cümle bu; doğal ihtiyaçlarından ötesine uzandığımızda bozmuşsak düzeni, çocuklar bunu hâlâ yaşatanlardır. Belki de o yüzden her çocuğa baktığımızda özlediğimiz dünyayı görürüz. Kurallar gereği gülmemenin tembihlendiği, ciddi durmanın öğretildiği, kurnaz olmanın aşılandığı her bir bireyin, bir çocukta gıpta ettiği çok fazla şey vardır. Her bebek, yaşamımızı değiştiren ve bize “ölümlü dünyayı” hatırlatıp, çocuk dünyasını gösterir. Bunu görüp göremeyeceğimiz ise bize kalmış…

Çocuk aynı zamanda umut da demektir. Gelecek teminatıdır. Geleceğe ve ‘yarın’a bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken, o çocuğun daha yaşayacağı günler hatrına aydınlanır ömür. Daha bir diş ile tırnak ile tutunulur yaşama!
Anadolu kültürleri, Mezopotamya kültürleri, Kafkas kültürleri hep çocuğu korur. Toplumda cinsiyetçiliği uygulatsa da, kültüründe çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır bebelerin. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de…

Bazen de ne özlediğimiz dünyayı tanır, ne umutlu yarını, ne de kültüründeki kutsallığı! Öldürüveririz çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarız! Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta.

Geçtiğimiz günler bize çok acı ölümler yaşattı. Kürdistan’daki savaş, sivil ölümleriyle öne çıkıyor ve çocuklar ilk sıralarda yer alıyor. Hangi birisinin ismini sayabiliriz? Hangisini atlamayabiliriz? Hangisini anabiliriz? Tüm Kürt çocukları… Her yaştan… Her isimden… Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Hopa’daki sel felaketinde de 3.5 yaşındaki Taha, annesinin kucağından yanlış yerdeki menfez ile ihmalle coşan derenin sularına kapıldı. Oradan da Karadeniz’in sularına diye tahmin ediliyor. İlk günden itibaren Taha’nın arama çalışmaları sürüyor; ancak bu yazı yazılana kadar henüz bir sonuç yoktu. Hopa’daki sel, doğaya rağmen nasıl bir hayat kurulamayacağı ve ne kadar büyük ihmallerin yapıldığını gözlerimizin önüne serdi. Yaşanan her ölüm acıydı, ancak bir bebenin göz göre göre ölüme gitmesi, eksikliklerimizi bir kez daha yüzümüze çarptı.

Ve en son Kobanêli Aylan’ın, ailesiyle birlikte başka bir hayata yüzmek isterken, Bodrum’da kıyıya vuran bedeni…

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Bebelerimizi ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

En kötüsü de ne biliyor musunuz; bu üç hikayedeki çocukların aileleri de, birbirlerinin kaderini yaşamak isterdi. Hopalı Taha’nın ailesi, Kobanêli Aylan gibi, oğullarının bedeninin kıyıya vurmasını istedikleri için her sabah ayazında sahilde arayıştalar... Kobanêli Aylan’ın ailesi, kuzeyde yaşayan her bir Kürt çocuğunun “yoksul ama emin” hayatını tercihiyle dayandılar sınır tellerine… Her bir Kürt çocuğunun anası da; devletin şiddetinden uzak, silahların siyahından uzak, savaştan işkenceden uzak bir ölüm tercih ediyor çocuklarına; “Devletten değil, Allah’tan gelseydi” diyerek…

En kötüsü bu!

En iyisi mi?

Ölüme; gülerek, oyunmuşcasına giden, henüz yaşamamış ve yaşanmamış çocuk dünyası! Bir masal genişliğinde…

Kaplumbağaların uçabildiği, pirelerin berber olabildiği, çocukların sel sularından daha coşkun oynayabildiği, çocukların kurşunları toplayıp eritip yaptıkları toplarla çift kale maç yapabildikleri…

Bir varmış bir yokmuş… Bir masal, çok fazla kılınmış; bir masal dilde eksik kalmış…

ÖNCEKİ HABER

Can Yücel’le planladığımız barış otobüsleri

SONRAKİ HABER

Sadece ellerimiz kaldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...