06 Eylül 2015 00:39

Ganimet laneti

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ

Dükkanlarını yağmaladık/ Heykellerini kırdık/ Domuzlarını mızraklayıp/ çocukluk fotoğraflarıyla birlikte yaktık/ Hendeklerini doldurduk/ Dozerle düzeltip/ futbol sahası yaptık mezarlarının üstüne./ Anılarının içine yıktık kerpiç duvarları./ Ağaçlarını kestik. Gölgelerini bile öldürdük.// Bir daha geri gelmeyecekler sandık./ Geldiler. Ellerinde kapılarımızın anahtarı…
Gür Genç, Kıbrıslı şair. Yazıya başlığını veren “Ganimet Laneti” şiirinde 1974 sonrası Kıbrıs’ı böyle görmüş.
.  .  .
Sanki huzur ve güven ortamında zamanın gülen yüzü kalbimizi yurt edinmiş. O kadar derin bir sükûnet, barış, anlayış, eşitlik içinde yaşamışız ki ilk taşı atanı bile suçlamak gelmemiş aklımıza.
Yapacak bir şey olmadığından gülüyormuşuz. Sendikalarımızda mutlu işçiler, mülteci çocukların cesetleri sahilimize vurmamış hiç. Sokaklarda el ele, evde kızlı erkekli mutlu gençlerimiz. İşsizlik kaygısı, geçim sıkıntısı yok kimsenin. Kişi başına düşen yeşil alan miktarı o kadar fazla ki, çimenlerin üstüne yayılıp kitap okuyanların sayısındaki artışa tanık oldukça, geleceğe daha umutla bakar olmuşuz.
Devlet aldığı geleneği sürdürmüş. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler bu ülkenin vatandaşı olmaktan ötürü hiç kaygı yaşamamış. Başka bir ulusa ya da dine mensup olanlar, iktidarın herhangi bir baskısına maruz kalmamış hatta kurdukları vakıflara verilen destekle mal varlıkları katlanarak artmış.
. . .
Türkiye’nin Londra büyükelçiliği aracılığıyla Kıbrıs Türk Cemiyeti kurulmamış, Demokrat Parti, Milli Emniyet Teşkilatı’nı da kullanarak taş dolu kamyonları getirip yığmamış Beyoğlu’ya 6-7 Eylül’de. Bir arada yaşamanın bütün ayrıntıları insana ve doğaya yakışır güzellikte ve örnek gösterilirken Ekspres gazetesi “Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı” manşetini atarak ikinci baskısını yapmamış. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs meselesini konuşmak için Londra’da bir araya gelmemiş, F. Rutin zorlu Türkiye’yi temsilen masaya oturmamış.
Gazete manşetleriyle sokağa salınan insanlar devletin baltası, taşı ve sopalarıyla Türk olmayanların evlerine, iş yerlerine saldırmamış, yağma ve talan yaşanmamış hiç. Kaynaklara göre 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika ve otelin de içinde bulunduğu 5 bin 317 yeri tahrip edilmemiş.
Kiliselerin içindeki ikonalar, haçlar, kutsal resimler ve kutsal eşyalar tahrip edilmemiş, İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan Rum Ortodokslarına ait 73 kilise ateşe verilmemiş.
Bir yakada Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy; öte yakada Beyoğlu, Nişantaşı, Şişli, Kurtuluş, Balat, Eminönü, Fatih, Bakırköy, Arnavutköy, Ortaköy, Bebek gibi Rum vatandaşların yoğun olarak yaşadığı ilçe ve semtlerde eş zamanlı yağma ve talan yaşanmamış, düşmanlığa örgütlenmiş insanlar önlerine geçen her şeyi yakıp yıkarken Türkiye’nin tarihine yeni bir kara leke sürmemişlerdir.
Failler mi?
Hükümete bu tertipten de alnının akıyla çıktı. Aziz Nesin, Asım Bezirci, Kemal Tahir, Tornacı Emin, İlhan Berktay, Hasan İzzettin Dinamo, Dede Ahmet, Dr. Hulusi Dosdoğru gibi aydınlar 6-7 Eylül’de insanları kışkırttıkları gerekçesiyle tutuklandılar. Beş ayı hücrede olmak üzere dokuz ay civarında tutuklu kaldıktan sonra, uluslararası kamuoyunun bu şarlatanlığa tepki göstermesi sonucu, tahliye edildiklerinde Aziz Nesin, “ipten kurtulduk”, demişti. O kadar kurmaca bir davaydı ki, sanıklar arasında olaylardan çok önce ölen insanlar bile vardı. Üstelik Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atan Oktay Engin adlı kişinin daha sonra MİT adına çalıştığı deşifre olmuş, bu kişi İçişleri Bakanlığında göreve alınmış mükâfat olarak da Nevşehir valiliğine atanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rumlar 6-7 Eylül’de devlet eliyle örgütlenen yağma ve tahrikin sonucu göç etmek zorunda bırakıldılar. On binlerce Rum başka ülkelere gitmek zorunda kaldı. Mezarlıklarına kadar tahrip edilen insanlardan geriye kalan orantısız devlet şiddetiydi. Zira, İçişleri Bakanı Namık Gedik ile olayların hemen sonrasında İstiklal Caddesi’nde dolaşan Celal Bayar yapılanlar karşısında “Galiba dozu kaçırdık!” demişti.
.  .  .
Eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, “6-7 Eylül olayları Özel Harp Dairesi işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” dediği artık herkesçe malum. Bakınız: Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları, Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991.
.  .  .
“Hak isteyen tebaasının bekâsına son verirken, sürekli kendi bekâsının tehlikede olduğunu söyleyip tebaasının bir kesimini de buna ikna eden muktedirlerle karşı karşıyayız. Monarşi döneminde değil, Cumhuriyet döneminde de nasıl olmamız gerektiğini belirleme tekelini kendine hak gören, dahası tüm kesimlerden emekçileri haksız, örgütsüz ve bayramsız yaşamak zorunda bırakan bir egemen gelenekten söz ediyoruz.” 1
Erdoğan Aydın’ın bu saptamaları yaşadığımız bütün zamanları özetliyor, aslında. İktidar hırsıyla savaş için meclisten teskere çıkaranlar bir geleneğin temsilcisi değilse nedir?

1 Utanç ve Onur, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı Nisan 2015,  Sf. 20

ÖNCEKİ HABER

Kaldırım edebiyatı

SONRAKİ HABER

Cesedin karnına saplanan bayrak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...