06 Eylül 2015 00:36

Kaldırım edebiyatı

Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Temmuz’un ikinci haftasıydı. Tunalı Hilmi Caddesi üzerinde, kaldırım çalışmalarının başlayacağını duyurdu Belediye.  Çalışanlara ve çalışmalara yardımcı olunmasını isteyen pankartlar astı. Çankaya ilçesinde Büyükşehir, katlı kavşak dışında görünür bir iş yapıyordu. Öyle sessiz sedasız yapacak değildi.  Tunalı Hilmi, Esat ve bu caddeleri dik kesen sokaklarda onlarca iş makinesi ve işçi geceli gündüzlü çalışmaya başladı. Bir yer bitmeden diğer bir yer başlıyordu. İki caddenin kaldırım ihalelerini iki farklı şirketin aldığı söyleniyordu. Eylülün ilk haftasının bittiği şu günlerde hâlâ kaldırım çalışması devam ediyor. 35 günde alt geçit yapmakla övünen belediyemiz bu kadar sürede kaldırımları bitirmemişti. İhale gereği işi yapan firma tüm süreyi doya doya kullanmak istiyor olabilirdi. Lakin sorun bu değildi. Belediye ve ihaleyi alan şirketin anlaşması uyarınca, kaldırımların belediyenin sorumluluk alanına giren kısmı yapılıyordu.
Apartmanların kaldırım alanı haline gelmiş açık alanlarında ise bir kaldırım çalışması yoktu. Hal böyle olunca, kaldırımların yarısı yapılmış, yarısı yapılmamıştı. Eski ve bu çalışmalarla da kırılan kaldırımlarla yeni yapılan yerler arasında ciddi kot farkı oluşmuştu. Kaldırımları yenilemek için başlayan çalışmalar sokağın kaygı eşiğini yükseltti.  Sokaklardan geçenler, kışın çok kişinin bu “aksak ritim” yapılan kaldırımlardan zarar göreceğini öngörüyordu. Belediye, yapılan kaldırımların denetimi sonrasında,  işi beğenir, işin teslim alınmasına karar verirse; Ankara’nın kaldırım kültüründe bir çığır daha açılacak: kırk yama kaldırımcılığı.
Ankaralılar ve Ankara’ya yeni başlayanlar için kaldırımlarla yaşamak bir hayatta kalma stratejisidir zaten. Şehre okumaya geldiğimde, büyük ablamın ilk tavsiyesi taşların ortasına basarak yürümemdi. Bu teklifin obsesyonumu dindirmek maksadıyla yapılmış olacağını düşünüyordum. Ta ki Ankara’daki ilk kışımda kırık kaldırımların çatlakları arasından bacak arama yediğim suyla kendime gelinceye dek. Bir zaman önce yapılan Arnavut kaldırımları da “güvenlik” gerekçesiyle sökülünce, kalastan hallice Ankara taşı ile kaplanmıştı  tüm sokaklar. Lakin bu taşların ömrü üç bilemedin beş aydı. Sonra ya kırılır, ya  alt yapı için sökülür, ya apartmanın kanalizasyonu patlar yamanırdı.
Ankara’da kaldırım taşlarının ömrüyle Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşması arasında kurduğumuz tüm ilişkilerde pek de haksız sayılmazdık.   Tam da bu bağı kurduğumuz, “ortam dinlemesiyle” yetkililerin kulağına gidince, daha büyük taşlarla sağlam bir demokrasi getirme hamlesi gerçekleşti. İşte son iki aydır Tunalı civarında gerçekleşen kaldırım çalışması, demokrasi kültürümüzün kurumsallaşması için atılan sağlam adımlar olarak okunmalıdır. Eğer ki, kaldırımın yeni yapılan kısmında yürürseniz demokrasinin kurumsallaştığına ikna olabilirsiniz. İri, heybetli bu taşların altına üç santim de beton döküldüğünü hepimiz gözlerimizle gördük. Alt yapıyı değiştirmeden bunu yapsalar da olsun, yapılan işin kötüsü olmaz dedik, sineye çektik.
Tabii ki her kurumsallaşma dönemi sancılı geçer. Bizim yeni kaldırım taşlarının döşenmesi süreci de öyle oldu. Mahalli zabıta ekibi gibi çalışan, kot farklarını tespit eden, eski ve yeni kaldırımların uyumsuzluğunun yol açacağı sorunlar üzerine düşünen emekli öğretmenler, semt derneklerinin yönetim kurulu üyeleri, birkaç duyarlı astsubay emeklisi ve biz konuyu enine boyuna dert edindik. Üzerinde durduğumuz önemli sorunlardan birisi yaşanmasın derken başımıza geldi.  Yol kenarlarında arta kalan malzemeleri toplayan kepçe operatörleri, bu küçük araçları  çarpışan otomobil kıvraklığıyla kullanıyordu. Yol kenarında kepçenin alamadığı taşlardan biri aracın tekerinden sekerek pastanede ailecek oturan adamın kafasına gelmişti. Çok şükür ki can kaybı yoktu. Daha üzücüsü bu vakanın da ilk olmadığını öğrendik. Bir alt sokakta da benzer bir vaka yaşanmıştı.

HADDİMİZİ BİLECEĞİZ

Alt sokaktaki diğer bir kavgaya sınıf eksenli çözümlemeler geliştirenler oldu:  İşçi sınıfını karakterize eden kepçe operatörü Ahmet ile yıllardır yerleşik esnaf kimliğiyle sokakta bilinirliğe ve belirli bir saygınlığa kavuşan, gelir durumu iyice olan, modern hal ve tavırlarıyla kunduracı ustası Ali arasında sınıfsal bir  çatışma yaşandı, bunu böyle görelim diyenler vardı. Kepçe operatörünün dükkanı önünde bulunan trafoyu patlatma ihtimalini gözeterek “dikkat et” diyen kunduracı Ali’nin, çalışanın psikolojisini kavramadığını heyetimizden dillendirenler de vardı. Kimimizin yorumu ise ayrıştırıcı sayılırdı: “Bilerek yapıyorlar, iki aydır bitirmiyorlar, hayat tarzımızdan nefret ediyorlar.”
Kepçe operatörünün bir inatlaşmanın sonucunda trafoyu patlattığını dillendiren görüşler yaygındı. “Bırakıyorum lan işi,” dedi. Bastı,  geçti, gitti Kunduracı Ali. İmla hatalarını düşürdü. Sıktı yumruklarını, İmalarını topladı.  Madem öyle işte böyle, sesleri yükselmişti hatta birkaç el.

YOL YÜRÜMEYİ UMUT EDİYORUZ

Bu kaldırım seferberliği neticesinde, Ankara kent kültürü kendini bir kez daha tekrar etti. Ucundan tutularak yapılan işler, özensizlik, “ver ayarı, çek kalayı” kolaycılığı. Hızlı koşan atın boku seyrek düşer, sözü yerde kalmadı.  Neticede büyük büyük taşları satan kâr etti. “İstanbul Belediyesi’ni de bağlarım,“ dedi.
En iyisini kendinin bildiğini düşünen kapalı zümrelerin içinde bir kaldırımın dahi nasıl yapılacağını ülkenin başkenti yerli yerine oturtamadı. Eline yetkiyi alan, işi en doğru biçimde yapacağını ima ediyor, hatta yapıyordu. Yanlamalar, bostancılar zuladaydı.  Denetleyene, hesap sorana, neden böyle yaptın diyene, “biliyorsan kendin yap” mızmızlığı tokat gibi yükseliyordu.En son duyduğumuz ise şu oldu: “Hırpalarım lan sizi, hırpalarım.” Bu dilin dikey olarak farklı toplum sınıflarını hakimiyeti altına aldığına baktığımızda, kaldırımın yenisinde “delikanlı” gibi yürümeyi umut etmek düşüyor bize..
Ne de olsa yeni yollar da yapıyorlar.. Ankara’da sabah oluyor ve kaldırım edebiyatının altı yine su doluyor.

ÖNCEKİ HABER

Gazetecilik hobi değildir!

SONRAKİ HABER

Ganimet laneti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa