09 Ağustos 2015 02:33

Ölüleri cezalandırmak

Paylaş

Faruk AYYILDIZ

2014’ün Ağustos ayında haber için gittiğim Lice’nin Sîsê bölgesinde bir grup gerilla ile karşılaşmış, konuşma fırsatı bulmuştum. Lice’deki “yol kapatma” ya da kamuoyunda daha açık haliyle bilinen ‘heykel yıkma’ olaylarının yoğun yaşandığı günlerdi. Uzun süredir gerilla saflarında olduğunu düşündüğüm, 30’lu yaşlarda bir gerillanın hangi medya kuruluşunda çalıştığımı sormasıyla başlayan kısa sohbet, “Gerilladasın, kendine dair yaşamak istemediğin bir durum var mı?” sorumla devam etmişti. Gerilla kısa düşünüp net cevaplamıştı: “Sağ olarak düşmanın eline düşmek istemem, bir de şahadete ulaşırsam cenazem halkımıza gözdağı için panzerle sokaklarda gezdirilmemeli.” Gerillanın bu sözlerinin ardından refleksle artık cenazeleri açıktan panzer arkasına bağlamalarının mümkün olmadığını söylesem de, “Savaş bu heval, panzerin arkasına bağlanmış arkadaşları biliyoruz. Düşman 30 yıldır bunu yapıyor, yarın ihtiyaç duyarlarsa yine yaparlar.” gibi bir cevap almıştım ve sohbeti bitirmiştik. Diyarbakırlı gerilla, çocukluk yıllarından gerilla yaşantısına kadar edindiği tecrübesiyle doğruyu söylüyordu. Türk devleti ile PKK arasında yaşanan savaş boyunca gerilla cenazelerine ‘işkence’, Türk devleti tarafından “psikolojik savaş”ın bir parçası olarak kullanıldı, bugün de kullanılmaya devam ediyor. Suruç katliamının ardından başlayan çatışmalı dönem ile yeniden şahit olduğumuz bu durum, IŞİD’e karşı yaşamını yitiren YPG/J savaşçılarının cenazelerini sınır kapılarında bekletmek ve Gabar’da yaşamını yitiren Harun Çekdar isimli PKK gerillasının, askerlerce ormanlık alanda çıkarılan yangına atılarak yakılmasıyla devam etti. Habur Sınır Kapısı’nda bekletilen 10 YPG/J cenazesi, sınırda nöbet eylemine başlayan ailelerin kararlı tutumu ve belli ki bir takım bürokratik girişimle teslim edildi ancak yazının yazıldığı saatlerde Mürşitpınar Sınır Kapısı’nda 15 YPG/J savaşçısının cenazesi yaklaşık bir haftadır bekletilmeye devam ediyordu.

PANZERDEN TIR KASASINA!

Kuşkusuz devlet için gerilla cenazesine işkence yapmak YPG/J cenazelerinin sınırda bekletilmesiyle başlamış bir uygulama değil. Yukarıda söylediğimiz üzere; devlet için sadece metotlar değişmiş olsa da yaşamını yitiren gerillaların cenazeleri “dönemin koşullarına uygun şekillerde” işkence görmeye devam ediyor. 2015 yılında bir gerilla cenazesini Gever’de (Yüksekova) panzerin ardına bağlayıp sürükleyecek koşulları bulamayan devlet, gerilla cenazelerini bozulmaya başlayana kadar bir TIR kasasında beklettirerek sadece yöntem değişikliğine gittiğini tekrardan göstermiş oluyor. Peki, neden? Ya da devletin “cenaze politikası” sadece “vicdan”, “insanlık” gibi kavramlarla açıklanabilir bir durum mu? Şu an Halkların Demokratik Partisi Bingöl Milletvekili olan Dr. Hişyar Özsoy’un söyledikleri bu bağlamda açıklayıcıdır: “Ulus-devletler kendi ölülerini ulusal kimlik inşasının önemli parçası olarak görürken, kendisine isyan edenlerin sadece biyolojik olarak öldürmesiyle sınırlanmaz, öldürülen isyancı bedenlerinin bir değere dönüşmesini engellemek için onları sembolik olarak da öldürmek için her türlü yol ve yönteme de başvururlar. Marquis de Sade’nin ifadesi ile, düşman olarak gördüklerini bir defa değil (biyolojik), ikinci bir kez daha (sembolik) öldürmek isterler.” [1] Türk devletinin medya savunma alanlarının yanında gerilla mezarlıklarını bombalaması ya da yaşamını yitiren bir gerillayı ormanda çıkan yangın ateşinin içerisinde yakmış olması bu çerçevede değerlendirilebilir.

KİTLESELLİKTEN KORKMA HALİ

YPG/J cenazelerinin bekletilmesine dönecek olursak, devletin bu süreçte kitleselliğe varan eylemlere karşı sert tutumuna dikkat çekmek gerekiyor. AKP, ısrar ettiği savaş politikalarına karşı örneğin İstanbul’da Barış Bloku’nun kitlesel geçmesi beklenen miting/yürüyüşünü engellerken, Kürdistan’da son 1,5 yılın en kalabalık eylemlerine dönüşen YPG/J cenazelerine de izin vermek istemiyor. AKP, içerideki çatışmalı sürecin yarattığı telaş ve kaygıyla beraber YPG/J cenazelerinin yeterince gündem olamayacağını da hesaplayarak, cenazelerin Rojava’da gömülmesini, cenaze törenlerinin AKP karşıtı mitinglere dönüşmesini engellemeyi hedeflemiştir. Ancak ailelerin bürokrasiyi dahi aşan kararlı tutumu, polis saldırılarına rağmen geri adım atmamaları AKP’ye bu fırsatı vermedi. Öyle ki 11 gün boyunca sınırda nöbet tutan ve çocuğunun cenazesini isteyen bir YPG’linin annesinin sözleri söz konusu kararlılığın özeti sayılabilir: “11 gün değil 11 yıl olsa dahi buradan gitmeyeceğiz, çocuklarımızın cenazelerini alacağız.” Ailelerin olası “geri adımı”nda uzunca süre cenaze geçişinin engelleneceği öngörüsüyle, ailelerin bu kararlılığının önümüzdeki dönem için önemli bir kırılma noktası olabileceği de açık. Devlet, elinden geldiğince zorluk çıkaracak, savaştan yorgun düşmüş Kürt halkının cenazeler konusunda geri adım atmasını umut edecek, gerektiğinde yeniden fiziki şiddete başvuracaktır. Lâkin Habur Sınır Kapısı’ndaki direniş diğer yandan Kürt halkının çocuklarının cenazelerinden vazgeçmeyeceğinin de güçlü mesajı olmuştur. Devlet, gerilla cenazeleri üzerinden 90’lı yıllarda da Kürt halkını “sindirmeye”, “terbiye etmeye” çalışmış ancak gelen her cenaze, işkence görmüş her gerilla cenazesi Kürt kentlerinde “serhildan”lar için işaret fişeğine dönüşmüştü. Bugün ya da yarın cenazeler üzerinden farklı bir sonuç beklemek herkes adına yanıltıcı olacaktır. Devletin savaş ve cenazeler üzerinden Özgürlük Hareketi etrafında kenetlenen Kürt halkıyla barış olmasa bile savaşmamasının yolu bellidir: Ölüleri cezalandırmaktan vazgeçmek!

[1] Hişyar Özsoy, Arafta Kalmak: http://politikart1.blogspot.com.tr/2012/05/arafta-kalmak-tarih-mezarda-baslar.html?spref=tw&m=1

ÖNCEKİ HABER

Zenciler hâlâ ‘tavırlı’!

SONRAKİ HABER

Barış demek şereftir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...