2 Ağustos 2015 04:39

Ercüment AKDENİZ

Meclisin olağanüstü toplanması nedeniyle Başbakan Davutoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Yaptığı konuşma, AKP kadar devletin de yeni yönelimini ilan ediyordu. “Zor ve diplomasi” arasında gidip gelen devletin bildik klişesi yine karşımızdaydı; kadife eldivenler atılmış, demirden eller hasımlara gösterilmişti!

AKP’nin yönelimi “yeni bir savaş konsepti”ni devreye sokmak; bunu artık hepimiz biliyoruz. Peki ama AKP bu konsepti nasıl bir savaş doktrinine dayandıracak? Aslında bu sorunun cevabı da Davutoğlu’nun konuşmasında saklı. Çünkü konuşmanın çerçevesi dikkatli incelendiğinde; hem “11 Eylül”den esintiler bulmak hem de 11 Eylül sonrası ABD’nin devreye soktuğu “önleyici savaş doktrini”nin  izlerine rastlamak mümkün.

‘WAR ON TERRORISM’

Ne diyordu Davutoğlu? Suruç saldırısının ardından hükümetin IŞİD’e karşı operasyon hazırlığında olduğunu ama tam da bu sırada PKK saldırılarının gelmesinin manidar olduğunu söylüyordu. Bir bakıma IŞİD ile PKK’nin işbirliği içinde olduğunu ima ediyordu. Türkiye’nin
PKK, DHKP-C, IŞİD eliyle üçlü bir saldırı dalgası altına alındığını iddia ederek; buna karşı üç ayaklı bir operasyon dalgası başlattıklarını ifade ediyordu.
George W. Bush’un “global war on terrorism”* söylemi ile Ahmet Davutoğlu’nun “üç ayaklı operasyon” söylemi ilginç benzerlikler taşıyor. Hatırlayalım; ABD Irak’a dönük operasyonlara başladığında iç ve dış kamuoyunu ikna etmek üzere “önleyici savaş doktrini”ni öne sürmüştü. Bu öğretiye göre “ABD’yi tehdit eden terörist güçler” her nerede ürüyorsa orada vurulmalıydı. “İkiz Kuleler”e yapılan uçaklı saldırılar bu doktrini hayata geçirmek için bulunmaz bir fırsattı. Kulelerin vurulmasından el Kaide’yi sorumlu tutan Bush yönetimi Afganistan ve Irak’a kapsamlı operasyonlar düzenledi. Üstelik İslami terörizmin üremesine vesile olabilecek bütün Müslüman ülkeler de artık bu küresel savaşın hedefindeydi. Bunun doğru anlaşılması için sadece Irak’ta 1 milyon insanın hayatını kaybetmesi gerekti!
Bir zamanlar Sovyetler Birliği’ne karşı beslenip büyütülen cihadist örgütler ABD’nin başına hem bela olmuş, hem de global bir savaş başlatması için ona yeni imkanlar sunmuştu. Sonuçta ABD bütün dünyaya el Kaide tehdidini gösterip askeri güç ve otoritesini yeniden tesis etmişti.
Erdoğan, Davutoğlu ve beraberindekiler şimdi bir parça Bush dönemi şahinlerini andırıyorlar. ABD’nin el Kaide’yi hedefe koyması örneğinde olduğu gibi IŞİD’i hedefe koyup karşısındaki bütün toplumsal muhalif kesimleri ezmenin, dize getirmenin operasyonuna girişiyorlar. Arınç’ın Meclis kürsüsünden açıkladığı operasyon bilançosu bu durumu gayet iyi özetliyor. Zira operasyonlarda gözaltına alınan 1061 kişiden sadece 136’sı IŞİD şüphelisi!

ACZİYET VE KUDRET

Davutoğlu’nun “terörizme karşı mücadele” söyleminde ilginç bir karşılaştırma göze çarpıyor; acziyet ve kudret!  Ona göre Türkiye son dönem gerçekleşen operasyonlarla içinde bulunduğu acziyeti aşıp devletin kudretini göstermiş bulunuyor. Peki durum gerçekten böyle mi? Suriye ve Ortadoğu’da dış politikası iflasa uğramış, “başkanlık” için 400 vekil isterken tek başına hükümet bile olamamış, “çözüm süreci”nde masayı terketmiş bir hükümetin halini “acziyet” kelimesinden daha iyi gerçekten hangi kelime ifade edebilir ki?
Pro-aktif dış siyaset macerasında burnu epeyce sürtülmüş ve dönüp yeniden NATO çizgisine teslim olmuş AKP’nin parlak kudreti; yenilgisi artık tescillenmiş bulunan “Stratejik Derinlik” kadar olsa gerektir.
Son yapılan anketlerde görüldüğü üzere; halkın ezici çoğunluğu barış isterken, “sınırlarımızda IŞİD değil YPG olsun” ve “hiçbir koşulda Suriye topraklarına askeri operasyon yapılmasın” oranları yüzde 70’lerin üzerine çıkarken; kudreti içerde ve dışarda silaha sarılmakta bulan bir hükümet, siyasal acziyetin fotoğrafını verebilir ancak.

RAMAZAN BOMBALARI

İsterseniz 11 Eylül günlerine ve ABD savaş doktrinine geri dönelim.  
ABD’nin aylarca Irak’ı havadan bombaladığı günlerdi ve Müslüman dünyası mübarek Ramazan ayındaydı. Şehirlerin tepesine yağan bombaların üzerinde “Ramazan hediyesidir” diye yazıyordu! Bu yazıların altına da hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin isimleri yazılıyordu. Yani ABD savaş doktrini, aynı zamanda psikolojik bir harekatla birlikte uygulanıyordu. Bu bombalar o yıllarda yapılan haberlere “ramazan bombaları” olarak geçtiler!
TSK’ye bağlı savaş uçakları geçtiğimiz günlerde onlarca bombardıman gerçekleştirdi. Sosyal medyada ve gazetelerde yayınlanan bir fotoğraf dikkat çekiciydi. Zira bu uçakların taşıdığı bombaların üzerine çeşitli çatışma ya da saldırılarda hayatını kaybetmiş asker ve polislerin isimleri yazılmıştı. Altına da “Ne Mutlu Türküm diyene” sloganı yazılmıştı.
11 Eylül ABD’si ile bugünün Türkiye’si arasında ilginç benzerliklere işaret eden bu iki örnek, doktriner öykünmenin AKP’de vuku bulmuş halini de bir parça yansıtıyor olsa gerek. Bu işin belki de ayrı bir tartışma konusu. Fakat şurası kesin ki; ciğeri yanan, ocaklarına ateş düşen acılı anne ve babalar, bombaların üzerine çocuklarının isimlerini yazanlarla aynı duyguları paylaşmıyor. Tersine acılı aileler; “artık yeter”, “bu işe bir çözüm bulunsun”, “başkalarının ocağına ateş düşmesin” diyor.
Egemen sınıflar savaş doktrinleri peşinde koşarken Türkiye barışını arıyor...

* Terörizme karşı küresel savaş

Evrensel'i Takip Et