26 Temmuz 2015 05:02

Yeni cihatçılık: IŞİD

Paylaş

Mela EHMED

Afganistan’ın sovyet işgaliyle politik ve askeri sahneye güçlü bir giriş yapan cihatizm, Ortadoğu’da kaosun derinleşmesiyle gün geçtikçe büyüdü ve artık başlı başına politik ve askeri bir aktör haline geldi. 

Türkiye kamuoyunun önce Rojava’daki saldırılarla ama özellikle Musul’u ele geçirdikten sonra Şengal katliamıyla adını duyduğu IŞİD ise küresel cihat tarihi içerisinde hem yöntemleri hem de dayandıkları dini referanslar olarak ayrı bir yere sahip.

IŞİD’in doğuşu ve gelişimine dair çokça analiz yayınlandığı için IŞİD’i cihat hareketleri içinde farklı kılan yönlerine yoğunlaşmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. 

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ümmeti kimin yöneteceği konusu o dönemden günümüze kadar İslam dünyası içinde en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Sünni gelenek içinde daha çok ümmetin üzerinde ittifak ettiği ehil olan herhangi bir kişinin yönetici (Halife) olabileceği ağırlık kazanmıştır. Ancak Hz. Muhammed ölmeden önce kimin halife olacağını tayin etmediği için kendisi öldükten hemen sonra bu tartışma alevli bir şekilde başlamıştır. Hz. Ali’ye kadar geçen 4 halife döneminde Hz. Osman’ın hilafetinin birinci yarısından sonra islam dünyasında başlayan huzursuzluklar Hz. Osman’ın öldürülmesiyle kanlı çatışmalara sahne olmuştur. Hz. Ali’nin halifeliğini kabul etmeyen başta Hz. Muhammed’in eşi Hz. Aişe ve dönemin Şam valisi Muaviye ile girilen kanlı çatışmalar İslam dünyasında günümüze kadar uzanan köklü ve kanlı hilafet savaşlarına sahne oldu. 

Konu uzun olmakla birlikte kısaca Şii-Sünni ayrışmasını Hz. Ali döneminden başlatabiliriz. Sünni-Şii ayrışması her ne kadar taraflar tarafından dini temele dayandırılsa da özünde siyasaldır. Dinin hakim olduğu toplumlarda iktidar iddiası dini temellere dayandırılarak meşruiyet kazanmaya çalışmıştır. Hz. Ali ve Muaviye arasında yaşanan savaşlardan sonra Muaviye’nin, Hz. Aişe’nin ve Hz. Ali’nin kafir olduğunu iddia eden Hariciler denen yeni bir grubun ortaya çıkmasıyla bu çelişki ve çatışmalar daha da derinleşti. Her ne kadar ne Sünniler Şiileri ne de Şiiler Sünnileri açık bir şekilde tekfir etmese de Hariciler tekfir (Dinden çıkmakla itham etmek) konusunda tarih boyunca çok ileriye gittiler. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi kafir ilan eden Hariciler tarih içerisinde mezhep ve politik güç olarak örgütlü bir şekilde varlıklarını devam ettirememiş olsalar bile temsil ettikleri ruh ve düşünce islam tarihi boyunca islam dünyasında hep var olmuştur. 

Haricilerden özellikle bahsediyoruz. Çünkü günümüzde IŞİD’e muhalif olan, IŞİD’e biat etmeyen diğer cihatçı örgütler IŞİD’i “Hevaric” yani hariciler olarak nitelemektedirler. IŞİD’e bu yakıştırmayı yaparken de IŞİD’in tekfirde aşırı gitmesi, şiddet konusunda sınırsız olmaları, hayatı siyah-beyaz şeklinde okumaları, cahil kesimden ve dini yüzeysel olarak bilmelerinden yola çıkarak bu yakıştırmayı yapıyorlar. 
Bugün Libya’dan Afganistan’a, Mısır’dan Somali’ye, Nijerya’dan Kafkaslar’a ve Irak-Suriye’ye uzanan geniş bir coğrafyada bazı yerlerde devlet düzeyinde bazı yerlerde emirlik düzeyinde kurumsallaşmış olan IŞİD’i diğer cihadi örgütlerden ayıran en önemli özelliği ise içinden çıktığı el Kaide’den farklı olarak İslam dünyasının çıkışını Batı dünyasını olduğu her yerde vurup İslam coğrafyasından çıkarmak yerine İslam coğrafyasındaki yönetimleri devirip ve devirdiği devletlerin silahlarını da alarak tüm islam ülkelerinin yönetimlerini kendi bünyesinde toplama amacıdır.

El Kaide uzak hedef stratejisiyle Batıyı olduğu her yerde vurursa Batının İslam coğrafyasından çıkacağını düşünürken IŞİD ise yakın hedef stratejisiyle islam coğrafyasındaki yönetimleri hedef almaktadır. Çünkü IŞİD’e göre Batıyı islam coğrafyasında ayakta tutan şey Batının kuklaları ölen bölge hükümetleridir. Eğer bu hükümetler devrilirse ve tek bir çatı altında toplanırsa Batı zaten İslam coğrafyasında tutunamayacaktır. 

Hem diğer cihatçı örgütlerle hem bölge hükümetleriyle hem de Batılı devletlerle uzlaşma kapılarını tamamen kapatan IŞİD bu anlamda yine diğer örgütlerden ayrılmaktadır. Örneğin Afganistan’daki Taliban gerek Afgan hükümeti gerekse de ABD ile gizli ya da açık diyalog kanallarına izin verirken IŞİD hem diğer örgütlere hem de Batıya karşı bu kapıları tamamen kapatmıştır. 

IŞİD’in görülmemiş derecedeki şiddet gücü ve stratejisi IŞİD’e karşı anti-propaganda aracı olarak kullanılsa da IŞİD’in şiddeti psikopatça bir duyguyla yapmadığını unutmamak gerekir. Birçok şehri bu şiddet pornosuyla düşürdüğünü düşündüğümüzde kör bir şiddetten ziyade şiddeti politik bir araç olarak kullandığını görüyoruz. 

Başta Batı olmak üzere Ortadoğu’daki bölgesel ve uluslararası güçlerin cihadi örgütleri kendi çıkarları gereği birbirlerine karşı kullandıklarını biliyoruz. Ancak IŞİD bu noktada da diğer cihadist örgütlerden farklı bir stratejik akla ve yönteme sahip. Suud-İran çekişmesini, Rus-ABD çekişmesini ya da Türk-Kürt çekişmesini, çatışmasını çok iyi tahlil ederek bunu yerinde ve zamanında avantaja dönüştürüyor. Örneğin Suud’un “İran yayılmacılığını önleme” amacıyla belli bir dönem körfez ülkeleriyle birlikte alttan alta IŞİD’i desteklemesi, Suriye rejiminin diğer cihatçı örgütlerle çatışırken önceleri IŞİD’le çatışmaya girmekten kaçınması ya da Türkiye’nin Rojava’da Kürtlerle olan çatışmalarından IŞİD azami derecede faydalanmıştır. Tüm güçler IŞİD’i kullandığını düşünürken aslında bu süreçte IŞİD kendi ajandasını adım adım uygulamıştır. 

IŞİD’in bölgesel ve uluslararası çelişkileri kullanması bir yana bu çelişkileri derinleştirmeye çalıştığına da şahit olmaktayız. Irak’taki kuruluş döneminde ve henüz el Kaide’ye bağlı olduğu dönemde o dönem IŞİD’in başında olan Zerkavi’nin el Kaide’nin karşı çıkmasına rağmen sivil Şiileri özellikle hedef alması da bu stratejinin bir parçası olarak karşımıza çıkmakta. Son dönemde görüldüğü üzere Şii-Sünni çelişkisini daha da derinleştirmek için saldırıları Körfez ülkelerindeki Şii sivil hedeflere yönlendirmeye başladı. Aynı şekilde Rojava’da savaştığı Kürtlerle olan savaşını Türkiye’deki Kürt fobisinden faydalanarak Türkiye’ye de taşımaya çalıştığını görüyoruz. Yine Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün darbeyle iktidardan indirilmesiyle özellikle de Mısır Sina’da siyasal İslamın ümitsizliğini derinleştirerek ve Mısır ordusuyla çatışmaları yoğunlaştırarak burdaki köklü kitleyi kendi tarafına çekmeye çalıştığını görüyoruz. Hakeza son dönemde Filistin’de Hamas ve el Fetih’i hedef alarak İslam coğrafyasının köklü çıkmazlarını kendine kanalize etmeye çalışmakta. 

Onlarca bölge ve Batı ülkesinin oluşturduğu koalisyon ülkeleri adım adım büyüyen ve Batının bölge karakolları için kullanışlı bir araç olmaktan çıkıp gerçek bir tehdit haline gelmesiyle IŞİD hem bölge halkları hem de Batılı çıkar odakları için bugüne kadar karşılarına çıkmış en tehlikeli örgüt oldu. 
Kitaplarca analiz-yoruma konu olacak bu konuyu kapatırken hem Batılı güçlerin hem de bölge ülkelerinin hâlâ IŞİD’i birbirlerine karşı araç olarak kullanmaya devam ediyor olmaları IŞİD tehdidinin yeterince anlaşılmadığını gösteriyor. İslam coğrafyasında IŞİD’in yaklaşık 1500 yıllık İslam tarihinin tekrar şahlanışı olarak ve gerçek bir “umut” olarak geniş kesimlerce kabul gördüğünü kabul etmek de belki IŞİD’le mücadele için kabul edilmesi gereken bir ön şarttır.

ÖNCEKİ HABER

Devrimci öğretmen, bilinçli aydın, Mehmet Emin Özdemir

SONRAKİ HABER

Kininin, öcünün davacısı bir gençlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...