25 Temmuz 2015 08:00

Gayesi savaş olanın bahanesi bol olur

Hem darbe yapıp hem de toplumun alkışını almanın formülü bu devleti yönetenlerin ezberinde. Suruç, Adıyaman, Ceylanpınar, İstanbul dahil muhtelif yerlerde peşi sıra baş gösteren olaylar yeni savaşın bahaneleriydi kuşkusuz.

Paylaş

İrfan AKTAN

Kenan Evren sağ olsa “biz de aynısını yapmıştık” derdi herhalde. Darbe öncesinde çeşitli provokasyonlara zemin hazırlamak veya yaşanacak katliamlara göz yummak, sonra da tüm bunları yine mağdurun aleyhine bir darbenin vesilesi yapmak ama elbette öncesinde ABD’den “olur” almak... Sonuçta hem darbe yapıp hem de toplumun alkışını almanın formülü bu devleti yönetenlerin ezberinde. Suruç, Adıyaman, Ceylanpınar, İstanbul dahil muhtelif yerlerde peşi sıra baş gösteren olaylar yeni savaşın bahaneleriydi kuşkusuz. Fakat tek tek bu olayları irdeleyerek “bahaneleri” teşhir etmenin savaşı durduramayacağı açıkken, meselenin özüne, yani bahanelerden ziyade, o bahanelere kaynaklık eden meseleye odaklanmamız gerekiyor.
12 Eylül darbesi esas olarak içte otoriter bir düzenin tesisi için yapılmıştı. Şimdi ise Twitter’da Kürt hareketine kapsamlı bir savaş başlatan TSK’yı “EyŞanlıOrduEyŞanliAsker” koduyla tepelere çıkaranların hedefi daha kapsamlı: Türkiye’nin içte ve bölgede hegemonik bir düzen kurmasının önündeki esas engel olan Kürt hareketini gerekirse Sri-Lanka modeliyle (yani büyük katliamlarla) bertaraf edip Ortadoğu’nun belirleyici aktörlüğü hedefine nail olmak. Erdoğan’ın başkanlık arzusu sadece şahsi değil, aynı zamanda siyasi bir hedef. O yüzden de Erdoğan’ın başta TSK olmak üzere ilgili devlet birimlerinden “destek” almasının önünde bir engel yok. Erdoğan’ın başkanlığının önündeki engel, Türkiye’nin içte otoriter, bölgede hegemonik bir güç olmasına da engel sayılıyor. Dahası, Türkiye’nin İŞİD’le şu ana kadar çatışmamasının tek sebebi de “inançsal” bağ değil, İŞİD’in tam da otoriter, tekçi zihniyetin ve demokrasi düşmanlığının bayraktarlığını yapması.

İŞİD KATLİAMINDAN HDP KARŞITLIĞI DEVŞİRMEK
24 Temmuz Cuma gününü ajandamıza “Erdoğan’ın savaş ilan ettiği gün” olarak not etmiştik. Cuma namazı sonrasında Erdoğan yeni savaş/harekât planını, lafı dolandırmadan ilan etti: “Burada tabii hedefler bellidir, DEAŞ başta olmak üzere gerek PKK olsun, bunun yanında DHKP-C olsun, diğer terör örgütleri olsun bizim için adlarının şöyle olması böyle olması bir şey değiştirmiyor. Bunların hepsi terör örgütüdür. Bunların karşısında devletimiz atılması gereken her türlü adımı atacaktır. Bu bir kararlılıktır. Çünkü devletimizin olduğu yerde biz farklı bir devlet yapılanmasına müsaade edemeyiz. Bunun adı paralel devlet olabilir, şu devlet, bu devlet olabilir. Hiç fark etmiyor. Bunların hepsi milli güvenliğimizi tehdide yönelik atılmış adımlardır.”
Gayesi savaş olanın bahanesi bol olur. 20 Temmuz’da Suruç’ta gerçekleştirilen katliam ve aynı saatlerde Adıyaman’da bir askerin öldürülmesi, akabinde iki polisin öldürüldüğü olay incelikle hesaplanmış bir planın yolunu açtı. İŞİD’in yaptığı bir katliamdan HDP karşıtı propaganda devşirmek, akabinde de kapsamlı bir savaş ilanında bulunarak bunun da gereklerini yerine getirmek günübirlik bir hamle değil, Erdoğan’ın da Cuma namazı çıkışında söylediği gibi kapsamlı bir planın parçaları. Hükümet yanlısı medyanın attığı manşetle özetlenecek olursa: “Bu daha başlangıç.”
Erdoğan’ın açıklamalarını, kayda geçmesi için iktibasa devam edelim: “Obama ile de bir görüşmemiz oldu, bu görüşmeyle bölücü terör örgütünün yanında DEAŞ’la mücadele kararlılığımızı bizler teyit ettik. Dedik ki bizim için DEAŞ bir terör örgütüdür ve böyle bir terör örgütüne karşı Türkiye hassasiyetini korumaktadır.”
Erdoğan’ın “bölücü terör örgütü” tabirini İŞİD’in önüne koyması, aynı günün gecesinde (25 Temmuz) daha net anlaşıldı ve Kürt hareketini karşı kapsamlı bir savaş başlatıldı. Anlaşılan o ki Türkiye, ABD’den, İŞİD’e karşı mücadele sözüne karşılık olarak Kürt hareketine ve büyük olasılıkla giderek Rojava’ya müdahalenin de olurunu aldı.

ABD, TÜRKİYE’Yİ YPG’YE YEĞLEYEBİLİR
Her ne kadar Eylül 2014’ten bu yana ABD öncülüğündeki İŞİD karşıtı uluslararası koalisyon Rojava’da YPG/J ile doğrudan bir ortaklık gütmüş olsa da, bunun uzun vadede devam etmeyebileceği öngörülebilirdi. Zaten ABD, İŞİD karşıtı mücadelede Türkiye’yi yanına çekemediği için, doğrudan İŞİD saldırılarıyla karşı karşıya olan ve İŞİD’i püskürtebilen yegâne güce, YPG’ye yanaşmıştı. Fakat eğer Erdoğan 22 Temmuz akşamı Obama’yla yaptığı telefon görüşmesinde etkin bir İŞİD karşıtı destek sunacağını vaat etmişse, ABD’nin Rojava’ya yönelik muhtemel bir Türkiye saldırısına göz yummaması için çok az neden var. Rojava Devrimi’nin (19 Temmuz 2012) ucunu yıl dönümünde boğulmak istenmesi ABD açısından karşı durulabilecek bir hedef değil. Antikapitalist, antiemperyalist ilkeleriyle giderek tüm Ortadoğulu ve Türkiyeli devrimcilerin gözünü diktiği bir Rojava’nın orta-uzun vadede ABD açısından rahatsızlık yaratacağı açık. Haliyle, İŞİD’e karşı savaşma kararlılığı göstermesi halinde Türkiye’nin, ABD açısından YPG’ye yeğlenebileceği de rahatlıkla söylenebilir. Hulâsa: ABD’nin, Türkiye’nin olası bir Rojava müdahalesine 22 Temmuz akşamı yapılan Obama-Erdoğan görüşmesinden sonra karşı çıkmaması şaşırtıcı olmaz. Nitekim The Guadian yazarı Simon Tisdall meseleyi özetledi: Gelecekte Türkiye’nin başta PYD olmak üzere Suriyeli Kürtlere yönelik olası bir operasyonunun ABD tarafından “görmezden gelineceğini” savunan Tisdall, Türk-Amerikan mutabakatının İncirlik Üssü’nün kullanımıyla sınırlı kalmayacağını da aktardı.

SAVAŞ NASIL DURDURULABİLİR?
17 Mart 2015 tarihli HDP Meclis grup toplantısında Selahattin Demirtaş kürsüden alkışlar eşliğinde şu kısa konuşmayı yapmıştı: “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça HDP'liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız." Yaptırmadılar da. Fakat her ne kadar 7 Haziran’da HDP güçlü bir biçimde barajı aşmış olsa da, AKP ciddi bir yenilgi almadı. Tabiri caizse seçime kadarki zaman, Erdoğan ve AKP’nin, HDP’yi baraj altında tutmasına yetmedi.
Yazının başına dönerek devam edelim. İŞİD’e göstermelik, Kürt hareketi ve bazı sol örgütlere karşı kapsamlı operasyonların başlatıldığı 24 Temmuz’da mahallemizin bakkalı şunu sordu: “Bu ülke savaşa sürükleneceğine Tayyip Bey başkan olsaydı keşke.” Bakkalın “keşkesi” aslında tüm tabloyu netleştiriyor. Erdoğan’ın da bu büyük savaşı başlatmasının temel gayesi “keşkeçilerin” sayısını büyük olasılıkla gerçekleştirilecek olan erken seçime kadar arzulanan düzeye eriştirmek.
Yazının başında Erdoğan’ın başkanlık hedefinin sadece kişisel olmadığını söylemiştik. Peki, Kürt hareketi Erdoğan’ı başkan “yaptırsaydı”, savaş engellenir miydi? Buna verilebilecek yanıt açık: Asla! Zira Kürt sorununu ön yıllardır derinleştiren temel unsur, zaten bizzat merkeziyetçi Ankara düzeniydi. Bu merkeziyetçiliğin daha da derinleştirileceği bir başkanlık rejiminde savaş belki daha düşük yoğunluklu olacak ama otoriterliğin tabiatı gereği daimi hale gelecekti. Son olarak şunu ekleyelim; mevcut gidişatta savaşın en kapsamlısını göze almış bir iktidarı durdurmanın yegâne yolu sadece ve sadece barıştır. Kurşuna kurşunla değil, barışın ve siyasetin diliyle yanıt vermektir. Kürt hareketi, tarihinin en büyük mücadelesini savaşmayarak verebilecek mi? Göreceğiz.

ÖNCEKİ HABER

Erişime engellenen sitelerin alternatif adresleri

SONRAKİ HABER

Eğitim Sen’e Kobanê baskını: 12 gözaltı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...