2 Mart 2008 00:00
bir oğlum olsa da!
Bir oğlum olsa da diye başlayan bir türkü vardır, duymuşsunuzdur. Bütün özlemlerini sayıp döker türküyü yakan: Bebe toprağı da denen höllük almak, uğruna uğruna höllük elemek, aynalı beşiğe bebek belemek, okula/ hocaya verip okutmak, başarılarını duyup kıvanmak... Çocuksuzluktan yakınan bu türküye benzer nice türkümüz vardır, kimi ak taşı bebek diye kundaklayıp avunmaya çalışır, kimi çocuğunu şekere katılacak kadar tatlı bulur, kimi sıralı kavak dibinde toy-düğün diler... Hiç gencecik ölüm dileyeni yoktur. Analık emeğinin, sevgisinin (deyimlerde verdiği sütün) öfke ile söylenen ilençleri bile etkisiz kıldığına inanılır. Babaların ise çocuktaki, organik payının zaman olarak kısalığı yüzünden olsa gerek, beddualarının tutacağına inanılır. Bunu kuşaklardır ağızdan ağıza aktaranlar erkekleri acımasız mı sayarlar, taht uğruna baba oğul kapışmalarına mı bakıp söylerler, belirsiz.
Acaba devleti baba sayanlar, onun kurallarının katılığından mı, bu sayıp döktüğümüz baba özelliklerini taşıdığından mı bu kanıya varmışlardır. Devleti ana sayan yalnızca bir yazar (Kemal Tahir) olmuş.
Bülent Ersoyun tavrı
Sözün zor yerindeyim. Bülent Ersoyun ana olabilse neler yapmayacağını söylemesi ortalığı karıştırdı ya. Hani bir başka şarkıcı (Ebru Gündeş) şehitliğe ve şehit analığına övgü düzerken, Ersoy, çözümün ölümde aranmamasını söyledi ya. Üstelik halkı askerlikten soğuttuğu savıyla soruşturma açıldı. Söyledikleri akıllı uslu sözlerdi bence. Nâzım Hikmetin bir baba olarak savaşa karşı olan şiiri vardır. Bir gün kızı da olsa oğlu da, savaşı yaşamamasını diler. Hayli zor zanaatmış babalık zanaatı da diye sonlanır. İşte o şiiri anımsadım.
Tam Bülent Ersoyun sözleri tartışılırken kahramanlık, ulusal özelliğimiz olan kahramanlık geldi gündemimize. Durup dururken değil, Kanal Dnin haberlerinde yer alan bir görüntü yüzünden. Mehmet Ali Birand Tüylerim diken diken oldu sözüyle askere uğurlanan bir delikanlının görüntüsünü yansıttı. Sonradan programa katılan birinin ulusal özelliklerimize aykırı bulduğu görüntüde, otobüs penceresindeki delikanlının gözleri dolu doluydu. Ağzında da emzik. Anası otobüsün yanında merasimsiz ağlıyordu. Neden mi emzik vardı delikanlının ağzında? Bir gelenekmiş bu. Askerin eline kına yakılması gibi:
Normal asker uğurlama geleneklerinin yerine getirildiği Bilecikte gençlerin yakın arkadaşları, asker adaylarının cebine çocuk emziği koyuyor. Giderken ağlamaklı olursa emziği emmesi isteniyor.
Konya ve çevresinde yeni tertiplerin askere uğurlanması için çetnevir adı altında eğlenceler düzenleniyor. Asker adayının otogarda uğurlanması sırasında ise gencin ağzına ağlamasın diye emzik veriliyor. Emziği ağzına alan genç, arkadaşları tarafından havaya atılıyor, ardından halaylar çekilerek otobüse bindiriliyor.
Kınandan utanma!
Kına yakımı ise bir kurban etme geleneğinin işareti. Kurbanlık koça, geline ve askere yakılıyor kına. Çanakkale Savaşına bağlanan bir de söylencesi var. Saçına kına yakılmış olarak savaşa yollanan bir delikanlı, annesine, bu yıl askere yollayacağın kardeşimin başına kına yakma anne, herkes alay ediyor, komutan da kınanın sebebini soruyor cevap veremiyorum diye yazmış. Annesi, oğluna yazdırdığı mektupta, kınasından utanmamasını, komutanına bunun kurbanlara yapılan bir işlem olduğunu söylemesini istemiş. Ama bu mektup alaya ulaştığında kınalı delikanlı zaten şehit düşmüş. Bu bilgilerin 26. alayın üçüncü tabur komutanı Mahmut Sabrinin anılarında yer aldığı söylenir... Bugün gelinlerin de askerlerin de yalnızca ellerine kına yakılıyor.
F. Celalettin, Çanakkaledeki Keloğlan romanında roman kahramanı askerin yanında/koynunda yarısı kopuk bir simit olduğunu anlatır. Romanın kahramanı, komutanına simidin yarısının da anasında olduğunu söyler. Savaş bitip anasıyla kavuştuklarında simiti birleştireceklerdir. Bunun da yarım bırakılan lokmanın sahibini çağıracağı inancına bağlı bir gelenek olduğunu Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erman Artunun bir makalesinden öğreniyoruz: Artun, Adanada askerle vedalaşma sırasında annenin oğluna simitten bir parça ısırttığını belirterek, Isırılan bu simidi annesi saklar. Simit evde bir odaya asılarak delikanlı askerden gelene kadar saklanır. Kısmetinin onu sağ salim geri getireceğine inanılır. Genç askerden döndüğünde simit suda ıslatılarak kuşların yemesi için atılır der.
Askerleri uğurlayanlar, kendilerini anımsamaları için uğur getirmesi dileğiyle bir şeyler armağan ederler. Günümüzdeki kravatlar da böyle bir gelenekten kalmış. On yedinci yüzyılın ilk yarısında Fransanın lejyon ordularında Hırvatlar da görev yapmış. Fransanın taraf olduğu savaşlara katılan Hırvatların, memleketleri Hırvatistanda bıraktıkları anneleri, kız kardeşleri, eşleri ya da sevgilileri, onları askere yollarken uğur getirsin, onları korusun ve hep evde bekleyenlerini hatırlatsın diye baş örtülerini ya da atkılarını onların boyunlarına özel bir düğümle bağlarlarmış. Avrupada savaşlar uzayıp otuz yıl sürünce (Otuz Yıl Savaşları,1618-1648) Hırvat askerlerinin bu görünüşüne alışılmış. Hoşa gider olmuş, modacılar da durumu değerlendirip, bu aksesuarı kökenini de belirterek kullanır olmuşlar: Hırvatlara (Croatians) özgü/cravate. Kelime dilimizde kravat biçimini almış.
Oyun havasına dönüşen ağıt
Türkülerimizin kökenini bilelim bilmeyelim sonunda şenlik havasına döndürüyoruz. Kırık havaya dönüştürülen ağıt sayısını Tanrı bilir. Benimse en çok Kenanım ile Hey 15li gücüme gider. Kenan vurulan bir delikanlının ağıdı. 15li ise Hicri 1315 doğumluların askere gidişine yakılmış bir ezgi. Birinci Dünya Savaşı o dönemdeki tarihle 21 Temmuz 1330da başladı. Bugün o yıl 1914 diye anılıyor. 1315liler savaş başladığında 15 yaşındadırlar. Seferberlik denilen, yurdun bütün kaynaklarının savaşa ayrılması/yollanmasıyla 1314lülerin ardından askere alınıyorlar. Tokatta üstüne türkü yakılan 15linin biri de Hediye adında bir kızla nişanlıymış da... 15liye gönül verme, bırakıp da gidiyor. Giden son kuradır. Çocukluktan delikanlılığa adım atmışlar... Eli silah tutanlar. Adanada bu gençlerin sınıfı Vay Anam kurası diye anılır.
Bu delikanlılar ya düğün havalarıyla anılır, ya Bir ben ölmeyinen ordu bozulmaz tesellisiyle.
İzmirin Asker Ettiler Beni türküsünün sözlerini hatırlatmak gerekir mi?
Asker türkülerinde hüzün eksik değildir.
Asker oldun vatana
Gidiyon mu kıtana
diye başlayıp
Kışla boyu yol boyu
Adam ederler toyu
diye alaysı bir tavırla süren Ankara Çubuk havasında da. Bu türküyü yakan, günlerinin geçişini anlatır bir mektup gibi
Gazak ördüm ağladım
İlmek ilmek bağladım Zalifim
Seni gelecek diye
Tandır sacı yağladım Zalifim.
Yari askerden dönecek diye tandır sacı yağlayan genç kız, bazlamasını askerine yedirecek fırsatı buldu mu dersiniz?
Ya yavan pilav pişirip, üstüne soğan kesen, uykudan uyandırabildi mi askerini. Belki de yanıtı Kışlalar doldu bugün diye bildiğimiz Şanlıurfa türküsündedir:
Yaralandım yatmadım
(Aney aney)
Yaram azdı bakmadım
Kaldı hasretimiz kıyamete
Güzel boynuna el atmadım
Savaş kötü şey. Sayısız Yemen ağıtı, bu ülke insanının taşıdığı savaş acısını anlatır. Çalan mızıkanın düğün, al yeşil bayrağın gelin olmadığından başlar, taze gelinlerin, yetim çocukların acısıyla sürer. Orduya teslim ettiği iki oğlunu Alnında parıldar kaşı/ Ağzında ışıldar dişi diye tanımlayıp, Ben getirdim elim ile/Birini bana ver Yüzbaşı diyen anayı anlamak zor değil. Bu tür duygular, Çanakkaleye leke düşürmez. Çanakkaleden yükselen gençliğim eyvah! feryadının o dönemin bütün asker mektuplarında yer aldığını, şehit eşi olan Samiye Hanım anlatmıştı. Kendi mükellefliği anılarını anlatırken, dikimevine celbini öykülerken. Özyalçınerin halasıydı..
Bir zamanların Kore savaşına katılıp, yıllarca geri dönmeyen Azizin anısına söylenen Ayran türküsünü ve öyküsünü duymuşsunuzdur. Eşi evin kapısına geldiğinde onu tanımaz, istediği bir tas ayranı vermez. Delikanlı yalvarır, yakarır, sonunda açıklar kimliğini.
Kore savaşından kalan ezgilerin bir ikisini biliyoruz. Bilmem anaların Afganistan şehitlerine, Kuzey Irak şehitlerine ağıt yakacak gücü kalacak mı... Yoksa ölüm çözüm değil diyen yargılanacak, zenginimiz bedel verir askerimiz, şehidimiz fakirdendir türküsü söylenmeye devam mı edilecek?
Sennur Sezer
Evrensel'i Takip Et