22 Şubat 2009 01:00
Biraz anne, biraz sevgili,biraz yoldaş
Yıllardır farklı dillerin şarkılarını seslendiren Ayşenur Kolivar son olarak Özcan Alperin yönettiği Sonbahar filminin müziklerindeki duygulu yorumlarıyla dikkat çekti. Kolivarla içerisinde yer aldığı müzik topluluğu Grup Helesa, yazarlarından biri olduğu Fadime Kimdir? kitabı, Karadeniz müziği ve çok kültürlülük üzerine konuştuk.
Sonbahar filmi kendisi kadar müzikleriyle de herkesi etkiledi özellikle filmin son karesinde herkesin yüreğine dokunan daim Yusuf orti ağıdı nasıl ortaya çıktı?
Bu ağıt aslında Özcanın senaryosunun içerisinde vardı. Yıllar evvel Özcan heyecanlı heyecanlı projesini benimle paylaşırken vadide yankılanan ağıt ve tulum sesini duymuştum. Filmin müziklerini hazırlamaya giriştiğimiz vakit çok değerli arkadaşlarımız Hikmet Akçiçek ve Harun Aksu da bu konudaki birikimlerini Özcan ve benimle paylaştılar. Kayıt sırasında sevgili Songül ve Meryemin (Özcanın kızkardeşleri) yorum ve dil konusundaki destekleri de bu ağıtı ortaya çıkaran bileşenlerin başında gelir.
daim Yusuf orti.. herkesi kaybettiklerinin arkasından yaktığı bir ağıtı temsil ettiğinden belki bu kadar etkiledi, ki bunda sizin güçlü yorumunuzun da etkisi yadsınamaz siz neler hissettiniz bu ağıtı söylerken ve nasıl tepkiler aldınız?
Gerçekten çok güzel tepkiler aldım, özellikle söylemek isterim ki büyük bir kısmı da Karadenizli olmayanlardandı. Neler hissettiğimi tarif etmem güç. Çok karmaşık bir ruh haliyle söyleniyor aslında ağıtlar. Acının yüreğinizde yoğunlaşmış hali sanki ses olup çıkıyor içinizden. Bir süre sonra neye ağladığınızı unutuyorsunuz, o ses, o çığlık büyü gibi sizi çekiyor zamanı ve mekanı unutup tüm acılarınıza ağlıyorsunuz. Ben bu duyguları stüdyoda aynen yaşayamadım tabii. Önünüzde bir mikrofon, dar bir mekan Ama önceki deneyimlerimin hatırasıyla seslendim Yusufa. Biraz anne, biraz sevgili, biraz yoldaş, her şeyden önce genç bir insanın doğanın farklı bir parçası oluşuna insani bir ses verme olsun istedim.
daim Yusuf orti Hemşince bir ezgi öteki dillerde şarkı söylemek size ne katıyor neler hissettiriyor.
Farklı bir dilde şarkı söylemek bana öncelikle teknik olarak, solistlik açısından çok şey katıyor. Her dilin kendine has bir ritmi, ses yapısı var ve buna kafa yormak, layıkıyla icra için çaba sarf etmek oldukça geliştirici.
Dil sesle var olur. Bir kelimeyi seslendirdiğiniz vakit düşünüyorsunuz, bu kelime kim bilir hangi hikayelerin içinden geçmiş, kimlerin düşlerini, düşüncelerini ifade etmek için kullanılmış. Kimi zaman kısıtlanmış, yasaklanmış, saklanmış ama bana kadar geldiyse tarihin içinden süzülüp onca sesin arasından geldiyse çok kıymetli. Böyle bir katkıda bulunabiliyor olmak insanlık tarihinde üretilene değer vermek ve yeniden üretmek beni mutlu ediyor. Hele ki yaptığımız iş bu sistemin var olma koşullarının dışında kalan, devletle, yazıyla bağı olmayan geleneksel sözlü kültürlerin diliyse daha farklı boyut alıyor.
Karadeniz kadınıyla ilgili Leyla Çelikle birlikte yaptığınız çok özel bir çalışma olan Fadime kimdir? ile Karadeniz kadınının sesini duyurdunuz Fadime, Karadeniz fıkralarında Temelin vazgeçemediği karısı. Peki sadece bu kadar mı? Kimdir Fadime?
Kitabın oluşmasında emeği geçenlerin büyük bölümünü Karadenizli kadınlar. Bu çalışmayla kendimiz dahil Karadeniz kadınının sesini duyurmak istedik.
Fadimenin kim olduğuna gelirsek; Fadime öncelikle bir kadın. Dünyanın hemen her yerinde kadınlar ne yaşıyorsa, hangi baskılara maruz kalıyorsa, Fadime de kendi kültürünün olanakları ve olanaksızlıkları içerisinde bunları yaşayan bir kadın. Yani Fadime bir soyutlama. Fadime Kimdir? kitabında bu sembolün içeriğine dair örnekler sunarak bu soyutlamayı daha somut örnekler üzerinden anlamaya çalıştık. Dolayısıyla Fadime Kimdir? bu sorunun tek bir cevabı olmadığını ve olamayacağını ortaya koydu.
Fadime Kimdir? için yola çıktığınızda araştırmalarınız süresince neler yaşadınız, nelerle karşılaştınız? Bu çalışma Karadeniz de kadının tek tiplileştirilmesine bir başkaldırı mıydı?
Fadime Kimdir? kitabı üzerinde çalışmaya başladığımızda Doğu Karadenizdeki kadın kültürüne dair birtakım gözlemlerde bulunma fırsatımız oldu. Bunlardan bir tanesi de şu: Doğu Karadenizde kadınlar, farklı kültürlerde erkeklerin yapması beklenen çoğu işi gündelik hayatları içerisinde kendileri yapıyorlar ve kendilerine dair çoğu kararı kendileri veriyorlar. Ancak hepsini değil. Özellikle de hayatlarının belirli bölümlerinde, okumak ya da evlenmek gibi hayatlarının tümünü etkileyecek olan kritik kararları onlar adına erkekler veriyor. Bu kritik kararların istisnasız hepsi de kadınların kamusal alanda kendilerini ifade etmelerini engelleyen sonuçlar doğruyor. Yazmak da bunlardan biri. Bu kitap sürecinde, birçok kadın ilk başta yazmak konusunda çekingen davrandı. Ancak süreç ilerledikçe kadınların yazabileceği, hatta okuma yazma bilmeseler bile kendi hikayelerini birilerine yazdırabilecekleri ortaya çıktıkça bu tereddütler ortadan kalktı. Benim için kitap sürecinde yaşadığım en önemli deneyim bu oldu diyebilirim.
Bu kitap sürecinde bizden Fadime şudur cevabını vermemizi bekleyenler oldu. Çalışmamızın başından itibaren böyle bir cevap vermemek konusunda kararlıydık. Aksi takdirde reddettiğimiz tek tipleştirmeyi kendimiz yapmış olacaktık.
Öteki olmak ve baskılarla ötekileştirilmeye zorlanmak Duyarlı bir sanatçı ve eğitimci olarak farklılıkların var olma mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsanlar ve kültürler doğal olarak birbirinden farklıdır. Benim görüşüme göre mücadele farklılıkların inkar edilmesi ya da ayrımcılığa tabi tutulması konusunda veriliyor, çünkü doğal olmayan budur. Farklılıkların inkar edilmesi ya da ayrımcılığa tabi tutulması insanlık dışı bir tutumdur. Farklılaşmak için mücadele etmeyi anlayamıyorum. Nasıl yaşıyorsanız öyle olursunuz ve çok kuvvetle muhtemel en yakın çevrenizdekilerden de farklı olursunuz zaten.
Eğitimcinin işlevi bir insanın kendini geliştirmesi için uygun koşulları sağlamaktır, bir insanı şekillendirmek değil. Siz kapıyı açarsınız öğrenciniz o kapıdan çıktıktan sonra nereye gideceğine kendisi karar verir. Eğer farklılıklara saygı göstermezseniz öğrencinize eğitim vermiş olmazsınız, size itaat etmesi için işkence yapmış olursunuz.
Kardeş Türküler, Birol Topaloğlu, Kazım Koyuncu, Gökhan Birben, Vova, Tanju Duru gibi pek çok müzisyenle çalıştınız ancak Grup Helesa ile 2000 yılından beri yola birlikte devam ediyorsunuz
Aslında yaptığım şey hep aynıydı diyebilirim. Müzikle uğraşan bir insan olarak hep çok kültürcü bir duruş sergilemeye çalıştım. Edward Saidin dediği gibi bunun iki boyutu var. Birincisi, farklı kültürlerin kendisini geliştirmesi ve daha iyi olanaklarla kendisini ifade etmesine destek olmaktır. Birol Topaloğlu, Kazım Koyuncu ve Vova ile birlikte çalışırken yaptığımız şey buydu. Bu sadece benim değil birçok farklı müzisyenin de destek olduğu bir süreçti. Laz kültürüne ya da Hemşin kültürüne elimizden geldiğince nasıl katkıda bulunabiliriz diye düşünüyorduk.
Kardeş Türküler ve Helesada yaptığımız çalışmaların çok kültürcülüğün ikinci boyutuyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir yanda farklı kültürlerin kendilerini geliştirmesi için destek verirken diğer yanda bunların arasında kültürel iletişim kanalları açmak, bunları eşit koşullarda yan yana getirebilmek konusunda da bir çaba içinde olmak gerekiyor. Bir kişi kendisini sadece kendi kültürü için çalışmakla da sınırlayabilir. Bunun da aynı derecede saygıdeğer bir tavır olduğunu düşünüyorum. Ancak benim tercihim bu değildi.
Farklı dillerde şarkılar söylemenin zorlukları vardır muhakkak
Dilbilimde temel bir hakikat vardır: Bir çocuk dünyada konuşulan tüm dilleri konuşabilecek bir zihinsel kabiliyetle doğar. Bu anlamda bir insanın öğrenebileceği ya da konuşabileceği dillerin sayısının ancak insan ömrüyle sınırlı olabileceğini düşünüyorum. Bu açıdan her dilde şarkı söyleyebilirim. Ama tıpkı belli bir dilin söz dağarcığını ve kurallarını öğrenmek için zamana ihtiyaç duyduğum gibi bir kültürde duyguları ve bunların ifade ediliş biçimlerini öğrenmek için o kültürden insanlarla ve özellikle de kadınlarla bir arada bulunmam ve çalışmam gerekir. Bu zamana kadar mümkün olduğu ölçüde bu şekilde çalıştım. Bundan sonra da böyle çalışmayı düşünüyorum. Eğer farklı bir dilde duyguların nasıl ifade edildiğini yaşarsam o dilde şarkı söyleyebilirim. Bu nedenle daha kolay anlayabileceğim, kendi kültürüme daha yakın olan komşu kültürlerin dillerinde şarkı söylemek benim için daha kolay ama eğer söylediğim şarkıyı hissedebilirsem bu zamana kadar hiç söylemediğim bir dilde de söyleyebilirim. İnsanlık dünyanın hemen her yerinde ortak değerleri paylaşıyor ama bunu farklı insanlık hallerinde ifade ediyor. Farklı dillerde şarkı söylemek bir anlamda tasavvufta telvin yani halden hale geçmek denen şeyin bugünkü hayatımızdaki karşılığı bence. Farklı insanlık hallerini yaşamak, ancak yaşanarak anlaşılabilecek bir deneyim.
Nesrin Aksu
Evrensel'i Takip Et