31 Aralık 2011 11:16

2011’de dünya genelinde ve özelde de Avrupa’da meydana gelen olaylar ve gelişmeler, dünyamızın hem ekonomik hem de siyasal açıdan oldukça çalkantılı bir döneme girdiğine dair somut olguları içeriyor. Bir taraftan otokratik diktatörler devrilirken, diğer taraftan gelişmiş ülkelerde kapitalizme karşı mücadele büyüdü. Ekonomi ve politikadaki çalkantılı gelişmelerin neden olduğu toplumsal hoşnutsuzluk ve sosyal hareketlerin  2012’de de güçlenerek sürmesi bekleniyor.

17 Aralık 2010’da Tunus’un Sidi Bouzid kentinde açlığı ve yoksulluğu protesto etmek için bedenini ateşe veren Muhammed Bouazizi, bu eylemiyle Arap ülkelerinde yıllardan beri diktatörlere, sömürücü sınıflara karşı biriken öfkenin patlamasında bir kıvılcım oldu. Bu kıvılcımla Tunus’ta başlayan sonra Arap coğrafyasına yayılan halk isyanları, önce diktatör Zeynel Abidin bin Ali ve Hüsnü Mübarek’i devirdi. Öfke dalgası kısa bir süre içinde Libya, Bahreyn, Yemen, Fas, Cezayir’e ve diğer ülkelere yayıldı. Köhnemiş otokratik rejimlere karşı başlayan isyan dalgası ülkelerin kiminde diktatörleri yönetimden uzaklaştırırken, kiminde ise diktatörlerin gittiği ama diktatörlüklerin kaldığı bir durum ortaya çıktı. Büyük bir değişim arzusuyla başlayan “Arap Baharı”nın asıl talepleri halen varlığını sürdürüyor. Bu yönüyle, 2011’de Arap coğrafyasında yaşananlar aynı zamanda bir başlangıç. Mısır’da hâlâ süren gösteriler Arap Baharı’nın devam edeceğini gösteriyor.



Arap Baharı’nın ilk durağı Tunus’taki olaylar kısa bir süre sonra komşu ülke Libya’yı da etkiledi. Ne var ki, Kaddafi rejimini devirmek için pusuda bekleyen emperyalist devletler, protestoları kısa bir süre içinde yedeklemeyi başardılar; insan hakları, demokrasi adı altında işgal hareketi başlattılar. Sonuç: 50 binden fazla ölü ve yıkıma uğramış bir ülke oldu. Kaddafi’nin hunharca öldürülmesi bu işgalden geriye kalan en çarpıcı kare oldu. Halkın öfke ve hoşnutsuzluğunu yedekleyen iş birlikçi güçlerin işbaşına geldiği Libya’daki durumdan ders çıkaran emperyalist güçler, benzer bir senaryoyu bu kez Suriye için gündeme getirdiler. Bir sonraki durağın İran olduğu konusunda şüphe yok. Ancak “İnsan hakları” adına Libya’yı işgal edenler Mısır ordusunun Tahrir Meydanı’nda yaptığı zulme karşı sessiz kalırken, ikiyüzlülüklerini bir kez daha ortaya koyuyorlar.


Bugüne kadar Japonya için sıradan bir durum olan deprem, bu kez olağanüstü sonuçlara yol açtı. 12 Martta meydana gelen depremin yol açtığı tsunami Fukuşima’daki nükleer santralde patlama ve sızıntıya yol açtı. Deprem ve tsunamiden ötürü yaklaşık 20 bin kişi hayatını kaybederken, binlerce kişi de yaralandı. 100 bin kişi ise nükleer felaketten ötürü yerini-yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Depremin yol açtığı nükleer felaket, dünya genelinde geniş bir yankı yarattı ve atom santrallerinin enerji üretimindeki yeri ciddi biçimde sorgulanmaya başladı. Almanya’da yüz binlerce insan santrallerin kapatılması için yürüyüşler yaptı ve hükümet 17 santralden 8’inin faaliyetini durdurdu, diğerlerini de aşamalı olarak kapatacağını açıkladı.


AVRO KRİZİ

2007’de etkisini gösteren, 2008’de Lehman Brothers’in çöküşüyle doruğa çıkan ekonomik kriz, 2009’dan itibaren merkezinde Yunanistan, İrlanda, Portekiz... gibi ülkelerin olduğu “avro krizi” şeklinde sürdü. 2011, Avrupa’da sermayenin ve onların hükümetlerinin kriz konusunda ortaya attığı bütün çözüm önerilerinin iflas ettiği bir yıl oldu. Kriz adına ülkelere dayatılan programlar, paketler borçlanmayı artırdığı gibi, borç krizinin daha fazla ülkeye yayılmasına neden oldu. Kıta genelinde krizin faturasının emekçilere kesilmesine karşı sayısız grev ve direnişler örgütlendi. Borç krizinin en etkili olduğu Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İspanya ve İtalya’da hükümetler devrildi. Yunanistan ve İtalya’da ağır faturanın halka ödetilmesi için teknokrat hükümetler kuruldu. Avro krizinin derinleştiği ülkelerde emekçilerin mücadelesi 2012 daha da büyüyecek gibi görünüyor.


AVRUPA’DA IRKÇI SALDIRILAR

Son bir kaç yıldır Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığını propagandalarının merkezine koyan ırkçı-faşist örgütlerin yükselişi 2011’de de devam etti. Ancak, en dikkat çekici olan İslam karşıtlığının üst sınıflara kadar yayılmasını fırsat bilen ırkçıların kitlesel katliamlara girişmesi oldu. 22 Temmuzda Norveç’te Andreas Breivik’in İslam ve sol düşmanlığı temelinde Oslo merkezinde ve  Utoya adasında 69 genci katletmesi bunun en çarpıcı boyutu oldu. Irkçı cinayetler konusunda benzer bir durum da Almanya’da ortaya çıktı. 2000-2007 yılları arasında 8’i Türkiyeli biri Yunanistanlı olan 9 göçmen esnafı aynı silahla öldürenlerin ırkçılar olduğu anlaşıldı. Ve cinayetlerin işlendiği sırada istihbarat elemanlarının gruba yardımcı olduğunun ortaya çıkması, ırkçılığın sistemden bağımsız bir hareket olmadığının çarpıcı bir örneği oldu.


Dünyanın bir numaralı teröristi olarak ilan edilen Usame bin Ladin, 2 Mayısta Pakistan’ın Abbottabad kentinde, Afganistan’dan gizlice giren bir ABD özel timi tarafından öldürüldü.

Dünya basını tarafından 2011’in en önemli olayı olarak ilan edilen bin Ladin’in öldürülmesi, elbette sıradan bir olay değildir. Bin Ladin’in tuhaf  “defin töreni” bin Ladin’in gerçekten öldürülüp öldürülmediğine dair bir çok soru işaretini geride bıraktı.

Usame bin Ladin’in üzerinden 10 yıl önce Afganistan’ı işgal eden emperyalist devletler, “bir numaralı teröristin” öldürülmesinden sonra da “terörle mücadele” konseptini yürürlükte tuttular ve tutmaya devam edecek görünüyorlar.
Dahası; bugünden, 2014’ün sonunda Afganistan’dan çekileceklerini ilan eden işgalci güçler, bir tarafta İran’ı diğer tarafta Pakistan’ı hedefe koyarak, uzun bir süre daha bölgede kalıcı olmak istediklerinin işaretini veriyorlar.
Ama, Orta Asya’daki gelişmeler emperyalistlerin bu bölgedeki işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Çünkü, başta Afganistan olmak üzere pek çok ülkede işgalcilere ve onların işbirlikçilerine tepki ve öfke büyüyor.


“Tahrir ruhu” Avrupa ve ABD’ye kadar ulaştı. Önce İspanya’da işsizlik ve yoksulluğun pençesindeki gençler Puerto del Sol Meydanı’nı işgal ederek, günlerce kaldılar. Protesto dalgası ABD’ye kadar ulaştı. “Wall Street’i İşgal Et!” talebiyle başlayan eylemler daha sonra dünyanın her tarafına yayıldı. “İşgal eylemleri olarak tanımlanan harekat, gelişmiş kapitalist ülkelerde, başta gençlik ve işçi sınıfı arasında kapitalizme karşı öfke ve mücadelenin tahmin edilenden fazla olduğunu gösterdi. Bu yönüyle 2011, kapitalizmin en yoğun sorgulanıp tartışıldığı yıllardan biri oldu. (DIŞ HABERLER)


KARİKATÜR: LATUFF