16 Haziran 2010 00:00

Bitmeyen inkar ve yasaklar


Perşembe günü yine Beşiktaş’taydık. Dostluğu ile onur duyduğum genç Kürt yazarı N. Mehmet Güler’le birlikte.
“Ölümden Zor Kararlar” adlı romanından dolayı.
Kasım ayında savcı kitabın beraatını istemişti.
Dava mart ayına kaldı karar için.
Malumunuz, mart kapıdan baktırır kapı pencere yaktırır!
Ne olduysa oldu, yeni savcı bu kez mahkumiyet istedi.
Açılım yerini kapanmaya bırakmış, bahar yeli daha esmeden poyraza dönmüştü.
Mahkeme ise avukatımız Özcan Kılıç’ın, kitabı edebi bir bilirkişiye yollamasına gerek duymadı.
Öyle ya, bir roman kahramanı tam da suçüstü yakalanmıştı!
Kitapta hiçbir örgüt adı olmamasına karşın, zehir hafiyeler hangi örgüt olduğunu ihbar etmişlerdi.
Halbuki pekala A değil de, B örgütü olabilirdi.
Olaylar elbette bir dönemden izler taşıyordu, ama tamamen kurgusal idi.
Gerek avukatımız, gerek yazarımız, gerek yayıncı olarak ben, iyi savunmalar yaptık.
Ama ne önemi var?
Mahkeme, izleyen uluslararası yazar ve yayıncı örgütü gözlemcilerinin şaşkın bakışları önünde, hapis cezasını dayayıverdi.
Geçen perşembe günü, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin geleneksel Düşünce ve Yayınlama Özgürlüğü ödül töreni vardı. Ben de geleneksel yıllık raporu okuyacaktım.
Ama tam o sabah, Beşiktaş’ta, N. Mehmet Güler’in yeni yasaklanan “KCK Dosyası/Global Devlet ve Devletsiz Kürtler” kitabının ifadesini verecek, yurttaşların haber ve bilgi alma özgürlüğünden söz edecektim.
Neyin propaganda, neyin araştırma olduğunu anlatmaya çalıştım ayrıca.
Bakalım, göreceğiz sonucunu bu soruşturmanın da.
Partiya Kerkeran Tabusu galibi TC’nin son tabusu.
Ama bu tabu aşılmadan bir çözüm sağlamak mümkün değil.
1968’de Cağaloğlu’na ayak attım.
Çok kereler yargılandım.
Bilirkişi raporu veren koca koca proflar, hakimler, savcılar emekli oldu.
Ve o zamanki söylemler, artık suç değil.
Son tabunun da varacağı makul nokta bu olacak.
Peki o zaman bazılarının yüzleri kızarmayacak mı?
Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi dünyanın tanıdığı yazarlar benzeri nedenlerle yargılanırken, imajı bozulmasın diye alelacele beraat ettirilirken (ki doğru olan bu), Kürt yazarları ve gazetecileri, aydınları, kanaat önderleri, niçin alelacele mahkum ediliyor?
Bu ayrımcılık değil de ne?
Bir yazarın roman yazmasına, karakterlerine bile karışılıyorsa; yazma, yayınlama ve okuma özgürlüğünden nasıl bahsedebiliriz?
Yazar N. Mehmet Güler, “yazma ve yaratma” özgürlüğünü şöyle savundu mahkemede:
“Son Savunma
Yargıladığınız bir edebiyat eseri. Fiktif karakterlerin, yaşamları ve kurgulanmış olaylar örgüsü… Bu nedenle dava, düşünceyi yargılamanın ötesinde bir noktada; hayaller, kurgular mahkum edilmeye çalışılıyor. Son dönemde sayıları artan mahkumiyet kararlarından farklılık burada yatıyor. Artık gerçek kişiler ve olaylar değil, kurulmuş roman kahramanları ve başlarından geçen olaylar bile yargılanabiliyor.
Elinizdeki, toplumcu gerçekçi bir edebiyat çalışması… Elbette karakterlerini gerçek hayattan alacaktır, gerektiğinde bunları abartabilecektir. Olayları ve kişileri tipleştirerek mesajını taşımaya çalışacaktır. Mesajı hemen söyleyeyim: Bu, barıştır. Esas olarak savaşa karşı bir mesajı vardır. Bütünlüğü dikkate alınırsa bu rahatlıkla görülecektir.
Türkiye’de son otuz yılda yaşanan iç çatışma ve savaşın çok ağır sonuçları oldu. Dikkat ederseniz, gerçekleşmiş bir tarihten söz ediyoruz. Roman 12 Eylül sonrasını konu alıyor. Savaşın yarattığı tahribatları, toplumsal psikolojik travmaları anlatacak en iyi araç sanattır, edebiyattır. Propaganda yaptığı iddia edilen bir edebiyat eseri… Bir paradoks var ortada; roman propaganda yapmaz. Yapsa edebiyat olmaz.
İç savaş sadece Türkiye’de yaşanmadı, dünyanın birçok bölgesinde benzer savaşlar, çatışmalar yaşandı. Avrupa’da, özellikle İspanya’da çok şiddetli yaşandı. Orada hem savaşı anlatan en etkili araç olması bakımından, hem de savaşın yarattığı tahribatları tedavi edici özelliğinden sayısız roman yazıldı; şarkı, film yapıldı.
Tabular oldukça aydınlanmadan söz edemeyiz, özgürleşemeyiz. Aydınlanma ve özgürleşme temeline oturmamış bir demokrasi olamaz. Hükümet açılımlardan, yüksek demokrasiden söz ediyor, ancak antidemokratik uygulamalar, yargılamalar gittikçe çoğalıyor.
Romanda canlandırılan olaylar binlerce benzerinden derlenmiş kurgulanmıştır. Örneğin iddianamede, Hayri’nin DGM karşısındaki tutumu suç unsuru olarak kabul ediliyor. Bakınız, benim de yargılandığım doksanlı yıllarda binlerce üniversiteli genç, bugün dizilerde işlenen, yazılıp çizilen sebeplerden tutuklanarak DGM’lerin karşısına çıkarıldı. Benzer tutumlar sergiledi. Mahkeme başkanları da romandakine benzer yanıtlar verdi. Burada gerçekleşen olayların en gerçekçi ifadesini edebiyat olanakları içinde bulabilirsiniz.
Gelecekte utanacağımız kararlar vermeyelim. İddianamede kitabın 42. sayfasından alıntılanan pasajda, Siti’nin Sabri’ye aşkı anlatılıyor. Hatırlatmalıyım ki ‘Ölümden Zor Kararlar’ aynı zamanda bir aşk romanı. Aşkı da yargılama konusu yapmış oluyorsunuz. Oysaki edebiyat olmadan ölüm sayılarıyla eylem istatistikleriyle bu süreci anlatamazsınız. Savaşı sayılar anlatamaz. Edebiyatı yasaklamak yanlıştır, bilakis bunu teşvik edilmeli.
Türkiye’de demokrasi istemenin en gerçekçi ve doğru yolu, özgür düşüncenin önünü açmaktır. Yargılamalarla, yasaklamalarla, mahkumiyetlerle sadece geriye çekersiniz, boğarsınız.”
*
Mehmet dün yine savcıya gitti. Yeni kitabı “KCK Dosyası” için.
Çıktığı hafta yasaklandı yeni kitabı.
Kitap, son aktüel gelişmeler üzerine, yurttaşların “bilgi edinme özgürlüğüne” hizmeti amaçlıyordu.
Savcılar, “Yok, propaganda yapıyorsun!” dediler.
“1000 adet basılan; akademisyenlerin, araştırmacıların okuyacağı kitapla propaganda olmaz” dedi.
“Propaganda kitabının dili farklı olur” dedi.
Bay Çiçek de, insan hakları ihlallerine, “Hepsi yalan, propaganda” diyor uluslararası platformlarda.
Bay Elekdağ, İngiliz Parlamentosu’nun 1916 tarihli Mavi Kitap raporlamasına, “Propaganda” diyor ve İngilizlere ültimatom yollayıp, “Derhal iptal oluna” diye ferman yolluyor.
Ne kadar iyi anlaşıyorlar işlerine gelince!..
RAGIP ZARAKOLU Yazar

Evrensel'i Takip Et