20 Haziran 2010 00:00
GÜLÇİN SANTIRCIOĞLU: Teşhir etmediğimiz hiç bir şeyin değeri yok artık
GÜNÜN YAZILARI
'Dobra dobra konuştuğunu iddia etmek bir röportaj klişesidir bilirsiniz. Hoş, kimse için de Korka korka konuştu, Ağzını bıçak açmadı da denmez ya Gülçin Santırcıoğlu, dobra olmak adına değil ama içinde bulunduğu dünyaya dışardan bakma maharetine sahip biri olduğundan dobralık onun kaderi sanırım. Eyvallahı olmamasının yanı sıra siyasi bir manipülasyona dayanmayan saf bir vicdana sahip kendisi. Şu zamanlarda vicdani ortaklık, siyasi ortaklıktan çok daha değerli zira, öyle değil mi?
Orta sınıfın depresif, çelişkili iç dünyasına, etrafına güvensiz, kendine hayran hallerine içeriden bir eleştiri sunarken de aynı samimiyetle yaklaşıyor Santırcıoğlu. Kendisinin de rol aldığı, şu sıralarda da vizyonda olan, -bir BBG eleştirisi- Ev filmini, bu bağlamda konuştuk, üzerinize afiyet. Unutmadan, sağlam bir gerilim, sağlam bir televizyon eleştiri için Eve dikiz
Televizyonla kurduğumuz ilişki sence nereden gelip nereye gidiyor?
15 yıl önce bir kumanda verildi elimize ve her şeyi seçtiğimizi, yönlendirdiğimizi filan zanneder olduk, oysa onu bile beceremiyoruz.
Yönlendirmekten kastın nedir?
Yönlendirebildiğini zannediyor televizyonda izlediği şeyleri insanlar. Beyni uyuşmuş ve hipnotize olmuş bir şekilde televizyona bakarken, seçim konumunda olduğunu düşünüyor.
Kumanda toplumsal yaşama müdahale mi ediyor?
Aslında televizyonun karşısında pasifleştikçe, yani televizyonla daha fazla zaman geçirmeye başladığımızda toplumsal hayata televizyon üzerinden müdahil olduğumuz yanılgısına düşebiliyoruz. O sanal dünyayı izliyorsun ve ona anlam katıyorsun. Şimdi insanlar televizyon üzerinden seri katilleri takip edip, oy gönderiyorlar. Pasifize oldukça daha aktif olduğunu zannediyorlar. Çok ürkütücü aslında.
Neredeyse hepsi aynı şeyleri seçmiyor mu zaten?
Üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri, evet... Yeni yeni eleştirilmeye başlandı BBG tipi programlar. İlk çıktıkları dönemde, sadece belirli çevreler tarafından tartışılan, izlenmeyen ya da tukaka ilan edilen şeylerdi.
Sen bu BBG tipi programcılığın çatladığını mı düşünüyorsun?
Bir parça çatladığını düşünüyorum ama bu çok bilinçli, çok isyankar bir yerden değil. Sadece canları sıkıldı artık insanların.
BBG gitti ama evlenme programları geldi mesela, çok mu farklı?
Evlenme programlarını daha saçma buluyorum. Bu ülkede hâlâ namus cinayetleri işleniyor. Ama 80 yaşında bir kadın televizyona çıkıp hünerlerinden bahsediyor. Çok enteresan bir durum bu. Benim çocukluğumda rumuz vardı. Televizyon bu durumu legalleştiriyor. Sadece aşna-fişne programları, röntgencilik programları da değil; bir katil çıkıyor ve kahraman oluyor, televizyonda aklanıyor. Televizyon bir şekilde insanları aklayan bir yer haline geldi. Kurduğunuz ilişki; Sadece izliyoruz, zaman kaybediyoruz, beynimizi uyuşturuyoruz çünkü hayatlarımız çok sıkıcıdan çıkıp, daha vahşi bir hale geldi. Ama yeni nesildeki insanlar en azından kendi marjinal ortamlarını oluşturmak için, Ben sevmiyorum moduna girdiler.
Acaba etrafındaki insanların bu programlarla ilgisi olmadığından mı sana böyle geliyor
Tam tersi, eski çevrem Nişantaşılıydı. Üst tabaka denilebilecek bir yaşam ve eğlence anlayışı sahibiydik. Lisede İngiliz ve Amerikan edebiyatından üç dört kitabı zorla okuyup büyümüş biriyim. Çoktan kopmuş olsam bile eski arkadaşlarımın hayatlarını biliyorum.
Bahsettiğin concon gibi bir şeyse, onlar bu işlerle ilgilendi mi ki? Bana biraz varoş hikayesi gibi geliyor bu programlara merak...
İnan bana ilgilenir. Televizyon, özellikle diziler, futboldan sonra varoşla üst tabakayı birleştirebilecek bir bilinç yarattı bence. Birbirini hiç tanımayan ve gelir düzeyleri apayrı olan iki insan bile oturup bir dizi ya da futbol üzerine konuşabilir. Kendi geçmişimdeki insanlardan biliyorum. Bir dolu mücadele verdim, iyi bir oyuncu olmaya çalıştım, okumaya, öğrenmeye, algılamaya çalıştım... Kimsenin umurunda değildim. Bir kayıp olarak bakıyorlardı bana. Ama ne zaman ki televizyonda gördüler, o zaman ben başarılı bir insan oldum. Yani o tayfa asla kopuk değil bu durumdan. Sadece kendilerine yeni bir kılık, yeni bir trip buldular ve şimdi eleştirme moduna girdiler.
KADINLAR ARTIK PAVYONA DEĞİL TELEVİZYONA DÜŞÜYOR
Bir yandan namus cinayetlerinin, mahallemize geldik ayrılalım durumlarının yaşandığı bir ülkedeyiz, bir yandan da televizyondan kendini pazarlamaya çalışan insanlar var Bu çelişki nasıl yaşanıyor sence?
En büyük samimiyetsizlik şurada; televizyonda görüp hayran olduğu kadınlar, kendi mahallesinde yaşıyor olsa taşlayarak öldürür. Ama o kadının ünlü ve zengin olması o kadını aklıyor ona göre. Kadınlar artık pavyona değil televizyona düşüyor. Erkekler de pavyon sahibi değil, yapımcı oldular.
Biz böyle kapısını bacasını kapatan, aman bizi kimse görmesin diye düşünen bir toplumuz. Televizyona çıkınca nasıl inanılmaz bir rahatlık hasıl oluyor?
Kahvede bunu konuşabilir mi o adam? Düşünebiliyor musunuz? Televizyon aklıyor dediğim tarafı bu zaten. Orada olduğu için kendini konuşabilir hissediyor, oranın parçası hissediyor. Ben belki normalde kendimi çok daha iyi ifade edebilirim ama ses kaydını açtığından beri tutuluyorum. Ama televizyonda gördüğüm insanlar şaşkınlık verici derecede rahatlar. Dizilerdeki devam hatalarını filan takip ediyor insanlar deli gibi. Milyonlarca yorum yapılıyor İnternette. Söz sahibi o konuda yani. Senin paranı ben veriyorum diyor. Benim izlediğim reklamlar sayesinde sen oradasın. Belki hayatının üzerinden defalarca TIR geçmiştir. Hiç bir şeye vermediği tepkiyi orada veriyor. O onun hakkı çünkü. O onun en kadim dostu.
Ev filmi tam da böyle şizofrenik bir durumun hikayesi değil mi?
Toplumsal olarak bence ağır depresyondayız. İstanbul gibi büyük şehirlerde herkesin cinnete çok daha yakın olduğu açık ve net hissediliyor. Ben İstanbula göre çok daha ağır tempolu bir yerden geldiğim için bunu çok daha net görebiliyorum. Burada büyüyen, bu tempoya alışkın olan insan, araba beni solladı diye cinayet işliyor, sonra evine gidiyor açıyor kanalı. Bence bir derdi var filmin. Biz ne yapıyoruz? Suç nedir? Şiddet nedir? Cinnet nedir? Sınırlar nerede başlar, nerede biter? Bir insan programa niye katılır? Akıllı olan bir insan bu programı niye izler?
Bir insan neden bir eve girip kırk gün kalır?
Senaryo yazılmadan önce de benim derdim olan bir hikayeydi aslında bu. Göstermediğimiz pazarlamadığımız hiç bir şeyin değeri yok. İnsanlar İnternette son ruh hallerini yazıyor. Savunma olarak da Ben tepkimi buradan veriyorum diyor. Teşhir etmediğimiz hiç bir şeyin değeri kalmadı yani. İnsanın on dakikada bir ne yaşadığını yazması bana enteresan geliyor.
SATIN ALABİLDİKLERİ SÜRECE MUTLULAR
Banka, şirket falan gibi hem şikayet edilen hem de ait olmak istenen işler var ya Ben oralara benzetiyorum gözetlenen evleri. Aynı rekabet, sahte dostluklar
Kendi masalına hapsolmuş insanlar, evet. Şanslı azınlık dediğiniz, o şirketlere girebilen, kazananlar sınıfının kadınları ve erkekleri. Ne kadar mutsuz yaşasalar da bence bir taraftan da iyi hissediyorlar kendilerini. Sadece finans işleriyle uğraşan değil, devletin kadrolu sanatçıları dediğimiz insanlarda da aynı şey var. Dışarıda kanalizasyon taşar, onlar içerde fularlarıyla konuşurlar. Dışarıya karşı hiç bitmeyen bir kazanma halleri var. O hallerinden memnunlar ve vazgeçmek de istemiyorlar. Satın alabildikleri sürece mutlular.
Neden? Çünkü sistem başarılı. Kendilerini sürekli eksik hissettirecek bir sistem var. Kadınlık ve güzellik de buna dâhil yani. Bir alışveriş merkezine ya da bir güzellik merkezine gittiğinde bin tane kusur buluyor sende. Asla onun beğendiği kadın olamazsın. Kendindeki eksikliği hissetmen lazım ki daha fazla al, daha fazla tüket.
Herkes gittikçe yalnızlaşıyor ve bencilleşiyor. Bencilden ziyade benci artık herkes. Çünkü okuduğu kitaplarda Nasıl tokalaşılır?, Nasıl daha güçlü gözükülebilir? bunları öğreniyor. Sistem, özgüven timsali minik insanlar yaratırken, özsaygıyı yok ediyor.
Bu modern zaman dertleri erkek ilişkisine nasıl yansıyor sence?
Çok vahşi yansıyor. Herkes çok korkak ve garantici bir kere. Kadına eğitim hakkı verilmemiş doğru düzgün, o da doğal olarak hayatını sürdürebilmek için daha varlıklı, daha güçlü bir adam istiyor olabilir. Bunun benim için açıklanabilir bir tarafı var. Ama şu anda erkeklerde görüyorum ben bu durumu. Daha garantili ilişkileri tercih ediyorlar. Meslek olarak, oturduğu yer olarak, kıyafet tarzı olarak bu kız benim önümde yürüyebilir diyorlar. Bir yatırım gibi, küçük şirketler gibi ilişkilerin, evliliğin çoğunluğu.
Elveda Rumelideki karakterin babasının karşı geldiği bir erkeğe aşıktı ve evlendi oysa...
Kızı birine aşık olduğu için kızını katletmeyen, onun aşkına değer veren bir adamın hikayesini anlattık Elveda Rumelide. Bu değerli bir şey benim için. Bunun sevilmesi ve benimsenmesi de çok güzel.
EN BÜYÜK AŞKIM SiNEMA
Opera okudun, ama bir süredir oyunculuk yapıyorsun. Şimdi müzik hayatının neresinde?
Müzikten değil ama insanlarla uğraşmaktan biraz sıkıldım galiba. Elveda Rumeli başlamadan önceki üç yıl Ruhi Su Dostlar Korosundan öğrencilerim vardı; şan dersleri veriyordum. Bir çok grup kurdum ya da olan gruplara dahil oldum. Kız Kulesinde, Cezayir Sokağı gibi yerlerde sahne aldım. Dizi şarkıları söyledim. Geçim kaynağıydı benim için. Olur olmadık dizilerde oynamama lüksü verdi şarkı söylüyor olmak. Gerçi büyük konuşamıyorsun, çünkü iyi olduğunu düşündüğün bir işi izlediğin zaman hayal kırıklığı olabiliyor. Yine de sevmediğim devlet kadrolu bir yerde olmaktansa, arada parasız kalıp sevmediğim televizyon işlerini kabul etmeyi, iki kötü arasından tercih edebilirim.
Sinema asıl tercihin ama değil mi?
Evet, en büyük aşkım sinema. Tiyatrodan da o kadar hoşlanmıyorum. Temel sahne dersi aldım operada. Belki operadaki o abartıdan kaynaklı soğudum tiyatrodan.
SIRADAN BiR KIZ ÇOCUĞUYUM
Sanatçıların memleket hallerine dair duyarlılıklarını nasıl değerlendiriyorsun?
Sanatçıların da kendi içlerindeki tavra ve samimiyete çok fazla inanmıyorum. Çok aydınlık çok sınıfsız bakıyor hayata, ırklara inanmıyor ama bir taraftan seni, kılık kıyafetinden dolayı eleştiriyor. Sanat ya da üretim kavgasından bahsetmiyorum. Onun dışında entel mafya diye bir şey var bence, seni kalbinden vuruyor... Sıradan insan gibi yaşıyor bizim entelektüel dediğimiz. Ben o gruba dahil değilim zaten. Ben kendimi sıradan bir kız çocuğu olarak görmek istiyorum. Öyle yaşıyorum zaten hayatımı.
Barış İçin Sanatı nereye koyuyorsun?
Çok samimi buluyorum, öyle olmasa adımı içinde tutmazdım. Barış İçin Sanata gelene kadar ben sadece küçük hikayelerle ilgilenen biriyim. Bir kadın tek başına direnişe geçiyor, işten kovulduğu için mesela, ben orada olmalıyım gibi.
DESA Direnişçisi Emine Arslandan bahsediyorsun. Küçük de olsa bir savaşı kazanma isteği mi bu?
Evet, benim olayım budur belki. Ben o kadını göreyim, elini tutayım. Ne yapmış? Kim acı çektirmiş ona? Birebir dokunmadan, bakmadan iletişim kurabilen biri değilim. Ben yolda yürürken insanlar benimle fotoğraf çektiriyorlar. Ben Emine ablanın yanında olduğumda beş tane daha insan o kadının kötü bir şey yapmadığını, hak aradığını görsün. Buradan büyür hikaye, çok büyük laflarla değil. Benim zaten oyuncu olmamın nedeni de küçük küçük acıları, küçük mutlulukları anlatmak... Barış İçin Sanatı da bu anlamda samimi buluyorum. Orada farklı hayat görüşlerinden insanlar da var, ama beni mesela hiç bir yere oturtamazsın. Beni vicdanım oraya götürür. Zaten bunun çoğalması gerekir.
KiMSENiN SAMiMiYETiNE iNANMIYORUM
Şiddet ve operasyonlar artıyor. Sence bu şiddet bütün toplumsal sonuçlarıyla bizi nereye götürüyor?
Ben bu ara nereye götürdüğünü değil, nereden çıktığını düşünüyorum. Gelinen noktanın tamamen samimiyetsizlikten ve insanların asla gerçek niyetlerini söylememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Kimse çözüm odaklı düşünmüyor bence. Hiç bir siyasi alt yapım da yok, vicdani bir yerden söylüyorum; asla kimsenin samimiyetine inanmıyorum. Herkesi çok provokatör, çok kışkırtıcı, çok kötü niyetli buluyorum. Mağdur olan insanlar da buna dahil. Bunu çok üzülerek söylüyorum; kötü giden durumu bir yere yüklemek anlamında söylemiyorum.
Çözüleceğine inanmıyor musun?
Elindeki gücü iyi niyetli bir şekilde kullanan insan göremediğim için buna inanmıyorum. Elbette bitecek, her savaş biter. Ama nasıl bitecek? Daha ne kadar kayıp olacak? Şu anda bu bahsettiğimiz konu yüzünden öleceğini bilmeden, ölümü bekleyen insanlar var. Çok acıklı bir durum.
Devrim Büyükacaroğlu
Evrensel'i Takip Et