14 Ocak 2005 23:00
Otel odasındaki iki ünlü kim?
Dostlar Tiyatrosu'nun bu sezon sahneye koyacağı oyunun bir ucu bilimin dahi adamı Albert Einstein'a diğer ucu ise Hollywood sinemasının kadın yıldızı Marilyn Monroe'ya uzanıyor. Bu çok ayrı iki insanın 1953 yılının bir gece yarısı aynı otel odasında yan yana gelmelerini anlatan oyun, bu iki farklı insanın dünyasını sahneye taşıyor. Genco Erkal, Albert Einstein'ı oynarken, Dolunay Soysert, Marilyn Monroe'yu canlandırıyor. Diğer oyuncular ise Ali Uyandran ile Erdem Akakçe.
Oyun bugün 18:00 ve yarın 15:00'te Dostlar Tiyatrosu'nda.
Oyunu sahneye koyan Genco Erkal, Albert Einstein gibi dahilerin bile komünist diye izlenip rahat bırakılmadığını, Marilyn Monroe gibi yıldızların ise kadın onurunu zedeleyecek şekilde meta olarak kullanılmasını ve dahası Amerika gibi sözde özgürlükler ülkesini anlattığı için oyunun konusunu önemsediklerini belirtiyor.
Böyle bir oyunu seçmenizin sebebi nedir acaba? Bizi ilgilendiren konulardan söz ediyor bu oyun. En başta sözde özgürlükler ülkesi diye bilinen Amerika'daki yoğun faşist bir dönemi, McCarty dönemini ele alıyor oyun. Ve 20. yüzyılın en büyük dahilerinden Albert Einstein'nın bile "sen komünist misin" ya da "bir zaman komünist oldun mu" gibi sorularla sıkıştırıldığı; veya arkadaşlarının adını vermesi için sorguya çekildiği bir dönem. O dönem sanatçıların, yazarların, film oyuncularının, senaristlerin sorgulandığı bir dönem. Bertolt Brehct de vardı bunların içinde. Hepsinin sorguya çekildiği, bazı şeyleri itiraf etmeye zorlandığı bir dönem. Bazılarının pişmanlık gösterdiği "Sovyetler bizi kandırdı, biz böyle bir şey yapmayacaktık, şimdi pişmanız" dedikleri dönem aynı zamanda. Tabii o zaman da arkadaşlarını ele vermeleri isteniyor onlardan. Tabii o durumda Elia Kazan gibi ünlüler kötü bir sınav veriyorlar ve ele verilen arkadaşlarının kaderi değişiyor. Bütün ömürleri boyunca damga yiyorlar, işsiz kalıyorlar. Yani bu tema bizi çok ilgilendiriyor. Böyle bir dönem Albert Einstein'nın da bu baskılara maruz kalması anlamlı ve önemli.
Peki, Marilyn Monroe... Marilyn Monroe faslı gelince, burada tabii ki bir kadın sorunu öne çıkıyor. Kadının sinema tarafından, medya tarafından bir mal olarak kullanılışı. Ve kadın aptal sarışın, seks bombası, sadece vücuduyla kullanılıyor. Kazanç getiren bu mala para yatırıyor sinemacılar. O da, böyle aptal sarışın olarak tanınmak istemiyor. Ben bir aptal sarışın değilim diyor. Ben sadece resim değilim, baldır bacak değilim, ben insanım diyor. Benim düşüncelerime saygı gösterilsin istiyorum diyor, o yüzden yanına geldiği zaman Albert Einstein'a "size bir şey anlatabilir miyim" deyip "ben akıllı bir insanım, deli değilim, işte böyle ipe sapa gelmez insanlarla konuşuyorum. Onun yerine daha aklı başında insanlarla, daha aklı başında işler konuşmak isterdim diye" yakınıyor. Yani bir kadının kendini gerçekleştirme çabası, bir varoluş savaşımını gösteriyor. Ve o kadar tanınmış olmasına rağmen, bir stüdyoda tiyatro derslerine devam ediyor, kendisini geliştirmek için. Bundan sonra da beyzbolcu kocasını boşayıp Arthur Miller gibi çok aklı başında biriyle evleniyor. Bütün bu temalar bizi çok ilgilendiriyor. Bir de işte küçük bir otel odasında başlarına gelebilecek olaylar zinciri içerisinde, bir yerlere koyamadığımız 20.yüzyılın ikonalarının, çok ünlü ulaşılmaz kişilerin özel hayatlarından küçük parçalar olması da çok çarpıcı. Bunlar bizi bu oyunu seçmeye yönelten sebepler.
Tiyatro yeniden geri döndü gibi tartışmalar oluyor, o anlamda siz kendi tiyatronuzu nasıl görüyorsunuz? Biz özel tiyatrolar içerisinde seyirci açısından durumu en iyi olan tiyatrolardan bir tanesiyiz. Ama eski yıllarla karşılaştırdığımızda tiyatro seyircisinde bir azalma olduğunu görmemeye imkân yok. Belli bir düzeyi korumak lazım galiba. Dostlar Tiyatrosu'nun 30 yılı aşkın bir geçmişi bulunuyor. Şimdi yapabileceğimiz şeyler var, yapamayacağımız şeyler var. Bizim yapıp seyirciye sunucağımızı şeyi önce kendimiz sınamamız lazım. Önce biz utanırız çünkü. O yüzden, belli bir düzeyi korumamız gerekiyor. Ben kendimi çok eleştiren bir insanım. Tiyatrocularda öyle şeyler yapmalılar ki insanlar televizyon dizisini seyredeceğine, o oyunu mutlaka görmem gerekir desin. Bir de tabii insanların ekonomik durumu pek iyi değil. Daha krizler dönemini atlatmış değiliz. Özel tiyatrolara 15 ya da 20 milyon bilet parası verip gelebilecek durumda olanlar belli sayıda. Geriye kalanlar ne yapıyor, oturuyorlar evlerinde, pijamalarını giyiyorlar, televizyonun karşısına geçip o kanaldan o kanala atlayıp duruyorlar. Zaten televizyonda her şey var. Şovlar var, diziler var, eğlenceler var. Eğer o insan gerçekten tiyatroya gitmek istiyorsa, ne yapar yapar gelir. Bizim o insanları evden televizyonun karşısından çekip koparabilecek şeyler yapmamız lazım, biz de ona uğraşıyoruz zaten.
Dostlar Tiyatrosu'nun bir çizgisi var, Marilyn Monroe gibi bir karakterle seyirci karşısına çıkmanız seyirciyi şaşırtacak bir etki yapar mı acaba? Nasıl etki yaratacağını biz bilemiyoruz aslında. Bir de şu var; çok değişik insanlar tiyatrodan çok değişik şeyler bekliyorlar. Ve hepsinin beklentilerine karşılık vermek olanaksız. Birisinin çok iyi dediğine, diğeri çok kötü diyebiliyor. Hele işin içine siyasi kriterler girdiği vakit durum tamamen değişiyor. Türk solunun bölünmüşlüğü içerisinde, o yelpazeyi memnun etmek hemen hemen olanaksız. Çünkü herkes kendi çizgisine yakın bir şey bekliyor ve o zaman da zor oluyor tabii.
Şebnem Özinal'la birlikte "Yarışma" isimli bir oyununuz vardı. O bayağı ilgi görmüştü. Oyun magazin basınında epey yer etmişti. Burada bir anlamda seyirciye karşı bir sitem var mı? Yok. İzleyici bence hiçbir şekilde sitem edilecek bir şey yapmadı. Oyunu gelip izleyenler magazin basının yansıttığı gibi bir oyun olmadığını anladılar. Aslında orada da bahsettiğim, bu kadının meta olarak medya tarafından kullanılması anlatılıyordu. Yani oyunu seyredenler bizim ne demek istediğimizi çok iyi anladılar. Ama malesef magazin basını sadece görüntülere, oyunu izlemeden ne olduğunu düşünmeden, sadece bir takım sahnelerdeki görüntülere bakarak yanlış yorumladı.
Ama seyirciyi oyuna çeken faktörlerden biri de buydu. Belki... Ben şöyle düşünüyorum. O ilgi bir zaman devam ediyor sonra duruyor, ben Türk seyircisinin biraz tutucu bir seyirci olduğunu düşünüyorum. Erkekler kendi aralarında çok belden aşağı konuşurlar ama eşleriyle birlikte bir oyun seyrettikleri zaman müstehcen diyebileceğimiz durumlar olduğunda, rahatsız oluyorlar. Ailece bu oyuna gelmek istemiyorlar. Hanımlarından utanıyorlar diyelim. Saman alevi gibi bir ilgi oluyor ama hepsi bu, ardı gelmiyor. Başka bir şeyle sürdürülürse o ilgi devam eder zaten. Sadece o seyirciyle oyun ayakta kalamaz.
Böyle bir oyunu seçmenizin sebebi nedir acaba? Bizi ilgilendiren konulardan söz ediyor bu oyun. En başta sözde özgürlükler ülkesi diye bilinen Amerika'daki yoğun faşist bir dönemi, McCarty dönemini ele alıyor oyun. Ve 20. yüzyılın en büyük dahilerinden Albert Einstein'nın bile "sen komünist misin" ya da "bir zaman komünist oldun mu" gibi sorularla sıkıştırıldığı; veya arkadaşlarının adını vermesi için sorguya çekildiği bir dönem. O dönem sanatçıların, yazarların, film oyuncularının, senaristlerin sorgulandığı bir dönem. Bertolt Brehct de vardı bunların içinde. Hepsinin sorguya çekildiği, bazı şeyleri itiraf etmeye zorlandığı bir dönem. Bazılarının pişmanlık gösterdiği "Sovyetler bizi kandırdı, biz böyle bir şey yapmayacaktık, şimdi pişmanız" dedikleri dönem aynı zamanda. Tabii o zaman da arkadaşlarını ele vermeleri isteniyor onlardan. Tabii o durumda Elia Kazan gibi ünlüler kötü bir sınav veriyorlar ve ele verilen arkadaşlarının kaderi değişiyor. Bütün ömürleri boyunca damga yiyorlar, işsiz kalıyorlar. Yani bu tema bizi çok ilgilendiriyor. Böyle bir dönem Albert Einstein'nın da bu baskılara maruz kalması anlamlı ve önemli.
Peki, Marilyn Monroe... Marilyn Monroe faslı gelince, burada tabii ki bir kadın sorunu öne çıkıyor. Kadının sinema tarafından, medya tarafından bir mal olarak kullanılışı. Ve kadın aptal sarışın, seks bombası, sadece vücuduyla kullanılıyor. Kazanç getiren bu mala para yatırıyor sinemacılar. O da, böyle aptal sarışın olarak tanınmak istemiyor. Ben bir aptal sarışın değilim diyor. Ben sadece resim değilim, baldır bacak değilim, ben insanım diyor. Benim düşüncelerime saygı gösterilsin istiyorum diyor, o yüzden yanına geldiği zaman Albert Einstein'a "size bir şey anlatabilir miyim" deyip "ben akıllı bir insanım, deli değilim, işte böyle ipe sapa gelmez insanlarla konuşuyorum. Onun yerine daha aklı başında insanlarla, daha aklı başında işler konuşmak isterdim diye" yakınıyor. Yani bir kadının kendini gerçekleştirme çabası, bir varoluş savaşımını gösteriyor. Ve o kadar tanınmış olmasına rağmen, bir stüdyoda tiyatro derslerine devam ediyor, kendisini geliştirmek için. Bundan sonra da beyzbolcu kocasını boşayıp Arthur Miller gibi çok aklı başında biriyle evleniyor. Bütün bu temalar bizi çok ilgilendiriyor. Bir de işte küçük bir otel odasında başlarına gelebilecek olaylar zinciri içerisinde, bir yerlere koyamadığımız 20.yüzyılın ikonalarının, çok ünlü ulaşılmaz kişilerin özel hayatlarından küçük parçalar olması da çok çarpıcı. Bunlar bizi bu oyunu seçmeye yönelten sebepler.
Tiyatro yeniden geri döndü gibi tartışmalar oluyor, o anlamda siz kendi tiyatronuzu nasıl görüyorsunuz? Biz özel tiyatrolar içerisinde seyirci açısından durumu en iyi olan tiyatrolardan bir tanesiyiz. Ama eski yıllarla karşılaştırdığımızda tiyatro seyircisinde bir azalma olduğunu görmemeye imkân yok. Belli bir düzeyi korumak lazım galiba. Dostlar Tiyatrosu'nun 30 yılı aşkın bir geçmişi bulunuyor. Şimdi yapabileceğimiz şeyler var, yapamayacağımız şeyler var. Bizim yapıp seyirciye sunucağımızı şeyi önce kendimiz sınamamız lazım. Önce biz utanırız çünkü. O yüzden, belli bir düzeyi korumamız gerekiyor. Ben kendimi çok eleştiren bir insanım. Tiyatrocularda öyle şeyler yapmalılar ki insanlar televizyon dizisini seyredeceğine, o oyunu mutlaka görmem gerekir desin. Bir de tabii insanların ekonomik durumu pek iyi değil. Daha krizler dönemini atlatmış değiliz. Özel tiyatrolara 15 ya da 20 milyon bilet parası verip gelebilecek durumda olanlar belli sayıda. Geriye kalanlar ne yapıyor, oturuyorlar evlerinde, pijamalarını giyiyorlar, televizyonun karşısına geçip o kanaldan o kanala atlayıp duruyorlar. Zaten televizyonda her şey var. Şovlar var, diziler var, eğlenceler var. Eğer o insan gerçekten tiyatroya gitmek istiyorsa, ne yapar yapar gelir. Bizim o insanları evden televizyonun karşısından çekip koparabilecek şeyler yapmamız lazım, biz de ona uğraşıyoruz zaten.
Dostlar Tiyatrosu'nun bir çizgisi var, Marilyn Monroe gibi bir karakterle seyirci karşısına çıkmanız seyirciyi şaşırtacak bir etki yapar mı acaba? Nasıl etki yaratacağını biz bilemiyoruz aslında. Bir de şu var; çok değişik insanlar tiyatrodan çok değişik şeyler bekliyorlar. Ve hepsinin beklentilerine karşılık vermek olanaksız. Birisinin çok iyi dediğine, diğeri çok kötü diyebiliyor. Hele işin içine siyasi kriterler girdiği vakit durum tamamen değişiyor. Türk solunun bölünmüşlüğü içerisinde, o yelpazeyi memnun etmek hemen hemen olanaksız. Çünkü herkes kendi çizgisine yakın bir şey bekliyor ve o zaman da zor oluyor tabii.
Şebnem Özinal'la birlikte "Yarışma" isimli bir oyununuz vardı. O bayağı ilgi görmüştü. Oyun magazin basınında epey yer etmişti. Burada bir anlamda seyirciye karşı bir sitem var mı? Yok. İzleyici bence hiçbir şekilde sitem edilecek bir şey yapmadı. Oyunu gelip izleyenler magazin basının yansıttığı gibi bir oyun olmadığını anladılar. Aslında orada da bahsettiğim, bu kadının meta olarak medya tarafından kullanılması anlatılıyordu. Yani oyunu seyredenler bizim ne demek istediğimizi çok iyi anladılar. Ama malesef magazin basını sadece görüntülere, oyunu izlemeden ne olduğunu düşünmeden, sadece bir takım sahnelerdeki görüntülere bakarak yanlış yorumladı.
Ama seyirciyi oyuna çeken faktörlerden biri de buydu. Belki... Ben şöyle düşünüyorum. O ilgi bir zaman devam ediyor sonra duruyor, ben Türk seyircisinin biraz tutucu bir seyirci olduğunu düşünüyorum. Erkekler kendi aralarında çok belden aşağı konuşurlar ama eşleriyle birlikte bir oyun seyrettikleri zaman müstehcen diyebileceğimiz durumlar olduğunda, rahatsız oluyorlar. Ailece bu oyuna gelmek istemiyorlar. Hanımlarından utanıyorlar diyelim. Saman alevi gibi bir ilgi oluyor ama hepsi bu, ardı gelmiyor. Başka bir şeyle sürdürülürse o ilgi devam eder zaten. Sadece o seyirciyle oyun ayakta kalamaz.
Evrensel'i Takip Et