Libya tarihinde petrolün siyasi iktisadı
İranlı Marksist İktisatçı Cyrus Bina, Ortadoğu petrollerinin geçmişini üç tarihsel dönemde ele alıyor. İlk dönem (1901-1950) William Knox D’Archy adlı İngiliz bir petrol yatırımcısının İran’da yaptırdığı araştırmalar sonucu 1901’de petrol rezervlerinin keşfedilmesiyle başlıyor. İlerleyen yıllarda farklı Batılı şirketlerin çalışmaları sonucu Irak’ta (1927), Bahreyn’de (1932), Suudi Arabistan’da (1938), Kuveyt’te (1938) ve Katar’da (1939) başka petrol rezervlerinin bulunmasıyla Ortadoğu ülkelerinin bakir topraklarında geniş yeraltı kaynakları tespit ediliyor. Yabancı gelişmiş ekonomiler ve uluslararası tekeller için bu topraklar ham madde ihtiyacını karşılamak için cazibe kazanırken ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı gelişmemiş veya azgelişmiş bölge ülkeleri için toprak rantı elde etmek için bir kazanç kaynağı haline geldiği söylenebilir. Bu dönemde uluslararası tekellerle yapılan petrol anlaşmalarında çalışma yapılan arazi için mülkiyet sahibi köylülere ve bölge hükümetlerine belirli bir ücret ödeniyordu. Anlaşmalarda ayrıca mülk sahibine ve hükümete şirketlerin, çıkarttıkları petrol için belli bir miktar kâr payı ödemesi şart koşulsa da (örneğin İngiliz-İran petrol anlaşmalarında İran’a ödenecek pay yüzde 16 olarak belirlendi), nesnel kıstasları mevcut olmadığı için bu kâr payının ne kadar olduğu ve petrolün fiyatlandırılması konuları belirsizliğini korudu.
PETROLÜN KEŞFİ
İkinci dönemde (1950-1970) petrol rezervlerinin keşfi, savaş sonrası kapitalist ülkelerin artan petrol ihtiyacı sonucu Ortadoğu ülkelerine ilgilerinin artması, bölgede petrol endüstrisinin gelişmesiyle beraber petrol üretiminin ve teminatının artması, endüstrileşmeyle birlikte bölge ülkelerinde köylü sınıfın yanında proleter sınıfın oluşması gibi bir dizi gelişme yaşandı. Uluslararası sermaye güçlerinin bu yönelimleri bölge hükümetleri ellerinde bulunan yeraltı kaynaklarına sahip çıkmaya zorladı ve bu durum kendisini farklı siyasal, kurumsal ve ekonomik oluşumlarda göstermeye başladı. 1951’de İran’da petrolün ulusallaştırılması, 1960’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünün (OPEC) kurulması, üretilen petrolden alınan kâr payının OPEC ülkeleri tarafından yüzde 50 olarak belirlenmesi, bazı ülkelerde ilk defa önceden belirlenmiş fiyat (posted-price) uygulamasına geçiş bu dönemin özellikleri arasında yer alıyor. Önceden belirlenmiş fiyat, tarafların uzun vadeli anlaşmalarda ortak fiyat önergeleri sonucu belirlenen petrol fiyatı ve kâr payına deniyor. Önceden belirlenmiş fiyat uygulaması petrol ülkelerinde nesnel bir petrol fiyatlandırma ölçütü gibi duruyordu, ancak bu uygulama aslında yabancı tekellerin gerçek kâr oranlarının ortaya çıkmasını ve kâr paylarının düşmesini önlemek doğrultusunda kullanılıyordu. Yabancı şirketlerin ve devletlerin doğrudan ve dolaylı yaptırımları karşısında ulusallaşma eğilimi ilk olarak İran’da güçlendi. İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın İran petrollerini 1951’de ulusallaştırması, Amerika’nın İran’a 2 yıllık petrol boykotu uygulaması, Musaddık’ın tutuklatılması, yönetimi İran şahının devralması ve petrolün 1954’te yeniden özelleştirilmesi uluslararası petrol politikalarının bölgedeki rejimleri siyasi çatışmalara nasıl sürükleyebileceğini açıkça gösteriyor. Ulusallaştırmaya başka bir örnek olarak, monarşiye karşı askeri darbeyle yönetime gelen milliyetçi Nasır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesi sonucu İngiliz, Fransız ve İsrailli askeri güçler tarafından saldırıya uğrayan Mısır gösterilebilir.
İKİ KUTUPLU PETROL SAVAŞI
İlk dönemde yabancı petrol şirketleri petrol politikalarına doğrudan müdahalelerinde herhangi büyük bir engelle karşılaşmazken ikinci dönemde bölge endüstrisinin gelişmesi, yeni siyasi güç odaklarının ortaya çıkması, ulusallaştırma, ulusalcılık, Arap milliyetçiliği ve antiemperyalist oluşumların doğması; ve tüm bunların yanında İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin yeniden inşa süreci, Doğu Blokunun doğuşu, Çin Devrimi vb. ezilen halkların tüm dünyada emperyalizme karşı pozisyonunu değiştirirken, uluslararası tekellerin ve emperyalist güçlerin Ortadoğu’da sürdürülebilir petrol ekonomi politikalarını ve doğrudan müdahalelerini sarsmaya başladı. İlk iki dönemden farklı olarak üçüncü dönemde (1970’lerden bugüne) Ortadoğu petrol endüstrisi dünya ekonomik konjonktürünün müdahil bir parçası haline geldi. Haziran 1968’de OPEC üye ülkeleri yabancı petrol şirketleriyle işletme ve yürütme ortaklığı kararı aldı. Bu beyan sonucunda petrolün önceden belirlenmiş fiyatlarının belirlenmesinde üretici yabancı şirketlerin de fikrinin alındığı ve son kertede OPEC tarafından belirlenen ve denetlenen bir fiyat politikası esas alınarak kontrol dışı fiyat dalgalanmalarının önüne geçmek hedefleniyordu.
Kendisinden daha az petrol üreten üye ülkelerden farklı olarak sadece Suudi Arabistan petrolün ulusallaştırılmasına sıcak bakmıyor ve yabancı ortakların fiyatlandırma politikasına bölge ülkelerle eşit oranda katılımın ve tayin gücünün güvence altına alınmasını talep ediyordu. 1969’da birliğe üye olan Cezayir, 1965’te Fransız şirketlerle yaptığı anlaşmalarda yaşadığı sorunlardan dolayı; 1962’den beri birliğe üye olan Libya ise sıkıntı yaşadığı petrol fiyatları konusunda OPEC’ten tam destek gördü. Eylül 1970’te yapılan müzakereler sonucu Libya’da petrolün varil başına fiyatı 2.23 dolardan 2.53 dolara yükseltildi ve yabancı şirketlerden aldığı kâr payı yüzde 5 arttırıldı. Şubat 1971’de yapılan Tahran zirvesinde altı OPEC ülkesi, yaptığı beş senelik bir sözleşmeyle 23 yabancı şirketin taleplerini göz önünde bulundurarak yabancı kâr payının varil başına 0.35 dolar artırılmasına ve enflasyondan ötürü toplam kâr oranından yüzde 2.5’lik ek bir destek sunulmasına karar verdi. İlerleyen yıllarda doların düşmesinden dolayı önceden belirlenmiş fiyatların revize edilmesi gerekecek ve Haziran 1973’te Cenevre’de bir toplantıda bu sorun da çözülecekti.
Ortadoğu’da uluslararası bir petrol pazarının oluşması bir petrol spot piyasasının oluşmasını, dolayısıyla da petrol üretimi ve dolaşımının yeniden organizasyonunu beraberinde getirdi. Spot veya anında teslim piyasası petrol fiyatının örneğin bugün belirlendiği, para transferinin 2 gün içerisinde gerçekleştiği ve petrol sevkiyatının 1 ay içerisinde yapıldığı piyasa türüdür ve petrol tekelleriyle yapılan alım-satımlarda kullanılır. Önceden belirlenmiş fiyat sistemi uzun vadeli petrol satışlarında, spot piyasa sistemi ise tek seferlik satışlar için kullanılır. OPEC ülkeleri pay sahibi oldukları petrolü ufak çaplı alıcılara önceden belirlenmiş fiyatlarından satarken uluslararası tekellere ve devletlere ihaleler üzerinden satmaya başladılar. İlk defa 1970’lerin başından itibaren petrolün ihaleler üzerinden satılması petrol fiyatlarının artmasında tetikleyici unsurlardan birisi haline geldi. Ancak 1973 Arap-İsrail savaşı ve ardından OPEC ülkelerinin petrol ithalatçısı ülkelere uyguladıkları ambargo dahilinde üretimi düşürmeleri, sevkiyatları dondurmaları ve petrol fiyatının patlaması, Ortadoğu’daki politik ekonomik konjonktürün değiştiğini göstermektedir.
LİBYA’NIN PİYASAYA ÇIKIŞI
Burada filmi biraz geriye saralım ve Libya’ya odaklanalım. Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi monarşik yönetimlerini korumuş Ortadoğu OPEC üyelerinden farklı olarak Libya; Cezayir, İran ve Irak gibi kolonyal dönemden sonra oluşan monarşik düzenlere din-milliyet motifli askeri darbelerle son veren ve askeri rejim olarak kalan Ortadoğu OPEC ülkeleriyle benzer bir kadere sahip. 1900’lu yılların başından itibaren İtalyan jeologların yaptıkları araştırmalar sonucu gaz (1914) ve petrol (1926) rezervleri ortaya çıktı. Keza Libya, İtalyan kolonisi olmaktan kurtulup 1951’de bağımsız monarşisini ilan edene kadar bu rezervler işlemedi. Haziran 1955’te ilk petrol yasasını yazması ve petrolü devlet mülkiyeti ilan etmesiyle Libya, petrol üretimini de başlatmış oldu.
Saha araştırması ve petrol üretimi için yabancı şirketlere kapılarını açan Libya’da 50’li yıllarda petrol fiyatlandırması; toprak rantı ve kâr payı üzerinden başlatıldı, ancak yasada herhangi bir önceden belirlenmiş fiyat politikası dile getirilmemişti. Bölgeye gelen ilk yatırımcılar arasında Texaco, Socal, Esso, Mobil, Oasis, BP, Shell, Deutsches Erdöl gibi irili ufaklı Amerikan, İngiliz, Fransız ve Alman şirketler bulunuyordu. 1960’lara doğru petrol endüstrisinin gelişimiyle 1955 Petrol Yasası’nı revize etmeye ihtiyaç duyan Libya hükümeti 1961’de önceden belirlenmiş fiyat uygulamasını devreye sokma kararı aldı. Libya petrol ihraç eden OPEC’e 1962’de üye olduktan sonra fiyat politikası konusunda ihtiyaç duyduğu denetim mekanizmasına da kavuştu. 1967 Arap-İsrail savaşı, Süveyş Kanalı’nın kapatılması gibi olaylarda petrol fiyatının ani artışlarında yabancı sermayenin odak noktası olmayı başaran Libya her ne kadar OPEC tarafından denetlense de önceden belirlenmiş fiyat uygulanması konusunda yabancı şirketlere söz geçiremeyince sorunu 1968’de kendi ulusal şirketi olan Lipetco’yu kurarak çözmeye çalıştı.
DEVLETLEŞTİRME SÜRECİ
Emperyalist müdahalelere ve monarşik rejimlere bir tepki olarak gelişen Arap milliyetçi rüzgarlarının en sert estiği Mısır’daki Nasır hükümeti ideolojik bir takipçisini Libya’da, 1969’da Kral İdris’i askeri darbeyle deviren Muammer Kaddafi’de buldu. Arap milliyetçiliği ve ulusal çıkarları korumak adına Nasır tarafından ilk olarak Mısır’da kurulan Arap Sosyalist Birliği daha sonra Irak (1964-68), Suriye (1973’ten beri) ve Libya’da (1971-77) örgütlendi. Birlik ulusal çıkarların bağımsızlığını korumak doğrultusunda ekonomik gelişmeyi ve kalkınmayı hedefliyordu ve uluslararası planda kendisine tutunacak bir yer bulma çabası içindeydi.
Libya’da 1971-74 arası petrol arama ve üretim lisanslarının yüzde 51’i devletleştirildi, petrolün önceden belirlenmiş fiyatı OPEC direktifleri doğrultusunda varil başına 3.45 dolardan 15.076 dolara çıkartıldı. Tekellerin bölgeye yönelik ilgilerinin artmasına rağmen rezerv araştırma ve üretiminde yaşanan düşüşe karşı Keşif-Üretim Paylaşım Sözleşmeleri’ni (EPSA-I) devreye sokuldu. Bu program hükümetin finansal gücünün yetmediği rezerv keşif ve petrol üretim projelerini Pan American şirketine iade ederek tasarruf etmeyi hedefliyordu. Arap-İsrail savaşının ardından petrol fiyatında yaşanan dalgalanmalar, 1981’de tüm petrol şirketlerinin devletleştirilmesi sonucu Amerika’nın uyguladığı ambargo ve Libya petrolüne yönelik talebin düşüşü sonucunda petrolün fiyatı geriledi ve ilk defa Occidental şirketine özel üretim lisansı satılarak yabancı özel bir şirketin lisans sahibi olmasına izin verildi. Yeni rezervlerin keşfiyle petrol politikasını revize eden Libya EPSA-II projesiyle Bulgaristan ve Romanya devlet petrol şirketleri, Sun Oil ve Coastal gibi bölgede yeni faaliyet gösterecek olan şirketlere kapılarını açtı. 1988 sonunda İran-Irak savaşının patlak vermesiyle birlikte petrol fiyatlarının varil başına 12 dolardan 18 dolara fırlamasıyla üretim kapasitesini günde 19.5 milyon varile arttırmak amacıyla EPSA-III projesi yürürlüğe kondu.
YENİ KADDAFİ Mİ GELECEK?
ABD emperyalist güçlerin mart 2003’te Irak’ı işgal etmesinden yaklaşık bir ay sonra Kaddafi uluslararası tekellerle arasını düzeltmek ve daha ılımlı bir petrol politikası izlemek için EPSA-IV projesini başlattı. Kaddafi’nin devrilmesine kadar süren bu dönemde Libya petrolleri dünya petrol spot piyasasına ve uluslararası ihale satış sistemine açıldı. Petrol keşif ve üretim anlaşmaları birbirinden ayrılarak saha ve keşif çalışmaları serbestleştirildi ve petrol yatırımlarına ivme kazandırdı. Arap halk ayaklanmalarının en şiddetli vuku bulduğu Libya’da Kaddafi’nin tasfiye edilmesiyle emperyalist güçlerin ilk aşamada özel mülkiyetin tam serbestliğini, petrol üretim haklarının uluslararası serbest piyasa kurallarına göre şekillendireceğini tahmin etmek güç değil.
Her ne kadar Kaddafi rejimi ideolojik köken itibariyle ulusal çıkarları emperyalist müdahalelere karşı koruma iddiasında olsa da, Libya’yı 70’lerden bugüne uluslararası kapitalist ekonomik konjonktürün bir parçası haline getirmekten hiçbir zaman geri durmadı. 2003-2011 arası ekonominin serbest piyasa modeline yeniden şekillendirilmesi rejimin kendi iç çelişkilerinin sadece bir uzantısı. Libya halkının dile getirdiği öfke emperyalist güçlerin saldırılarına ve Kaddafi rejiminin zulmüne karşıdır. Keza halkın Kaddafi’ye karşı yükselen haklı tepkisi bu saldırıların ve zulmün siyasi-iktisadi köken ve nedenlerini hedef almadıkça yeni bir Kaddafi rejiminin oluşmasının önüne geçilemeyecektir.
Evrensel'i Takip Et