8 Kasım 2003 22:00
'Mutlu son' mutsuzluğu
Popüler kültür dünyasından bir yıldız daha kayıp gidiyor; Asmalı Konak. Televizyonlarda büyük izlenme oranlarına ulaşan; "her kesimden insanın beğendiği dizi" olarak sunulan Asmalı Konak, başladığı yerde, New York'ta bitti. Dizinin sonu olarak çekilen sinema filmi, ne izleyicinin ve medyanın gözünde ne de gişede tatmin edici olmadı. Kimseyi memnun etmeyen film, 3 milyonu aşan rekoru kırma iddasını da ilk günlerde yitirdi. Kaç kişinin izlediğini belirten duyuruları dahi gazete ilanlarında görmek mümkün değil artık.
Peki ne oldu da; televizyon başında "herkesin övgüsüne mazhar" olan dizi, sinema filmine dönüşünce bu kadar büyük tepki ile karşılaştı; aylarca tantanası yapılan "büyük prodüksiyon" fiyaskoyla sonuçlandı. Başladığı günden beri üzerine "derin" sosyolojik tahliller yapılan "Asmalı Konak", hakkındaki pek çok olumsuz eleştiriye rağmen izleyicisini son bölümüne kadar korumayı ve gündemde kalmayı başardı. Histerik bir aşk; nevrotik bir ruh hali; birbirine 'şiddet' ile bağlı bir çift; kıskançlık ile biçimlenen aşk üçgenleri, dörtgenleri miydi Asmalı Konak'ı izlenir kılan? Seymen Ağa'nın maçoluğu; Bahar'ın git-gellerle dolu yaşamı mı yoksa?
Zengin bir ailenin bu tür yaşamlarını anlatan "sabun köpüğü" bir dizinin, Asmalı Konak'ın yakaladığı izlenme oranını yakalaması mümkün değil elbette. Dizi ile film arasındaki biçimden karakterlere uzanan "derin farklılık"ları aktarmanın da tek başına sorunu açıklaması mümkün değil.
Geri olana dönüş Bugünlerde tekrar bölümleri ve sinemada giderek düşen izleyici sayısı ile son demlerini yaşayan Asmalı Konak'a, taa en başından bakmakta fayda var. Çünkü, karakterlerinin özellikleri bir bölümde aniden değişebilen, izleyici oranlarına göre konunun biçimlendiği bir diziydi Asmalı Konak. New York'ta başladığı andan son anına kadar, izleyicinin kendini bulabileceği, kendi yaşamından bir öykü olmadı Asmalı Konak. Kriz günlerinin ardından gelen "uzaklaşma" duygusu üzerinde biçimlendi ve "kırsal"a "geri"ye, "feodal olan"a dönüş özlemlerine seslendi. Karısına döve döve tecavüz eden adamın "büyük aşık" sayılması gibi iğrençlikler ya da çekirdek aile yerine büyük aile olarak yaşamanın erdem olarak sunulduğu gerilikler; ve elbette asıl çatışmaların aslında "mal mülk" üzerinde biçimlendiğini gizlemeye dönük duygusal açılımlar ile hep "kabul edilemez yanlışları" yeniden yeniden doğru diye sundu Asmalı Konak. Asmalı Konak'ta izleyicinin kendi yaşamına yakın gördüğü "evin emekçileri" de başından beri bir yanılsamadan ibaretti.
Emekçiler yok oldu! "Mutfak sahnelerini seviyorum" yorumları, dizinin mizahı orada olduğu için olsa gerek, sıkça dillendirilir oldu. Oysa, evin emekçileri ilk bölümlerde çizdikleri "çıkarcı", "hane halkına düşman", "dedikoducu", "ahlaksız" vb.. portrelerle Asmalı Konak'ın kaosunun önemli bir parçasıydılar. Bölümler ilerledikçe, Bekir Kirve karısının gözü önünde Dicle'ye asılmaktan vazgeçti; Dicle'nin şeytani planları son buldu; ev emekçilerinin kendi aralarındaki kavgalar barışa dönüştü, Karadağlar'a büyük öfke duyan "solcu yanaşma" Salih bile sınıf atlayarak içgüveysi statüsüne yükseldi. Seymen Ağa'ya suikasta varan bu "olumsuz" tutumlar, yerini her nedense "20 kişilik ailenin parçası" olan emekçilere bıraktı. Hep birlikte gülen, hep birlikte ağlayan bir büyük aile vardı Asmalı Konak'ta. Biri patron, diğeri işçi değilmiş gibi! Giderek kendi kişiliklerini yitiren ev emekçileri, sonunda yok oldular! Evet, evin emekçileri sinema filminde kelimenin tam anlamıyla yok oldular. Bekir Kirve dışındaki tüm ev ahalisinin tek rolü, New York'tan gelen kötü haberle ağlamak; iyi haberle mutluluktan dans etmekten ibaretti. Doğru dürüst diyalogları yoktu, ya müzik eşliğinde dans ediyorlar ya da hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı...
Aşk ve insancıklar Dizi başladığı yere New York'a dönmüştü, sinema filminde... Dizinin "halkın içinden olan karakterleri"nden New York'a giden sadece Türkçesi bozuk taşra tüccarı Ali Bey ve büyük sadakati ile takdir toplayan Bekir Kirve'ydi. Onlar da Çin mahallesindeki striptiz kulüplerinde, hiç de alışıldık kimliklerini taşımıyorlardı doğrusu. Çatısında yüzme havusu olan daireden tutun da sürekli bir "depresyon" halinde akan hikâyeye kadar Kapadokya'nın Asmalı Konak'ından farklı bir seyir izledi sinema filmi. Dizide çatışmaların üzeri aşk gibi duygusal yaklaşımlarla gizleniyordu ya; sinema filminde ortada hiçbir çatışma yoktu. New York'ta canla başla Seymen'i bulmaya; Bahar'ı hayata döndürmeye çalışan; Kapadokya'da da onlardan haber bekleyen "insancık"lar vardı.
Ve mutlu son... Dizinin neden çok izlendiği ve hangi özlemlere hitap ettiği "sosyolojik bir vaka" olarak çokca tartışılmasına rağmen, yapımcılar bambaşka bir rota çizmişler filmde. Öyle ya, izleyici "histerik bir aşkı" ve "sağlıksız ruh halleri"ni bile bu kadar sevdiyse, hikâyeyi tamamen aşk üzerine kurmak, sonunu da mutlu bağlamak gerekir! Aşklarının büyüklüğü, iki insanı yeniden hayata döndürür ve mutlu son! Kalanı da bu mutlu son için didinir durur. "Asmalı Konak-Hayat" bundan ibaret kaldı. "Halk mutlu son istiyor!" diyen Televole kışkırtması tartışmalardan mı böyle karar verildi; yoksa sündüre sündüre uzatılan hikâyeden çıksa çıksa bu mu çıkar dı bilinmez... Ama, 2003 Türkiyesi'nde "Neden Asmalı Konak dizisi bu kadar çok izlendi?" sorusu hâlâ tartışma götürür. Kentleri geri kültürel yaşam biçimlerine teslim olmuş; en büyük kentinde "Ben Kentliyim" projesi ile kentlilik bilinci dağıtılan; yoksul mahallelerinde "umutsuzluk" ile gericiliğin yaygınlaştığı bir ülkede; popüler kültürün hangi nesnesi böylesi büyük etki bırakabilirdi ki! "Mutlu son olsun" isteği, insanların kendilerinin mutlu olma isteğinin özeti değil midir biraz da... Öyleyse, "Asmalı Konak-Hayat"ı niye kimse beğenmedi dersiniz?
Geri olana dönüş Bugünlerde tekrar bölümleri ve sinemada giderek düşen izleyici sayısı ile son demlerini yaşayan Asmalı Konak'a, taa en başından bakmakta fayda var. Çünkü, karakterlerinin özellikleri bir bölümde aniden değişebilen, izleyici oranlarına göre konunun biçimlendiği bir diziydi Asmalı Konak. New York'ta başladığı andan son anına kadar, izleyicinin kendini bulabileceği, kendi yaşamından bir öykü olmadı Asmalı Konak. Kriz günlerinin ardından gelen "uzaklaşma" duygusu üzerinde biçimlendi ve "kırsal"a "geri"ye, "feodal olan"a dönüş özlemlerine seslendi. Karısına döve döve tecavüz eden adamın "büyük aşık" sayılması gibi iğrençlikler ya da çekirdek aile yerine büyük aile olarak yaşamanın erdem olarak sunulduğu gerilikler; ve elbette asıl çatışmaların aslında "mal mülk" üzerinde biçimlendiğini gizlemeye dönük duygusal açılımlar ile hep "kabul edilemez yanlışları" yeniden yeniden doğru diye sundu Asmalı Konak. Asmalı Konak'ta izleyicinin kendi yaşamına yakın gördüğü "evin emekçileri" de başından beri bir yanılsamadan ibaretti.
Emekçiler yok oldu! "Mutfak sahnelerini seviyorum" yorumları, dizinin mizahı orada olduğu için olsa gerek, sıkça dillendirilir oldu. Oysa, evin emekçileri ilk bölümlerde çizdikleri "çıkarcı", "hane halkına düşman", "dedikoducu", "ahlaksız" vb.. portrelerle Asmalı Konak'ın kaosunun önemli bir parçasıydılar. Bölümler ilerledikçe, Bekir Kirve karısının gözü önünde Dicle'ye asılmaktan vazgeçti; Dicle'nin şeytani planları son buldu; ev emekçilerinin kendi aralarındaki kavgalar barışa dönüştü, Karadağlar'a büyük öfke duyan "solcu yanaşma" Salih bile sınıf atlayarak içgüveysi statüsüne yükseldi. Seymen Ağa'ya suikasta varan bu "olumsuz" tutumlar, yerini her nedense "20 kişilik ailenin parçası" olan emekçilere bıraktı. Hep birlikte gülen, hep birlikte ağlayan bir büyük aile vardı Asmalı Konak'ta. Biri patron, diğeri işçi değilmiş gibi! Giderek kendi kişiliklerini yitiren ev emekçileri, sonunda yok oldular! Evet, evin emekçileri sinema filminde kelimenin tam anlamıyla yok oldular. Bekir Kirve dışındaki tüm ev ahalisinin tek rolü, New York'tan gelen kötü haberle ağlamak; iyi haberle mutluluktan dans etmekten ibaretti. Doğru dürüst diyalogları yoktu, ya müzik eşliğinde dans ediyorlar ya da hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı...
Aşk ve insancıklar Dizi başladığı yere New York'a dönmüştü, sinema filminde... Dizinin "halkın içinden olan karakterleri"nden New York'a giden sadece Türkçesi bozuk taşra tüccarı Ali Bey ve büyük sadakati ile takdir toplayan Bekir Kirve'ydi. Onlar da Çin mahallesindeki striptiz kulüplerinde, hiç de alışıldık kimliklerini taşımıyorlardı doğrusu. Çatısında yüzme havusu olan daireden tutun da sürekli bir "depresyon" halinde akan hikâyeye kadar Kapadokya'nın Asmalı Konak'ından farklı bir seyir izledi sinema filmi. Dizide çatışmaların üzeri aşk gibi duygusal yaklaşımlarla gizleniyordu ya; sinema filminde ortada hiçbir çatışma yoktu. New York'ta canla başla Seymen'i bulmaya; Bahar'ı hayata döndürmeye çalışan; Kapadokya'da da onlardan haber bekleyen "insancık"lar vardı.
Ve mutlu son... Dizinin neden çok izlendiği ve hangi özlemlere hitap ettiği "sosyolojik bir vaka" olarak çokca tartışılmasına rağmen, yapımcılar bambaşka bir rota çizmişler filmde. Öyle ya, izleyici "histerik bir aşkı" ve "sağlıksız ruh halleri"ni bile bu kadar sevdiyse, hikâyeyi tamamen aşk üzerine kurmak, sonunu da mutlu bağlamak gerekir! Aşklarının büyüklüğü, iki insanı yeniden hayata döndürür ve mutlu son! Kalanı da bu mutlu son için didinir durur. "Asmalı Konak-Hayat" bundan ibaret kaldı. "Halk mutlu son istiyor!" diyen Televole kışkırtması tartışmalardan mı böyle karar verildi; yoksa sündüre sündüre uzatılan hikâyeden çıksa çıksa bu mu çıkar dı bilinmez... Ama, 2003 Türkiyesi'nde "Neden Asmalı Konak dizisi bu kadar çok izlendi?" sorusu hâlâ tartışma götürür. Kentleri geri kültürel yaşam biçimlerine teslim olmuş; en büyük kentinde "Ben Kentliyim" projesi ile kentlilik bilinci dağıtılan; yoksul mahallelerinde "umutsuzluk" ile gericiliğin yaygınlaştığı bir ülkede; popüler kültürün hangi nesnesi böylesi büyük etki bırakabilirdi ki! "Mutlu son olsun" isteği, insanların kendilerinin mutlu olma isteğinin özeti değil midir biraz da... Öyleyse, "Asmalı Konak-Hayat"ı niye kimse beğenmedi dersiniz?
Evrensel'i Takip Et