15 Aralık 2002 22:00

Ağar'ın önlenemez yükselişi

DYP'de Ağar devri başladı. Rakiplerini ezici çoğunlukla geçerek DYP'nin yeni Genel Başkanı seçilen Ağar, kongre boyunca derin devleti ve Susurluk'u savundu.

Paylaş
Rakiplerini büyük farkla geride bırakarak DYP Genel Başkanlığı'na seçilen Mehmet Ağar, kongre konuşmalarında 'derin devleti' savundu. 'Susurluk ilişkileri' nedeniyle hakkında fezleke hazırlanan Ağar, dokunulmazlık zırhı nedeniyle halen yargı önüne çıkmadı. 'Aile mesleği' olan polislikte büyük bir hızla yükselen Ağar'ın müdürlük görevlerinde bulunduğu dönemlerde gözaltında işkence, kayıp ve faili meçhul cinayet olaylarında artış gözlendi. Ağar, bu olayları "devletin geri çekilmeme iradesi" diye tanımladı. Tansu Çiller'in gözyaşları içinde terk ettiği koltuğa oturan Ağar, 1951'de doğdu. Babası emniyet müdürü olan Ağar, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Emniyet Genel Müdürlüğü bursu ile okudu. 1972'de mezun olduktan sonra polisliği seçerek, çeşitli emniyet birimlerinde görev yapan Ağar, 1980 yılı başında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdür Muavinliği, 1981 Mayısı'nda Asayiş Şube Müdürlüğü, ardından da Terör ve Asayişten Sorumlu Emniyet Müdür Muavinliği yaptı. 12 Eylül darbesine denk gelen bu dönemde, İstanbul'da emekçi, öğrenci ve aydınıyla binlerce kişi gözaltında işkenceden geçiriliyordu. Mehmet Ağar'ın 'kişisel kariyerindeki' yükselişi de, özellikle böyle dönemlerde dikkat çekti. 1988'de Ankara Emniyet Müdürü olan Ağar, 2'şer yıl arayla İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne ve Erzurum Valiliği'ne geçti. Hemen ardından da, onun Susurluk Skandalı'yla ortaya serilen ilişkilerin ön planına geçmesine sebep olan Emniyet Genel Müdürlüğü koltuğuna oturdu. Ağar, Susurluk tartışmaları sırasında, "devletin bekaası için bin operasyon yaptığını" açıkça dile getirmekten çekinmedi.

Erzurum Valisiyken Ağar, Erzurum Valisi olduğu dönemde, Bahçelievler katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı'nın nikah şahitliğini yaparak, herkese meydan okudu. Ağar'ın Emniyet Genel Müdürlüğü 24 Aralık 1995 seçimlerinde DYP'den Elazığ Milletvekili seçilmesine kadar sürerken, bu dönemde insan hakları ihlalleri büyük boyutlara tırmandı. Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde bizzat kendisinin yönettiği operasyonla Meclis ablukaya alınarak, DEP milletvekilleri, Meclis'ten yakapaça gözaltına alınarak işkenceye götürüldü.

Çatlı'nın ruhsatında Ağar imzası Ağar, milletvekili olarak Meclis'e gitmesinin ardından patlak veren Susurluk'a da sahip çıktı. Susurluk olayının hemen ardından, "Susurluk kazası"nda ölen polis memuru Hüseyin Kocadağ'a sahip çıkan Ağar, Kocadağ'ın Abdullah Çatlı'yı teslim etmeye götürdüğünü savundu. O dönemde Ağar'la ilgili MİT raporlarında, "Ağar tarafından verilen yeşil pasaportlar ve silah taşıma belgeleriyle özel bir örgüt kurulduğu ve adam kaçırmadan, uyuşturucu kaçakçılığına kadar birçok kirli işlere bulaştığı" ileri sürüldü. Susurluk kazasının ardından Çatlı'nın üzerinden çıkan silah taşıma ruhsatının altında Ağar'ın imzasının olduğunu tespit etti. Aralık 1997'de yargılanan Ağar, "kayıp silahlar" konusunda da "devlet sırrı" diyerek açıklamada bulunmadı. Çiller hükümetinde Adalet ve İçişleri Bakanlığı'da yapan Ağar, Çiller'le yollarının ayrılmasının ardından iki kez üst üste Elazığ'dan bağımsız milletvekili seçildi. DYP'nin barajın altında kalması ve Çiller'e "yolun gözükmesi"nin ardından DYP'ye çağrılan Ağar, son seçimde oy bile vermediği DYP'nin Genel Başkanlığı'na getirildi.

Derin devlet savunusu Kongredeki konuşmasında, "geri çekilmeme iradesi" olarak tanımladığı derin devlete sahip çıkan Ağar, Türk Devletinin Osmanlı'dan sonra en son Musul ve Kerkük'ten geri çekildiğini, o günden sonra da bir daha geri çekilmeme iradesinin oluştuğunu ileri sürdü. "Biz bu iradeye derin devlet iradesi diyoruz" diyen Ağar, derin devleti, "devletin derinliklerinde değil, milletin şuurunda" olduğunu savundu. Hakkında Susurluk fezlekesi bulunan Ağar, 3 Kasım'da Susurluk'ta trafik kazasıyla ortaya çıkan "polis-mafya-siyasetçi" ilişkisiyle adlandırılan Susurluk'a sahip çıktı. Ağar, "3 Kasım 1996'da bir trafik kazasıyla devletin meşru müdafaası lekelenmeye çalışıldı. Vatanın bütünlüğünü savunanlar, vatan hainleriyle aynı kefeye konuldu" dedi. O dönemde herkes susarken kendisinin susmadığını anlatan Ağar, "3 yıl sürdürülen ve zaferle sonuçlanan terör mücadelesinde siyasi sorumluluk sahipleri sorumluluk üstlenmedi. Zaferi bile sahiplenmediler." diyerek, binlerce karanlık olay ve ilişkiyi sahiplendi.


DYP'DE AĞAR'LI DÖNEM 3 Kasım seçimlerinde baraja gömülen DYP'de, yenilginin sorumluluğu Tansu Çiller'e yıkılırken, Genel Başkanlığa son seçimde oyunu bile DYP'ye vermemiş Mehmet Ağar seçildi. Başkanlığa 12 kişinin aday olduğu kongrede, adaylardan 7'si çekilirken, seçimlere Mehmet Ağar, İlhan Kesici, Ufuk Söylemez, Dursun Atabek, Şaban Yiğit ve Hasan Subaşı katıldı. Şeçimin ilk turunda rakiplerini ezen Ağar, geçerli 1104 oyun 815'ini alarak DYP'nin başkanı oldu. Çiller'in desteklediği İlhan Kesici 227, Hasan Subaşı 47, Ufuk Söylemez 14, Dursun Atabek de 1 oy aldı. Şaban Yiğit'e ise oy çıkmadı. Seçimlerin ardından teşekkür konuşması yapan Ağar, görevini "tertemiz" ve "haysiyetli" yapacağını, zamanı geldiğinde bayrağı aynı "temizlikle" başkasına devredeceğini savundu.

Delegeden Susurluk'a destek İstanbul delegesi Neşet Yılmaz'ın Susurluk'u savunan konuşması ise dikkat çekti. "Susurluk benim için artıdır" diyen Yılmaz, "derin devlet"i de "benim dediğim doğrudur diyen, milletin dediğinin olmaması için direnen zihniyet" olarak tanımladı. Ağar'ın milletin içinden geldiğini ileri süren Yılmaz, "ABD'nin Irak'ta kendine hizmet eden Irak'lıya bile sahip çıktığını, Türkiye'de ise devletine, milletine sahip çıkanların cezalandırıldığını, cezalandırma devam ettikçe milletine, vatanına sahip çıkacak kimsenin kalmayacağını" savundu. Konuşmaların ardından seçimlere geçildi.

Yeni yönetim Mehmet Ağar'ın genel başkanlığa seçildiği DYP'nin 7. Olağan Büyük Kongresi'nde 40 kişilik Genel İdare Kurulu (GİK) belirlendi. Tek liste ile gidilen GİK seçimleri sonucunda başkan adaylarından Hasan Subaşı ile DTP eski Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar da yönetime girdi. GİK şu isimlerden oluştu; Bekir Sami Dace, Nüzhet Kandemir, Nevzat Ercan, Kamil Turan, Ali Rıza Gönül, Hasan Subaşı, Kemal Kabataş, Reha Çamuroğlu, Mahmut Bilgiç, Mehmet Ali Bayar, Ahmet İyimaya, Oğuz Tezmen, Bilal Güngör, Saffet Kaya, Feza Gülfidan, Salim Ensarioğlu, Hayri Kozakcıoğlu, Aykut Kuranel, Celal Adan, Bahattin Şeker, İlhan Parseker, Ümran Akkan, Yıldırım Ulupınar, Serhan Yücel, Mehmet Gözlükaya, İbrahim Konukoğlu, Saffet Arıkan Bedük, Fadıl Ünver, Mümtaz Yavuz, Turhan Toyan, Veysi Şahin, Nevfel Şahin, Ali Uzun, İlyas Yılmazyıldız, Ayla Özbek, Sabahattin Karakele, Gönül Gürsoy, Zekeriray Er, Ramazan Gül ve Cevher Cevheri. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


YÖK'e karşı kesintisiz mücadeleMehmet Aslanoğlu Dicle Üniversitesi öğrencileri, "Üniversitemi İstiyorum" kampanyası çerçevesinde YÖK Yasa Tasarısı'na karşı hazırladıkları taleplerini içeren dilekçeleri, tasarı görüşülmeden TBMM'ye sunacak. Üniversitemi İstiyorum İnsiyatifi'nden Biyoyoji 3. sınıf öğrencisi Müslüm Aslansoy, Elektrik Elektronik Mühendisliği 4. sınf öğrencisi Şeyhmus Uygun, Muhasebe Bölümü 2. sınıf öğrencisi İsmail Başçı ve Fizik bölümü 3. sınıf öğrencisi Gökhan Genç, konu ile ilgili sorularımızı yanıtladılar. Öğrenciler, amaçlarının YÖK zihniyetine karşı verilen mücadeleyi 6 Kasım protestolarından kurtarıp tüm yıla yaymak olduğunu ifade ettiler. - Dicle Üniversitesi'nde ne tür sorunlar yaşıyorsunuz? İsmail: 12 Eylül darbesinin öncesinde üniversitelerde halkın sorunlarını dile getiren, sistemi sorgulayan bir üniversite genci profili vardı. Askeri darbeyle getirilen YÖK ile birlikte sistemi sorgulamanın önüne geçildi. Şimdi öğenciler, bırakın halkın sorunlarını dile getirmeyi kendi sorunlarını bile dile getiremez duruma geldi. Minibüs zamlarını protesto etmek istediğimizde bile polis baskısıyla karşılaştık. YÖK ve üniversiteler öğrencinin yapısını gözönünde bulundurmuyor. Öğrenciden istenen harçlar aileler tarafından karşılanamıyor. Üniversitelerde öğrendiğimiz bilgi de bilimsel değil. Eğer bu sistemin yetiştirdiği bir profosör Kürtlerin "kart-kurt"tan geldiği tezini geliştirebiliyorsa bu bilginin ne kadar bilimsel olduğu tartışılır elbette. YÖK, öğrencileri sistemin bir parçası olmaya zorluyor. Üniversite öğrencisi sistemin bir parçası değil sistemin bizzat sorgulayıcısı ve halkının sorunlarına duyarlı olmalıdır. Şeyhmus: Yemekhanemizde yemek fiyatları 1 buçuk milyon lira. Aynı şekilde ulaşımda pahalı. Kantinlerimiz yeterli değil. Koskoca üniversitede ihtiyaca cevap verecek bir kütüphane yok, laboratuvar yok. - YÖK Yasa Tasarısı'na neden karşısınız? Gökhan: Sözde üniversiteleri bilimsel, demokratik özerk bir yapıya kavuşturmak için geçen yıl meclise bir yasa tasarısı sunuldu. Bu tasarı şimdi TBMM alt komisyonlarında bekletiliyor. 24 Aralık''ta da görüşülecek. Bu tasarı, hazırlayıcılarının savunduğu gibi üniversiteleri bilime demokratik ve özerk bir yapıya kavuşturmayacak. Tam tersine üniversitelerin içeriğini boşaltıp bilim kapı dışarı edilecek. Bilim kapı dışarı edilirken emekçi çocukları da kapı dışarı edilecek. Bu tasarının yasalaşması halinde biz yoksul ve dar gelirli aile çocukları üniversiteye devam edemez hale geleceğiz. Buda bir geleceksizlik ve işsizlik demek. - Bu tasarı bölge üniversitelerini nasıl etkileyecek? Gökhan: YÖK'ün yaptırımlarına bağlı olarak batıdaki üniversiteler ile doğudaki üniversiteler arasında büyük uçurum var, ayrılan kaynaklar bakımından. Bölgenin %70-80'ini işsiz. Üniversitelerde okuyan öğrencilerin aileleri şu anki eğitim masraflarını karşılamakta güçlük çekiyor. Bu tasarı meclisten geçerse örneğin tıp fakültelerini kazanan öğrenciler 6 milyar liraya yakın harç ödeyecekler. Özerkleştirme adı altında üniversitenin kaynak sorunu öğrencilerin sırtına binecek. Bölgeye yatırım yapmayan sermayenin bögedeki üniversitelere yatırım yapmayacağı ortada.

- İnsiyatif olarak ne tür faaliyetler yürütüyor sunuz? Müslüm: Biz öğrencilerden taleplerimizi içeren dilekçeler toplayarak 23 Aralık'ta bir dosya ile birlikte meclise sunacağız. Şuan öğrencilere bu dilekçeleri ulaştırmış bulunuyoruz. YÖK'ün yapısının değiştirilip sadece Üniversiteler Arası Koordinasyon Kurulu'na dönüştürülmesini istiyoruz. YÖK'ün artık türbanla, saçla, sakalla, bıyıkla uğraşmak yerine bilime hizmet etmesini istiyoruz. YÖK özel ünversitelere büyük ekonomik paylar ayırırken devlet üniversitelerine bütçe ayırmıyor. Devlet üniversitelerine daha fazla kaynak aktarılmasını, eğitim hakkının genelleşmesini, devlet üniversitelerinin vakıf üniversitelerine dönüştürülmesinden vazgeçilmesini, bilimsel, çok dilli eğitim gibi taleplerimizi TBMM'ye sunacağız. Şeyhmus: Oluşturduğumuz insiyatif sadece tasarının meclisten geçmesini engellemeye yönelik bir insiyatif değildir. Biz YÖK zihniyetinin değişmesini istiyoruz. Bizler çoğu zaman polislerle aynı koridorlarda dolaşıyoruz. Bu psikolojimizi bozuyor. Polislerin artık kampüs sınırları dışına çıkması gerekiyor. Öğrencilerden korkulmamalı, bu genç beyinler halkın çıkarına işletilmeli, kullanılmalı, yaratıcılığı körelten değil bunu kışkırtan bir ortamın geliştirilmesi gerekiyor. Türban ve anadil talepleriyle hak arayışına giren öğrenci arkadaşlarımız soruşturmalara uğradılar, okullarından atıldılar. Bu soruşturma ve cezaların biran önce geri alınması gerekiyor. Melcis bu konuda bir af çıkarmalı. YÖK öğrencilerin kültürüyle, diliyle, kıyafetiyle uğraşmak yerine bu beyinlerden nasıl faydalanacağına kafa yormalı. Üniversitelerde verilen eğitim ezberci bir yapıdan kurtarılarak öğrencinin aktif katılabileceği bilimsel bir eğitim yapısına kavuşturulmalı. Bizim amacımız 5-6 bin dilekçe toplamak değil. YÖK zihniyetini tartıştırmaktır. Topu YÖK'e atarak öğrenci olmaktan kaynaklı sorumluluklarımızı unutmayalım. Derslerimize daha aktif katılalım. Hocalarımızla ileşitimi iyi kuralım. Çatışma yerine birlikte bilim üretelim. Geliştirdiğimiz İnsiyatifin bir tüzel kişiliği yok ama tamamen yasal bir oluşumdur. Biz bu süreçten sonra Öğrenci Temsilciler Kurulu'na işlerlik kazandırılması için başvuruda bulunacağız. Kantin, yemek, temizlik, ulaşım gibi sorunlarımızın çözümü için rertörlüğe dilekçeler vereceğiz. Bu sorunların giderilmesini talep edeceğiz. Üniversite yönetimiyle ortak neler yapabileceğimiz tartışacağız. Biz artık sadece 6 Kasımlarla sınırlı bir mücadele istemiyoruz. YÖK'ü nereye kadar değitirebileceğimizi tartışacağız, araştıracağız. Bu konuda etkinlikler düzenleyeceğiz. Gökhan: Biraz önce bölgesel eşitsizliklerden bahsettik. Dicle Üniversitesi 15 yıldır OHAL yönetimi altında eğitim veren bir üniversiteydi. Polisin rahatlıkla içeri girip öğrenciler hatta akedemisyenler üzerinde baskı geliştirdiği bir ortamda eğitim görüyoruz. YÖK'ün ve OHAL'in baskılarını, müdahalelerini bir arada yaşayan öğrenciler olarak bu dumu değiştirmek dana demokratik bir ortam yaratmak istiyoruz.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Üniversite mi, savcılık mı?Soner Eskidir Üniversitelerdeki sorunların başında okul yönetimlerinin "soruşturma silahı" geliyor. "Dilekçe vermek", "gürültü yapmak", "solcu öğrencilerle birlikte olmak", "şenlik düzenlemek", "afiş asmak", "rektörü protesto etmek", "Deniz Gezmiş'i anmak", "ideolojik halay çekmek" gibi eylemlerin hepsi birer soruşturma konusu oluyor. Bu olayların sürekli İstanbul Üniversitesi'nde (İÜ) patlak veriyor olması ise başka bir tartışma konusu. Başını Rektör Kemal Alemdaroğlu ve İÜ yöneticilerinin çektiği "soruşturma komisyonları" İstanbul Emniyet'i ile ortak çalışıyor. Birinin gözünden kaçanı, diğeri mutlaka görüp, tespit ediyor. Okulun içinde kendilerine üst edinmiş olan sivil polisler, okul içindeki mesailerinin dışında da boş durmuyor. "O basın açıklaması senin, bu protesto gösterisi, miting benim" diye gezip, "öğrenci avlıyor"lar.

'Uyumlu' işbirliği Dönemin başında İÜ'nün "devlet erkan"lı açılış töreninde rektör Kemal Alemdaroğlu'na, Avcılar Kampüsü'nde şenlik düzenledikleri için ceza alan arkadaşlarının akıbetlerinin ne olacağını soran öğrenciler, yine aynı emniyet güçleri tarafından yaka paça okul dışına atılmıştı. Bu durum üzerine vakit kaybetmeden işe koyulan okul yönetimi, protestocu 10 öğrenciye soruşturma açıp, birer ay ve birer yıl arasında değişen uzaklaştırma cezaları verdi. Emniyet de boş durmadı. Onlar da harekete geçip; "Bir soruşturma ve ceza da bizden olsun" misali, 18 öğrenciye "Gösteri yasasına muhalefet etmek, düzeni bozmak ve pankart açıp slogan atmak" suçlarından dava açtı. Aynı öğrenciler, kendilerini karga tulumba ve tartaklayarak dışarı atan polisler hakkında suç duyurusunda bulundular. Ancak bu duyuru kısa bir süre sonra takipsizlikle sonuçlandı.

Afiş tehdidi İÜ'nün "soruşturma silahı"dan çıkan kurşunlara hedef olan başka öğrenciler de var; okulun açılış şenliğinde bir siyasi partinin pankartını asmaktan haklarında soruşturma açılan öğrenciler. Öğrenciler bu konda ise fikir birliği yapmış durumda. "İsimlerimiz ezberlenmiş. Canları istediğinde, çekmeceden listeyi çıkartıp, 'İşte, bu sefer buna soruşturma açalım' diyorlar. Bize hem seçme hakkı tanıyorlar, hem de siyasi parti propagandası yapıyoruz diye soruşturma açıyorlar" diyor öğrenciler. Edebiyat Fakültesi"nde Felsefe öğrencisi olan Volkan Çetin, okul başladığı ilk gün, dekan tarafından tehdit edildiklerini anlatıyor: "Bizi yanına çağırıp; 'Eğer okula afiş asarsanız, çevvik kuvveti çağırıp sizi okuldan dışarı attırırım' dedi." Soruşturmaların, rektörlük tarafından bir silah olarak rahatlıkla kullanıldığını söyleyen Çetin, bundan sonra açılacak soruşturmalarda, ortak eylemlerle, tepki verilmesi gerektiği görüşünde.

Hocalarla birliktelik Arkeoloji Bölümü öğrencisi Ender Tangör, açılan soruşturmaların YÖK'ün hayata geçirmeye çalıştığı yeni tasarısının, bir uzantısı olduğunu belirtiyor. Bu duruma karşı, bütün öğrenci örgütleri bir araya gelip, Eğitim-Sen'i de olayın içine katarak, geniş bir kampanya örgütleme hedefinde. Çünkü, hocalarla birlikte hareketin güçlenebileceğini ve "tarafsız öğrenciler" denen kitlenin de ön yargılarının kırılabileceğini düşünüyorlar. Böylelikle, örgütlü mücadeleyle, YÖK'ün anti demokratik uygulamalarının son bulacağını anlatıyor Tangör. Tangör hakkında ise 2 ayrı soruşturma yürütülüyor okulda ve savcılıkta. Bir soruşturmasının tebligatında, "Fakülteye bağlı eklentiler ve muhtelif yerlere afiş, döviz ve pankart asmak" yazıyor. Yani kantinde oturan öğrencilerin, afişlerden rahatsız olduğu düşünülmüş!
ÖNCEKİ HABER

Toryum rezervi 384 bin ton

SONRAKİ HABER

YÖK'e karşı kesintisiz mücadele

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...