18 Ekim 2002 21:00

Yağmadan geriye kalanlar...

Halk arasında "Truva" olarak da bilinen Troya antik kenti, Türkiye'de ilk kez farklı müzelerden alınan eserlerle oluşturulan "Troya; Efsane ile Gerçek Arasında Bir kente Yolculuk" adlı sergiyle Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Çanakkale Müzesi ve Topkapı Sarayı'ndan seçilen eserlerden oluşan sergi, Anadolu uygarlığı olduğu artık kabul edilen Troya uygarlığını yakından tanımak için iyi bir fırsat sunuyor. Mitoloji ve arkeolojiyi bir arada veren sergi, ilk bölümünde hâlâ tartışılan kazı tarihçesini birbirinden ilginç belge ve fotoğraflarla izleyicilere sunuyor. Troya halkının günlük yaşamda kullandığı birçok malzeme ve süs eşyasından oluşan yaklaşık 150 eser ise serginin diğer bir bölümünü oluşturuyor. Homeros'un İlyada'sından dizelerin sergiyi gezerken size eşlik ettiği sergi mekânı, gizemli ışıklandırmasıyla Antik Troya'nın tüm büyüsünü içinizde hissettiriyor. 1998'de UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası kapsamına alınan Troya kentinin, dünya arkeoloji gündemine oturması, macera düşkünü bir amatör arkeoloğun, İlyada'ya konu olan bu antik kenti bulması ve hazinelerini yurtdışına kaçırmasıyla gerçekleşti.

Homeros'un toprakları Kimine göre modern arkeolojinin öncülerinden, kimine göre servetini savaştan yapmış bir mezar hırsızı olan Alman arkeolog Schliemann, Troya'yı bulan adam olarak tarihe geçecektir. 1870'te ilk kez bölgeye geldiğinde, Hisarlık tepesinde kazı yapmaya karar verir. Çalışmalarına başlamadan hemen önce yazdığı bir mektupta; "... önümüzdeki nisan ayında tüm Hisarlık tepesinin altını üstüne getirmeyi tasarlıyorum, çünkü orada Troya'nın kalesini bulacağımdan kesinlikle eminim." demektedir. Schliemann yanılmaz. Bir an önce Troya'ya ait olduğunu sandığı katmana ulaşmak için acele eden Schliemann, on metre derinliğe kadar iner ve İÖ 2000 yılından sonraya ait ne varsa tahrip eder. Schliemann'ın mantığı şudur; "Sonsuz bir zaman ve para harcamamak için hemen dibe inilmesi gerekir. O zaman aranan şey bulunur." Times dergisi bile onu "Troya'yı yıkan adam" olarak nitelemektedir. Troya yeniden günışığına çıkmanın bedelini ağır ödemiştir. Öte yandan onarılmaz hasarlara yol açan bu yöntem 19. yüzyıl arkeolojisinin yöntemidir. Schliamann 1873 yılında aradığı şeyi bulur: "Adamlarım yemek yiyip dinlenirken, hazineyi büyük bir bıçakla tek başıma çıkarttım. Bu çok zahmetli ve gerçekten tehlikeli bir işti, çünkü dibinde çalıştığım büyük sur her an üzerime yıkılabilirdi. Ama her biri bilim için paha biçilmez değer taşıyan bu kadar çok nesnenin karşısında, tehlikeyi umursamıyor, hatta bunu aklıma bile getirmiyordum. Bununla birlikte, bıçağımla sert zindanlarından birer birer serbest bıraktığım nesneleri o büyük şalına sarıp taşımak için hazır bekleyen sevgili eşimin yardımı olmasa, bu hazineyi asla çıkaramazdım."

Hazine kaçırıldı 'Priamos Hazinesi' adını verdiği buluntuları yasadışı yollardan Atina'ya taşıması bir skandala yol açar. Schliemann dava açılmasını engellemek için Osmanlı hükümetiyle anlaşır ve İstanbul'daki Müze-i Hümayun'a 40 bin altın frank bağışlar. Scheliemann 1878'de bölgede yeniden kazılara başladığında, Tercüman-ı Şark gazetesinde Şemsettin Sami bununla ilgili şu yorumu yapar; "İnşallah baron Schliemann bu sefer en değerli antik eserleri Atina'ya kaçımaz da, bizim müzemiz de bu ezerlerden faydalanabilir ." Schliemann'ın ölümünden sonra kazıları, daha bilimsel metodlarla Alman Arkeoloji Okulu'nun müdürü Wilhelm Dörpfeld 1893-1894'de iki yıl yürüttü. 38 yıl ara verilen kazılar 1932/38 yılları arasında ise ABD'li arkeolog Carl.W. Blengen başkanlığında yapıldı. 1938'de kazılara kapatılan bölge tam 50 yıl boyunca suskunluğa gömüldü.

Doğu ile Batı arasında Troya'nın arkeolojik önemi, Ege-Anadolu ve Güneybatı Avrupa arkeolojisindeki krolonojik problemlerin çözülmesinde kilit noktayı oluşturmasıdır. Çünkü 9 yerleşim katından oluşan beş bin yıllık kesintisiz bir tarih kesiti sunar. Troya bu niteliği ile yeryüzünde bilinen tek örnektir. Tübingen Üniversitesi'nden Prof. Dr. Manfred Korfmann başkanlığında 1988'den beri yürütülen kazılar, şimdiye kadar düşünülenden 10 kat büyük bir Troya'yı ve esas kentin dışında bir aşağı yerleşmenin varlığını ortaya çıkarmıştır. Korfmann'ın en büyük tezi Troya'nın, bütün evrelerinde Yunanlar ile ilişkili, ama Anadolulu bir kültür olduğu şeklinde. Ne olursa olsun, Troya, Doğu ile Batı'nın kavşak noktalarından birinde önemli bir uygarlığın beşiğidir. Sadece Grek-Romalılar değil pek çok Avrupa toplumu kendini Troyalıların halefi olarak gördü. Büyük İskender'in Asya seferine çıkarken burayı ziyaret ettirdiğini, Troya'ya olan ilginin Bizans döneminde de devam ettiği biliniyor. Fatih Sultan Mehmet'in kütüphanesinde el yazması İlyada vardı. Onun bu eseri bildiğini, Midilli seferine çıktığında Troya'yı ziyaret ettiğini biliyoruz. Serginin açılışına katılan Prof. Dr. Manfred Korfmann'a kazılara daha ne kadar devam edeceğini sorduğumuzda, çok iyi Türkçe'siyle şu cevabı veriyor; "Sen bana diyorsun ki 'Ne zaman öleceksin?' Ben beş yıl sonra emekli oluyorum. Ama kazılar benden sonra da devam edecek." Anlaşılan Troya kazılarının biteceği yok. Yurdışındaki eserlerin geri döneceği de... İyisi mi şimdilik elimizde olanlarla yetinin ve mutlaka sergiyi gezin.

Evrensel'i Takip Et