15 Eylül 1999 21:00
Sağlıkçılar MHP'li kadrolaşmaya tepkili
GÜNÜN YAZILARI
Sağlıkçılar MHP'li kadrolaşmaya tepkili
MHP'li Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un, eğitim hastanelerinin şef ve şef yardımcıları kadrosuna sınavsız olarak kendi yandaşlarını atamak amacıyla Tababet Uzmanlık Yönetmeliği'nde yaptığı değişik tartışma yarattı. Değişiklik, ilgili dalda Tababet Uzmanlık Tüzüğü hükümlerine göre uzman olup, profesör veya doçent ünvanına sahip bir kimsenin sınava girmeden şef veya şef yardımcılığına atanabilmesini öngörüyor.
İzmir Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı'nın 9 Eylül tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelik değişikliğinin, eğitim hastanelerinde siyasi kadrolaşmaya zemin hazırlayacağını belirterek, bu yönetmelik değişikliğinin iptali için Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a mektup gönderdi.
Bilimsel ölçütler dışlanıyor
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu adına Başkan Suat Kaptaner imzasıyla gönderilen mektupta, 1974'te yürürlüğe giren Tababet Uzmanlık Yönetmeliği'nin sınav maddelerinin bilimsel ölçüleri ve adalet duygularını zedelediği için Türk Tabipleri Birliği ve Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu'nun ısrarlı çabaları ile 1997 yılı Şubat ayında değiştirildiği, yeni sistemle, sınavların bilimsel ölçütlere uygun hale getirildiği belirtildi. Yeni sınav sistemiyle, 1998 yılının Mayıs ve Eylül aylarında sınavlar yapıldığı ve kazananların şeflik ve şef muavinliği kadrolarına atandığı belirtilen mektupta, şu görüşlere yer verildi: ''Bir yıldır boş kadrolar için sınav yapılmasını bekleyen hekimleri ilgilendiren yönetmelik değişikliğinin, haksız, hukuka aykırı, bilimsel ölçütleri dışlayan, siyasi yönlendirmelere açık bir yaklaşım olduğunu belirtmek zorundayız. Böyle bir yaklaşımın, sağlık sistemimize hiçbir katkısı olmayacağı çok açıktır. Uzmanlık eğitiminin yeniden siyasi hesaplara kurban edilmesini istemiyoruz. Hekim, kamuoyunun talebine kulak vererek, yönetmelik değişikliklerini iptal etmenizi, bilimin, adaletin ve hukukun gerektirdiği şekilde, sınavları gerçekleştirerek, hak eden meslektaşımızı, şeflik ve şef muavinliği kadrolarına atamak için gerekli girişimleri başlatmanızı talep ediyoruz.''
Kadrolaşma başlatıldı
CHP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Orhan Veli Yıldırım da, Sağlık Bakanı Durmuş'un bakanlığa atandığı günden başlayarak ırkçı ve şoven bir anlayışla bakanlığı MHP'li insanlarla işgal etmek için her yola başvurduğunu, kanun ve yasa tanımadığını söyledi. Yıldırım dün CHP Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, özellikle eğitim hizmeti de veren devlet hastanelerinde böylesi atamaların hastanelerin verimliliği açısından önemli olduğunu kaydetti. Yıldırım, Durmuş'un bugüne kadar 7 kişiyi haksız şekilde şef olarak atadığını, 70 kişilik kadro boşluğu bulunduğunu, bu kadrolar için sınavı kazanan ve yeni görevini bekleyenlere haksızlık yapıldığını söyledi.
Bu arada Türk Tabipleri Birliği'nin 9 Eylül 1999 tarihinde yürütmenin durdurulması ve yönetmelik değişikliğinin iptali için Danıştay'a dava açtığı öğrenildi. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Deprem ve insan-mekân ilişkisi
Özcan Bilir
17 Ağustos depremi, "artçı şoklar" ve İstanbul'un da üzerinde bulunduğu fay hattında kırılma beklentisi, mekân ile insan arasındaki o sıcak ilişkiyi soğuttu. Artık evlere "başımızın sokulduğu bir yuva" sıcaklığı ile bakılmıyor. İçeriden dışarıyı seyretmek, yerini, dışarıdan mekânı izlemeye bıraktı. Çünkü fay hattındaki hareket, 17 Ağustos depreminin yerle bir ettiği konutların görüntüsüyle birleşti ve bu, insanlarda büyük bir endişeye, korkuya neden oldu. "Yaşam ile ölüm arasında gidip gelme" duygusu, kesintisiz yaşanan en büyük deprem..
Doğanın hareketi spekülasyonlarla beslenince, doğal olarak insanlar "çıldırma süreci"ne girdi. "Ne zaman" merakı, beklentiye dönüştü... Bu durum psikolojik bir yıkıma neden olmaya başladı. Önceki gün CNN kaynak gösterilerek ortaya atılan "Deprem olacak" spekülasyonundaki gibi, "olacak" sözünün inandırıcı olduğu, "olmayacak" sözünün inandırıcı olmadığı, söylentilerin bir anda yayıldığı "sallantılı ortam"ı terk etmek, en çıkar yol olarak tercih ediliyor.
Oysa, 17 Ağustos depreminden sonra, bir aydır başta Kandilli Rasathanesi yetkilileri olmak üzere üniversitelerin ilgili birimleri açıklamalarda bulunuyor. İstanbul'un bir deprem potansiyeli taşıdığı, fakat olası depremin tarihinin saptanmasının mümkün olmadığı, bu kanaate geçmiş depremlerin periyotları üzerinden varıldığı, sözü edilen açıklamaların ortak paydası. Ancak, bilim insanlarının açıklamalarından çok hiçbir bilimsel değer taşımayan "fısıltılar" inandırıcı bulunuyor. Denilebilir ki, "kehanet" öteki deyişle "abuzambak" bilimin önüne geçti.
Bunda elbette, yine başta Kandilli Rasathanesi yetkilileri olmak üzere ilgili birimlerin açıklamalarında zaman zaman da olsa ortaya çıkan çelişkiler etkili oldu. Ama asıl neden, estirilen mistik hava. Çarpık ve çürük yapılaşmanın depreme teslim olması, insanın doğa karşısında tamamen çaresizliği olarak sunuluyor ve durum, "takdir-i ilahi" ile açıklanıyor. Siyasal İslamcılar depremi, "Allah'ın 28 Şubatçıları, Kuran kurslarını kapatanları cezalandırması" gibi absürd bir yaklaşımla yorumluyor örneğin. Oysa, enkaz altında kalanlar, ne Kuran kurslarını kapatanlar ne de 28 Şubat sürecini başlatanlar. Siyasal İslamcılar, deprem üzerinden siyasal rant sağlama sevdasındalar. Onun için estirdikleri rüzgâr ile mistisizmin yelkenlerini şişirmeyi hedefliyorlar. Bu tavırları aslında, laboratuvarda madde üzerinde deney yapıp sonuçlarını idealizmle açıklamaktan başka bir şey değil.
Başa dönersek, depremin mekân ile insan arasındaki o sıcak ilişkiyi soğuttuğu, "artçı şoklar"ın süreceğinin bilindiği bir dönemde, okulların öğrenime açılması ve ilk gün 5.8 şiddetinde bir sallantının yaşanması, öğrencilerin okulla ilişkilerinde de etkisinin kolay kolay silinemeyeceği tahribat yarattı. Okulların açılıp açılmaması tartışmalarının "artçı şoklar"ın sallantılarına karıştığı, hemen herkesin "Ne olacak" sorusunu sorduğu, bir türlü "sükûnet"in sağlanamadığı bir dönemde öğrenciler depremi okullarında yaşadılar. Yani sorun daha da büyüdü. "Erteleme kararı daha önce alınmalıydı" denilebilir. Haklı da olunabilir. Ancak bu, sorunu çözmez.
Şimdiden, ya okullar yeniden açıldığında, öğrenciler sınıflarına nasıl girecek; endişesiz, korkusuz nasıl ders işleyecek; "deprem" sendrumu nasıl aşılacak; mekân-insan ilişkisinde (özellikle çocuklar düşünüldüğünde) yeniden bir sıcaklık nasıl sağlanacak sorularına doğru yanıtlar aranıp gerekleri yerine getirilecek ya da "Zaman her şeyin ilacı" denilip beklenecek...
MHP'li Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un, eğitim hastanelerinin şef ve şef yardımcıları kadrosuna sınavsız olarak kendi yandaşlarını atamak amacıyla Tababet Uzmanlık Yönetmeliği'nde yaptığı değişik tartışma yarattı. Değişiklik, ilgili dalda Tababet Uzmanlık Tüzüğü hükümlerine göre uzman olup, profesör veya doçent ünvanına sahip bir kimsenin sınava girmeden şef veya şef yardımcılığına atanabilmesini öngörüyor.
İzmir Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı'nın 9 Eylül tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelik değişikliğinin, eğitim hastanelerinde siyasi kadrolaşmaya zemin hazırlayacağını belirterek, bu yönetmelik değişikliğinin iptali için Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a mektup gönderdi.
Bilimsel ölçütler dışlanıyor
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu adına Başkan Suat Kaptaner imzasıyla gönderilen mektupta, 1974'te yürürlüğe giren Tababet Uzmanlık Yönetmeliği'nin sınav maddelerinin bilimsel ölçüleri ve adalet duygularını zedelediği için Türk Tabipleri Birliği ve Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu'nun ısrarlı çabaları ile 1997 yılı Şubat ayında değiştirildiği, yeni sistemle, sınavların bilimsel ölçütlere uygun hale getirildiği belirtildi. Yeni sınav sistemiyle, 1998 yılının Mayıs ve Eylül aylarında sınavlar yapıldığı ve kazananların şeflik ve şef muavinliği kadrolarına atandığı belirtilen mektupta, şu görüşlere yer verildi: ''Bir yıldır boş kadrolar için sınav yapılmasını bekleyen hekimleri ilgilendiren yönetmelik değişikliğinin, haksız, hukuka aykırı, bilimsel ölçütleri dışlayan, siyasi yönlendirmelere açık bir yaklaşım olduğunu belirtmek zorundayız. Böyle bir yaklaşımın, sağlık sistemimize hiçbir katkısı olmayacağı çok açıktır. Uzmanlık eğitiminin yeniden siyasi hesaplara kurban edilmesini istemiyoruz. Hekim, kamuoyunun talebine kulak vererek, yönetmelik değişikliklerini iptal etmenizi, bilimin, adaletin ve hukukun gerektirdiği şekilde, sınavları gerçekleştirerek, hak eden meslektaşımızı, şeflik ve şef muavinliği kadrolarına atamak için gerekli girişimleri başlatmanızı talep ediyoruz.''
Kadrolaşma başlatıldı
CHP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Orhan Veli Yıldırım da, Sağlık Bakanı Durmuş'un bakanlığa atandığı günden başlayarak ırkçı ve şoven bir anlayışla bakanlığı MHP'li insanlarla işgal etmek için her yola başvurduğunu, kanun ve yasa tanımadığını söyledi. Yıldırım dün CHP Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, özellikle eğitim hizmeti de veren devlet hastanelerinde böylesi atamaların hastanelerin verimliliği açısından önemli olduğunu kaydetti. Yıldırım, Durmuş'un bugüne kadar 7 kişiyi haksız şekilde şef olarak atadığını, 70 kişilik kadro boşluğu bulunduğunu, bu kadrolar için sınavı kazanan ve yeni görevini bekleyenlere haksızlık yapıldığını söyledi.
Bu arada Türk Tabipleri Birliği'nin 9 Eylül 1999 tarihinde yürütmenin durdurulması ve yönetmelik değişikliğinin iptali için Danıştay'a dava açtığı öğrenildi. src=/resim/b1.gif width=5>



Deprem ve insan-mekân ilişkisi
Özcan Bilir
17 Ağustos depremi, "artçı şoklar" ve İstanbul'un da üzerinde bulunduğu fay hattında kırılma beklentisi, mekân ile insan arasındaki o sıcak ilişkiyi soğuttu. Artık evlere "başımızın sokulduğu bir yuva" sıcaklığı ile bakılmıyor. İçeriden dışarıyı seyretmek, yerini, dışarıdan mekânı izlemeye bıraktı. Çünkü fay hattındaki hareket, 17 Ağustos depreminin yerle bir ettiği konutların görüntüsüyle birleşti ve bu, insanlarda büyük bir endişeye, korkuya neden oldu. "Yaşam ile ölüm arasında gidip gelme" duygusu, kesintisiz yaşanan en büyük deprem..
Doğanın hareketi spekülasyonlarla beslenince, doğal olarak insanlar "çıldırma süreci"ne girdi. "Ne zaman" merakı, beklentiye dönüştü... Bu durum psikolojik bir yıkıma neden olmaya başladı. Önceki gün CNN kaynak gösterilerek ortaya atılan "Deprem olacak" spekülasyonundaki gibi, "olacak" sözünün inandırıcı olduğu, "olmayacak" sözünün inandırıcı olmadığı, söylentilerin bir anda yayıldığı "sallantılı ortam"ı terk etmek, en çıkar yol olarak tercih ediliyor.
Oysa, 17 Ağustos depreminden sonra, bir aydır başta Kandilli Rasathanesi yetkilileri olmak üzere üniversitelerin ilgili birimleri açıklamalarda bulunuyor. İstanbul'un bir deprem potansiyeli taşıdığı, fakat olası depremin tarihinin saptanmasının mümkün olmadığı, bu kanaate geçmiş depremlerin periyotları üzerinden varıldığı, sözü edilen açıklamaların ortak paydası. Ancak, bilim insanlarının açıklamalarından çok hiçbir bilimsel değer taşımayan "fısıltılar" inandırıcı bulunuyor. Denilebilir ki, "kehanet" öteki deyişle "abuzambak" bilimin önüne geçti.
Bunda elbette, yine başta Kandilli Rasathanesi yetkilileri olmak üzere ilgili birimlerin açıklamalarında zaman zaman da olsa ortaya çıkan çelişkiler etkili oldu. Ama asıl neden, estirilen mistik hava. Çarpık ve çürük yapılaşmanın depreme teslim olması, insanın doğa karşısında tamamen çaresizliği olarak sunuluyor ve durum, "takdir-i ilahi" ile açıklanıyor. Siyasal İslamcılar depremi, "Allah'ın 28 Şubatçıları, Kuran kurslarını kapatanları cezalandırması" gibi absürd bir yaklaşımla yorumluyor örneğin. Oysa, enkaz altında kalanlar, ne Kuran kurslarını kapatanlar ne de 28 Şubat sürecini başlatanlar. Siyasal İslamcılar, deprem üzerinden siyasal rant sağlama sevdasındalar. Onun için estirdikleri rüzgâr ile mistisizmin yelkenlerini şişirmeyi hedefliyorlar. Bu tavırları aslında, laboratuvarda madde üzerinde deney yapıp sonuçlarını idealizmle açıklamaktan başka bir şey değil.
Başa dönersek, depremin mekân ile insan arasındaki o sıcak ilişkiyi soğuttuğu, "artçı şoklar"ın süreceğinin bilindiği bir dönemde, okulların öğrenime açılması ve ilk gün 5.8 şiddetinde bir sallantının yaşanması, öğrencilerin okulla ilişkilerinde de etkisinin kolay kolay silinemeyeceği tahribat yarattı. Okulların açılıp açılmaması tartışmalarının "artçı şoklar"ın sallantılarına karıştığı, hemen herkesin "Ne olacak" sorusunu sorduğu, bir türlü "sükûnet"in sağlanamadığı bir dönemde öğrenciler depremi okullarında yaşadılar. Yani sorun daha da büyüdü. "Erteleme kararı daha önce alınmalıydı" denilebilir. Haklı da olunabilir. Ancak bu, sorunu çözmez.
Şimdiden, ya okullar yeniden açıldığında, öğrenciler sınıflarına nasıl girecek; endişesiz, korkusuz nasıl ders işleyecek; "deprem" sendrumu nasıl aşılacak; mekân-insan ilişkisinde (özellikle çocuklar düşünüldüğünde) yeniden bir sıcaklık nasıl sağlanacak sorularına doğru yanıtlar aranıp gerekleri yerine getirilecek ya da "Zaman her şeyin ilacı" denilip beklenecek...
Evrensel'i Takip Et