31 Mayıs 2015 02:58

Nurhaklardan, Gezi’den Metal’e...

Silah ve savaşmanın acemisi olmasak bile henüz Türkiye ve sınıf mücadelesinin acemisiydik. Alpaslan Özdoğan’la ikimiz Nurhak’ta yere düştük. Alp hiç kalkamadı. Beni karga-tulumba taşıdılar; üç buçuk ay sonra ancak ayağa kalkabildim.

Paylaş

Mustafa YALÇINER

Okuduğu ortaokul benimkine 100 metre mesafedeydi Alp’in. O da, benim ve iç göç öncesinin eski İzmir’in neredeyse çoğunluğu gibi, Balkanlardan gelmeydi. Hatta Kurtuluş Savaşı’ndan önce gelen bizimkilerden çok sonra gelmişlerdi onlar. O taraflara daha yakındılar yani. Hâlâ tamamen soğumamış ilişkileri vardı.

Evleri de okula yakındı. Buca’nın eskiden bağlarla çevrili arkalarına doğruydu. Şimdi de yakınında. Hemen merkezdeki Heykel’e giden yolun kenarında. Taşının üstünde gençlik fotoğrafı, öyle yatıyor.

Oysa liseyi, son yıl birlikte okumuştuk. Benden büyüktü, bir sene tekrar edince aynı sınıfa düşmüştük. Ne kafası çalışmazdı ne de tembeldi. Bir fırınları vardı, zamanının çoğunu orada geçirir, çalışırdı. Sonra, açtığı ayrı sınavı kazanıp beraberce Ankara’ya ODTÜ’ye gittik.

Beytepe Kampüsü inşaatı sürüyordu; inşaat işçilerinin şantiyelerine birlikte az gidip gelmedik. Hele sendikal örgütlenme ve bunun için grev günlerinde Eymir Gölü’nden çektiğimiz ağlar dolusu balığı götürür, ortada koca bir ateş yakar, sohbeti koyulaştırırdık.

Öncelikle “Özerk Üniversite” istedik. Bir “Mütevelli Heyeti”miz vardı. Yapı Kredi/Şişe Cam’dan Şahap Kocatopçu’nun adını hatırlıyorum. Benzeri bir dizi ekabir bir araya gelmiş, oturur, üniversitenin kaderini kararlaştırırlardı. “Olmaz” dedik, “Demokratik Üniversite” talep ettik. Uğraştık; öğretim üyeleri ve işçi ve memurlarla el ele kafa kafaya verip, sonunda kendi adayımızı rektör seçtik. “Mütevelli”nin varlığıyla yokluğu belirsiz hale geldi.

Türkiye’nin bağımsızlığı davasını birlikte savunduk, birlikte mücadelesini verdik. Ve adam yerine konmamaya beraberce baş kaldırdık demokratik bir ülkenin eşit yurttaşları olma mücadelesinde birlikteydik.

Birlikteydik, ama yalnızca ikimiz değildik. İlk ODTÜ’ye gittiğimizde Hüseyin (İnan), Yusuf (Aslan) ve Taylan’la (Özgür) arkadaşlık kurmuş, İngilizce Hazırlık Okulu’nda ilk boykotu beraberce yapmıştık. Sonra, ertesi yıl Mühendislik Boykotu’yla devam etmişti. Sonra Deniz’le (Gezmiş) yine birlikte tanışmıştık.

Filistin’e birlikte gitmiş, beraberce İsrail içlerine defalarca geçmiştik. “ Burada kalın, üsteğmen olun” teklifi ikimize yapılmış, olmazlanınca, “Pilotluk eğitimi için Vietnam’a gönderelim” ısrarıyla karşılaşmıştık. Kırmadan geri çevirmiştik, dönüp Filistin’i Türkiye’ye taşıyacaktık.

ACEMİ AMA ÖRGÜTLÜ

Öyle yaptık. Silah ve savaşmanın acemisi olmasak bile henüz Türkiye ve sınıf mücadelesinin acemisiydik. Alpaslan Özdoğan’la ikimiz Nurhak’ta yere düştük. Alp hiç kalkamadı. Beni karga-tulumba taşıdılar; üç buçuk ay sonra ancak ayağa kalkabildim.

Acemi ama örgütlüydük. Dayanışmanın, birlikte hareket etmenin gücünü öğrenci hareketi içinde öğrenmiştik, biliyorduk. Düzen içine kesinlikle sığmıyor, zırnık düzenle uzlaşma eğilimi taşımıyorduk. Liberal değildik. Reformcu hiç değildik. Burjuva devlete cephe almıştık, iktidar mücadelesine soyunmuş, devirmeye çalışıyorduk.

Yenildik, ancak, başta Deniz, iz bıraktık; izimiz sürüldü.

Sonra 12 Eylül geldi; yaman darbeydi, ideolojik olarak ezmeye girişti bıraktığımız izleri ve o izlerden yürüyenleri. Ardından “modern revizyonizm” olarak nitelendirdiğimiz, Lenin’in yolundan sapmış, oluşan yeni bir burjuva sınıfın denetimine girmiş, sosyalizm deyip kapitalizm yapan ve Amerika’yla dünyayı paylaşma yarışına giren Sovyetler Birliği’nin çöküşü geldi ve ideolojik-politik olarak yenilmiş işçi hareketi, dünya ölçeğinde uluslararası burjuvazi tarafından ezildi. Ulusal ve uluslararası yenilgi birleşip üst üste bindiğinde, yenilgi küçümsenmez ve uzun süreli oldu.

Bahar Eylemleri’yle silkinildi. İşçi sınıfı, özelleştirmelere, emeklilik yaşının yükseltilmesine uzun süre karşı koydu. Sendikalarda örgütlüydü işçiler, ancak sendikalarının başına burjuvazinin adamları olan ihanetçi bürokrat sendikacılar çöreklenmişlerdi ve hep savsakladılar, yasak savdılar, olmadı, arkadan hançerlediler. Yine püskürtüldü işçi hareketi. Bu kez ideolojik akımlarıyla ezmeye giriştiler. “İşçi sınıfı kalmamış”, değilse “nitelik değiştirmiş”ti! Kesinlikle artık değiştirici bir tarihsel özne durumunda değildi. Zaten “kapitalizm de nitelik değiştirmiş”ti, artık o yıkılmadan edemeyecek kapitalizm değildi. “Sosyal iyileştirmeler yeter”di, burjuva iktidarı devirmek gerekmiyordu artık, “o paradigma eskimiş”ti. Devlet kötüydü, iktidar da kötüydü, bozardı; sosyalizmle devlet kavramları yan yana bile gelemezdi. İşçi? Artık grev yapacağına birkaçı bir araya gelip bir işyeri açmalı ve dünyayı değil, dünyalığını kazanmaya girişmeliydi! Kapitalizm içinde bir arada “kardeşçe” eşit bireyler olarak yaşayabilirdik! Ne lüzumu vardı sınıf mücadelesine!

Bu fikirler, 12 Eylül’ün dayattığı “örgüt” ve “örgütlenmenin lanetlenmişliği” fikirleriyle bir arada Gezi’nin ideolojik zeminini sağladı. Emekçi karakterli bir halk hareketi olarak Gezi’nin pratik militanlığı ve ortaya koyduğu düzen değiştirici yetenek ve kapasiteyle çelişme halindeki bu sapkın fikirler modern revizyonizm kalıntısı iğdiş edilmiş tezlerle iç içe girerek sınıf mücadelesinin karşısına dikilmeye çalışıldı.

Sonra iş cinayeti olarak Soma geldi, “yeter” dedi. “Kalmadı”, “niteliği değişti” denilen işçilerin 301’inin birden, üstelik yine “niteliği değiştiği” ileri sürülüp olumlanan kapitalizm tarafından katledildiği görüldü.

Ve en son zorluklar içinde ama tüm coşkularıyla metal işçileri sökün ettiler. Modern sınıftılar; ama tarihin derinliklerinden gelir gibiydiler. Başkaldırdılar ve kazandılar. Patronu ve ihanetçi sarı sendikayı silkip atarak kendi örgütlülükleriyle taleplerini dayattılar.

Gezi’nin ardından “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” denmişti; doğruydu. Gezi “ayak takımı”nın özgüven kazanmasıydı. Metal işçileriyle birlikte şimdi bu laf bin kere daha doğrudur. Ölü toprağı atılmıştır sınıfın üzerinden. Yol uzun ve zorludur, hele işçilerin sahip oldukları sınıf bilincinin düzeyi bakımından alınacak çok mesafe vardır. Ama yeniden başlanmıştır ve bu kez tamamen işçi kavlince başlanmıştır. Başlamak yolun yarısıdır!

ÖNCEKİ HABER

Aşkın ve devrimin şairi Nâzım

SONRAKİ HABER

Paris’in cellatları ve komün

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...