12 Nisan 2015 05:06

Bir müşterek olarak kent ve mücadeleyi müşterekleştirmek

Kent, her türden, cinsten, sınıftan insanın birbirleriyle kaynaşarak (zorunlu ve gönülsüz de olabilir) müşterek bir yaşam kurduğu ve aynı zamanda, müşterek mekânların tasarlandığı, üretildiği ve yeniden üretildiği bir yerleşimdir.

Paylaş

Cihan Uzunçarşılı BAYSAL

Kent, her türden, cinsten, sınıftan insanın birbirleriyle kaynaşarak (zorunlu ve gönülsüz de olabilir) müşterek bir yaşam kurduğu ve aynı zamanda, müşterek mekânların tasarlandığı, üretildiği ve yeniden üretildiği bir yerleşimdir. Öte yandan, “Kapitalist kentleşme, toplumsal, siyasal ve yaşanabilir bir müşterek olan kenti sürekli tahrip etme eğilimindedir” (Harvey: 2012). Sermayeye birikim sağlamak üzere, Ortaçağ sonlarından itibaren önce İngiltere’de ortaya çıkan çitleme hareketi ya da müşterek arazilerin çitlenmeleriyle müştereklerin gasbı, bugün, yeşil alan, orman, dere, su havzası, toprak, tohum…doğayı ve kırsalı tükete tükete kente uzanarak bir diğer müşterek olan kenti hiçbir çağda görülmediği kadar yağmalamaya ve yok etmeye durmuştur. Kentin ve kentsel yaşamın her veçhesinin metalaştırıldığı, kentin her santimetrekaresinin pazarlandığı, kullanım değerinin tedavülden kalktığı, kentsel rantı, dolayısıyla, değişim değeri ile öne çıktığı, tüketemeyenlere kentte yaşama hakkının tanınmadığı ve bu bağlamda birikimin de mülksüzleştirme ve sürgün etme üzerinden sağlandığı bir dönemdeyiz. 

Türkiye’den bakarsak, AKP’nin tepeden inmeci, antidemokratik, şeffaflıktan uzak kentsel politikalarıyla şahikasına varan neoliberal şehircilik, birer arazi fabrikasına çevirdiği kentleri lüks konut siteleri, alışveriş merkezleri, beş yıldızlı oteller, rezidanslar, plazalar… ile çitleye-çitleye mahalle, meydan, kamusal alan, kıyı, koru, park... demeden yutarak ilerlerken, kentler de kapitalist birikimin ta kendisi olmakta. İktidarın hali böyleyken, genel seçimlere çeyrek kala, muhalefet partilerinin de kapsamlı ve tutarlı birer kent politikaları olduğunu söylemek güç. Bu durumda, yüzde 1 tarafından gasp edilen Kent Hakkı’nı ve bir müşterek olarak kenti geri almak için kentsel toplumsal hareketler nasıl bir mücadele hattı kurmalılar? Keşke elimizde bir yol haritası olaydı! Kısıtlı bir gazete yazısında, konuyu derinine tartışmak olanaksız olduğundan ilgili iki başlığa odaklanmak istiyoruz: Birincisi, müşterekler mücadelesinin kentsel ve kırsal bölgeleri kapsayacak şekilde geniş bir cephe üzerinden yürütülmesinin gerekliliği. İkincisi ise kentsel dönüşüme karşı örgütlenen mahalle mücadelelerinin günü kurtarmak yerine uzun erimli bir mücadeleyi yürütecek cesaretle geleceğin kentini, ‘başka bir kenti’ kurmak üzere yan yana gelebilmeleri. 

Bergama’dan bu yana, maden şirketlerine, HES’lere, RES’lere, termiklere karşı müştereklerini savunmak üzere mücadele eden ve direnen köylüler, bunun aynı zamanda birer yaşam alanı savunması olduğunu çünkü toprakları, dereleri, meraları… müşterekleri ellerinden gittiğinde geçinme olanaklarının da ellerinden gideceğini dile getirmekteler. Aynı kaygıyı, dönüşüm alanları mahallelerinden de duyageldik, bir müşterek olarak mahallenin yok olması, kentte var olabilmenin, geçim kaynaklarına erişmenin olanaksızlaşması demek. Gezi, her iki mücadelenin yan yana gelebildiği tarihi bir andı; mahalleden, meydana, ağaca, ormana, tohuma, köye müştereklerin listelendiği o unutulmaz “Dokunma” pankartı Gezi’den sonra önce Hevsel’de ardından Validebağ-Yırca dayanışmasında adetacismanileşti; ancak, orada kaldı. Dönüşüme karşı mücadele yürüten mahalleler, nedense kırsaldaki talana ve doğanın yağmalanmasına müdahil olamadılar, kırsal da kente uzak durdu. Oysa bugün mega projeler başta olmak üzere, büyük çaplı ulaşım ve altyapı projeleri kentsel ve kırsal alanları keserek ilerliyor, müşterekler kır, kent demeden projelerin tehdidi altında. Mesela, Küçükçekmece’den Karadeniz’e bir hat çizersek, mega projelerin etki alanlarındaki bölge mahallelerinin ya rezerv alan ya da afet dönüşüm alanı ilan edilmeleri de, kırsalda 3. havalimanı sahasındaki yerleşimlerin acele kamulaştırma ile gaspları da hiç şaşırtıcı değil. Birinde kentsel diğerinde kırsal alan sakinleri, müştereklerinin özelleştirme/kamulaştırma/ ticarileştirme ile kullanım değerlerinin değişim değerlerine feda edildikleri aynı süreci paylaşmaktalar. Öyleyse, müşterekler üzerinden müşterekleşmek,kent kır fark etmeden çitlenmeye karşı yürütülecek bütüncül bir mücadelenin bir ayağı olmalıdır.

Mahalle direnişlerine gelince; en önce ve sadece kendi yaşam alanlarını savunmak üzere örgütlenen ve mücadelelerini sadece kendi mahallelerindeki projeyi bertaraf etmek üzerinden kuran mahalleler, Harvey’in vurguladığı üzere bir süreliğine rahat nefes alsalar dahi ileride aynı tehditle karşılaşmaktan kaçamayacaklardır: “…bir kısım mekânların bir süreliğine özgürleştirilebileceğinin imkân dâhilinde olduğunu düşünüyor olsam da, hakim pratik değiştirilmediği sürece, bu demektir ki, bu mekânlar her zaman tehdit altında olacaklar”. Harvey, Lefebvre’den alıntılayarak, belirli bir mekânın bir süreliğine özgürleştirilebileceğini ancak daha ileri bir özgürleştirme sürecine girilmediği takdirde, özgürleştirmiş mekânın bir süre sonra hâkim pratik tarafından tekrar ele geçirileceğini bunun da tekrar en başa dönüş olacağını söylüyor. Nitekim, mücadelesine mega projeleri, onların artçı projelerini eklemleyemeyen bir mahalle direnişi, dönüşüm projesini durdurmuş olsa bile, bu projelerin etki alanında olduğu için ileride yapılacak bir başka yenileme projesinden azade olamayacaktır. Örneğin, Derbent’in sadece kendi dönüşüm projesine karşı mücadelesi başarılı olsa da geleceğini garantileyemez; Parkorman projesine, aşağıda Boğaz hattındaki marinalara, mega ucubelerin tetikleyeceği artçı projelere karşı mücadele hattını kurabilmesi önemlidir. Günübirlik kazanımlar yerine ileriye yönelik başka bir kenti hedefleyen bu mücadele hattının kurulması zor olsa da olanaksız değildir.

Sermayenin zincirlerinden boşanmış bir açgözlülükle kentsel kırsal ne varsa çitleyerek el koyduğu bir dönemde, direnişler her iki alandan da yükseliyor. Mesele, sakinlerin, müştereklerinin ve de yaşam alanlarının aynı açgözlülüğün kurbanı olduğunu anlayarak bir araya gelebilmeleri ve yaşamın her veçhesi ile yaşam alanlarının çitlenmesine karşı bütüncül bir mücadeleyi başlatabilmelerinde. Böyle bir mücadele seçim mücadelesine endekslenemeyecek kadar uzun erimli; ancak umutsuzluğa da gerek yok, “köstebek” yerin altından kazmaya başladıysa, bir gün elbet başını da çıkartacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Seçimler, ekoloji ve yeşil politika

SONRAKİ HABER

Ekoloji ve kent mücadeleleri taleplerini ortaklaştırmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...