12 Nisan 2015 05:02

Seçimler, ekoloji ve yeşil politika

Çevre ve ekoloji sorunları bugüne dek Türkiye seçimlerinde bir gündem maddesi haline gelemedi. Bunun nedenleri arasında, 1980’lerden bu yana kurulan yeşil partilerin sol koalisyonlara yaptıkları katkılar dışında seçimlere katılamamalarının, yani yeşil bir partinin oy pusulasına girememesinin, ya da yeşil kimliğe haiz siyasetçilerin ön plana çıkmayı ve popüler olmayı başaramamalarının büyük payı olduğunu düşünüyorum.

Paylaş

Ümit ŞAHİN* 

Çevre ve ekoloji sorunları bugüne dek Türkiye seçimlerinde bir gündem maddesi haline gelemedi. Bunun nedenleri arasında, 1980’lerden bu yana kurulan yeşil partilerin sol koalisyonlara yaptıkları katkılar dışında seçimlere katılamamalarının, yani yeşil bir partinin oy pusulasına girememesinin, ya da yeşil kimliğe haiz siyasetçilerin ön plana çıkmayı ve popüler olmayı başaramamalarının büyük payı olduğunu düşünüyorum. Zira siyasette, özellikle de seçim süreçlerinde çoğu zaman, konulardan ziyade söylemin, sözü topluma taşıyan kişinin, konunun temsilinin, hatta simgelerin belirleyici rolü olduğu ortada. Yani ekoloji meselelerinin ya da yeşil politikanın siyasi gündeme dahil olamamasının artık örneğin “Türkiye’nin gelişmiş bir sanayi ülkesi olmamasıyla” bir ilgisi yok. Yaşam alanlarına ve doğaya yönelik saldırıların herkesten önce yoksulları, köylüleri ve dezavantajlı toplumsal kesimleri ezdiği bir sistemde, “Önce yoksulluğu çözelim”, boş bir slogan. Sermayenin bütün sınırları yıktığı bir küresel sistemde, “Emperyalist batı Türkiye’de çevreyi yok ediyor”, bir avunmadan ibaret. Zaten Türkiye ne yazık ki gelişmişlik düzeyinin çok ötesinde ekolojik sorunlar yaratmayı, doğayı ve küresel ekoloji sistemi tahrip etmeyi de başarıyor. Bir başka deyişle sorunun temelinde zaten bu ekonomik büyüme tabusu ve kalkınma telaşı yatıyor. Hızlı bir tahlil yapmak gerekirse, yeşil bir partinin siyasi yelpazeye dahil olamaması da “gelişmişlik düzeyi”yle değil, öncelikle demokratik siyasi sistemin tıkalı olmasıyla ilgili. Küçük ve tabanda oluşan yeni hareketlerin kitleselleşmesine kapalı bir siyasi sistemle (başta yüksek seçim barajı olmak üzere, seçimlere katılma şartlarının ağırlığı, partilerin hazine yardımı alamaması ve diğer yasal engeller) Türkiye’de yeşil politikanın popülerleşebilmesi sürpriz olurdu.

Öte yandan yeşil bir partinin seçimlerde varlık gösteremediği neredeyse tek Avrupa ülkesi olarak kalan Türkiye’de, çevre ve ekoloji meseleleri çoğu zaman başka temsiller altında da olsa günlük siyasetin, haberlerin, toplumsal mücadelelerin odak noktaları arasında yer alıyor. Hem son yılların en büyük halk hareketleri arasında yer alan HES, termik santral, üçüncü köprü mücadeleleri gibi yerel ekoloji hareketleri, hem nükleer karşıtlığının yaygın bir toplumsal karşılık bulmuş olması, hem de bütün siyasi dengeleri değiştiren Gezi direnişinin bir ekoloji ve demokrasi mücadelesi olarak başlaması dikkate değer. Demek ki bir ülkede ekoloji başlığı altında anılabilecek toplumsal hareketlerin olması, hatta bu hareketlerin çıkış noktalarının oldukça ciddi bir sorun alanı olarak görülmesi, meselenin siyasileşmesine yetmiyor. Kuşkusuz bunda çevre ve ekoloji hareketlerinin aktörlerinden kaynaklanan yetersizlikler ve hatalar da vardır. Ancak ortada içe dönük bir değerlendirmeyle halledilebilecek kadar küçük bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Tam aksine yapısal bir meseleyle karşı karşıyayız.

Örneğin giderek hızlanan, mevcut siyasi ve ekonomik sistemin doğrudan sonucu olan ve radikal önlemler alınmadığı sürece önümüzdeki 30-40 yıl içinde canlı yaşamı yok oluş tehdidiyle karşı karşıya bırakacak büyüklükte bir sorun olan iklim değişikliği bir siyasi gündem maddesi olamıyor. Sorunun daha fazla üretebilmek ve tüketebilmek için yakılan fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğal gaz) ve havadaki karbon dioksiti temizleyen ormanları yine bu ekonomik etkinlikler uğruna yok etmek dışında bir nedeni yok. Yani iklim değişikliği teknik önlemlerle temizlenebilecek bir çevre kirliliği sorunu değil. Sorunu sistem içinde çözmeye çalışan pek çok çabanın yetersiz, hatta anlamsız olduğu da ortada. Neoliberal politikalar, şirketlerin egemenliği ve halkın siyasete ve karar süreçlerine katılımının engellenmesi sorunun ayrılmaz parçaları arasında yer alıyor ve meşhur slogandaki gibi “iklimi değil, sistemi değiştir”mekten başka gerçekçi bir çözüm ortada görünmüyor. 

İklimi değiştiren her şeyden kar sağlayan şirketlerin (en hafif deyimiyle) etkisi altında olan sistem partilerinin söyledikleri, çözümü ertelemekten başka bir anlam taşımıyor. Ancak kendini sistem karşıtı olarak tanımlayan, sol, radikal, muhalif partilerin ya da siyasi hareketlerin de iklim değişikliğiyle ilgili pek fazla bir sözleri yok. Aynı şekilde doğayı tahrip eden, yerel toplulukların yaşam alanlarına ve herkese ait olan müştereklere el koyan, insan ve çevre sağlığına zarar veren madenler, barajlar, kirletici sanayi tesisleri, inşaat çılgınlığı, nükleer santrallar gibi sorunlar da ne program düzeyinde ne de seçim sözlerinde kendilerine anlamlı bir yer bulabiliyor.

O halde sorunun kökeninin derinlerde bir yerde yattığını ve çok temel bir anlayıştan kaynaklandığı iddia edebiliriz. Bu da geleneksel kalkınmacı söylemin en sağdan en sola kadar bütün siyasi hareketleri esir almasıdır. Kalkınmanın bir tabu olmaktan çıkarılmasının ve sürdürülemez endüstriyalist sistemin sorgulanmasının Avrupa’nın pek çok ülkesinde olduğu gibi siyasi alanı zorlayan ve ciddi bir rakip haline gelen yeşil politikayla ve ekoloji meselesinin siyasallaştırılmasıyla mümkün olduğunu düşünüyorum. Özgürlükçü, antikapitalist bir yeşil siyasi hareketin büyütülememesi toplumsal ve siyasi bir çıkmaz sokak yaratıyor. Bu da başta belirtmeye çalıştığım gibi öncelikle demokrasiyle ilgili bir mesele. Demek ki ekoloji ve demokrasi mücadelesi aslında aynı kapıya çıkıyor.

7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yarattığı rüzgâr önemli bir şans yaratıyor. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin de bir parçası olduğu, diğer pek çok ekoloji hareketleri tarafından da desteklenen HDP, 30 yıldır siyasi sistemi tıkayan barajı aldığı oylarla yıkarak sadece AKP’nin kurmaya çalıştığı tek adam rejimine ağır bir darbe vurmakla kalmayacak, aynı zamanda demokratik bir siyasi sistemin kurulması yolunda da önemli bir değişim yaratacak. HDP’yi oluşturan siyasi hareketlerin hak ettikleri parlamenter temsili elde ettikleri ve bunun da büyük katkısıyla Kürt sorununda barışın kalıcı hale geldiği yeni dönemde ekoloji meselesini ve yeşil politikayı daha yüksek sesle tartışmaya başlayabiliriz. Üstelik HDP şu anda politik ilkeleri ve duruşuyla ekolojist bir dilin kurulabileceği, kalkınma tabusunun sorgulanabileceği, seçim ağırlığına sahip tek büyük siyasi platform. HDP’ye ekoloji hareketlerinin ve yeşillerin ellerinden gelen bütün desteği vermeleri HDP politikalarının oluşturulmasına yönelik katkıların yanı sıra, bu nedenlerle de büyük önem taşıyor.

* Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
PM Üyesi

ÖNCEKİ HABER

Kente ve doğaya yönelik alternatif politikalar

SONRAKİ HABER

Bir müşterek olarak kent ve mücadeleyi müşterekleştirmek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...