05 Nisan 2015 06:24

El, eli tanır

Onca çocuk arasında, tabii ki en solda duranı, elleri cebinde, yeni bir dünya hayaliyle mevcut dünyaya sırtını dönmüş. Büyüyecek. Uzak yahut yakın, hem ne fark eder... (Fotograf: İsmail Eskin/Gazeteci)

Paylaş

Murat ÖZYAŞAR

Bana öyle geliyor ki Kürdler, sanki hikâye anlatmak için gelmişler dünyaya. Allah onlara “Hadi, sizin de göreviniz bu: Hikâye anlatmak,” demiştir sanki ve Kürdler ömrü hayatı boyunca hikâye anlata anlata, hikâye olmuştur sanki.
Özenle bakınız etrafınıza, yediden yetmişe bütün Kürdler hikâyeye inanmış sesleriyle hikâyeler anlatıp durur. Üstelik bu hikâyeleri, öyle Efendiye, ötekine anlatıyormuş gibi yaparken aslında kendilerine, kendi kendilerine yorulmayacak bir sesle anlatırlar.
Henüz on yaşındaki kuzenime “Niye ev ödevini yapmadın,” gibi basit bir cümleyle yanıtlanabilecek bir soru sordum vaktiyle.
İlginç değil, aldığım yanıt şu cümleyle başlıyordu: “Ben,” dedi, “geçen yıl arkadaşımın evine gittim…”
Yine, İstanbul’daki bir fabrikada yaşanan olumsuzlukları aktarmak üzere oradaki çalışanlarla  röportaj yapmaya giden bir arkadaşım anlatmıştı: “Ağbi herkes gayet güzel özetledi olayı. Ama röportaj yaptığım bir Kürd, iki saat konuştu ve bir türlü olaya gelmedi.”
Abartmıyorum, muradım sadece genetik bir şeyden söz etmek.
Bu sebeple hiç de tuhaf karşılanmasın, Kürd Hareketi’nin liderlerinin herhangi bir sorundan söz ederken Sümerler’den, Neolitik Çağ’dan söz açarak açıklamaya başlamaları.
Dengbêjler de öyledir, ki onlar kelimelerle değil, sesle konuşurlar. Aşkını dillendirirken bir dengbêj; sesim ağrıyor girizgahıyla –nasıl da güzel bir girizgahtır bu- bir bakarsınız Hacer’ül Esved taşından söz eder, bir bakarsınız Zeyneb’i için Diyarbekir surlarını tek başına yıkmayı göze almış bir yiğitten, bir anlık nefesten sonra yiğidin bu kararından vazcayıp Zeyneb’inin elini tutmak istediğinden, bir bakarsınız bir ağacın gölgesine oturmuş Kur’an okuyan bir kızdan, ordan kendi çocukluğundaki bir imgeye nasıl geçtiğini anlamadan, dağları, taşları betimlerken duyarsınız dengbêjin ağrılı, yormayan sesini. Hikâyenin toplamında kederle ayrılırsınız bir aşktan, o aşkın hikâyesinden. Üstelik dengbêj o aşktan hiç söz etmemiş gibidir. Sözün ve sesin ustasıdır o çünkü, adını da bu iki kelimeden alır. Çünkü dengbêj nokta atışları yaparak alabildiğine geniş bir zihnin haritasından duyurur hikâyesini.
Ben de bir hikâyeyle başlamadan hikâyeye -merak etmeyiniz, Sümerler’den başlayacak değilim, yoksa ben Kürd değil miyim- doğduğum ve büyüdüğüm üç mahallenin adından söz etmek istiyorum.  Diyarbakır’ın Bağlar semtindeki bu üç mahallenin adındaki sıfatlar yetecek çünkü birçok şeyi anlamaya ve anlatmaya, mahalle isimleri şöyle: Kuruçeşme, Yanıkköşk, Körhat.
Efendim, hikâye olsun diye değil, bazı kimselerin imgesi kendinden büyüktür ve gün gelir hikâyenin aslı astarı ortaya çıksın diye bu imge birdenbire yerle bir olur.
Nasıl söylemeli, Diyarbakır’da cıvıl cıvıl bir ilkokul bahçesine resmi kıyafetli bir polis düşer.  Henüz bacak kadar çocuklardan birkaçını çevirip okul idaresinin yerini sorar.
Siz bakmayın çocukların bacak kadar olduğuna, akılları devlet eliyle uzamıştır, ama devlet onların kulaklarını çektiğini zanneder.
Çocuklar dönüp derler ki polise “Okul idaresi, aha, şu taraftadır.”
Ellerine düşmüştür bir kere ve çocuklar yanlış yeri tarif etmiştir bile isteye.
İnanmıştır polis onlara.
Çünkü kendi imgesinin onların zihninde ve işaretparmağında nasıl bir yere tekabül ettiğini idrak edecek akla sahip değildir.
Polis, çocukların işaret ettiği yöne tin min tini mini yürürken, arkasından çocuklar da koro halinde yürür, ağızlarında yıllar geçtikçe tazelenen bir sloganla: “bi jî se rok a po, bi jî seR OK A PO, Bİ JÎ SE ROK A PO!”
İtinayla bilinsin istiyorum; 90’lardaki gibi korkuyla değil, bir imgeyle taşak geçerek büyüyen çocuklar var artık Körhat’ta, Yanıkköşk’te, Kuruçeşme’de, yıl 2000’lerde. Söz konusu fotoğraftaki çocuklar da işte bu çocuklar.
Bakınız burada:
Devletin el açtırdığını zannettiği çocuklar var. Çocukların dilinde Diyarbakırlıların çokça kullandığı, hesabınız kiminleyse onunla görmeniz gerektiğini, aradaki kimselere itibar etmediğinizi belirten bir tabir: “El, eli tanır” diyen çocuklar var ve çoklar. Çünkü Apê Musa demiştir: “Çocuk yapın, çok yapın.” Apê Musa’ya kulak kesilmiş ebeveynlerin çocukları bunlar.  
Bakınız burası eski:
Eski bir bilgidir bu, el insanı ele verir. El açtırmaya düşkün devlet, 70’lerde de Türkiye’de ele versin diye çokça insana el açtırmış. Eli nasırlı olanları, ki onlar birer işçidir ve tehlikelidir, bir kenara çekip tekmetokat, tekmetokat…. Dilim varmıyor söylemeye.
Ama asıl, bu fotoğrafta dikkat kesildiğim biri var, bir çocuk.
İşte bu:
Bir hikâyenin fotoğrafına gelmiş bir çocuk. Onca çocuk arasında, tabii ki en solda duranı, elleri cebinde, yeni bir dünya hayaliyle mevcut dünyaya sırtını dönmüş. Büyüyecek. Uzak yahut yakın, hem ne fark eder: Bir büyüye, elleri cebinde giderek büyüyecek. Sonra da hepimize çocukluk ettirip, hepimizi o büyüye gönderecek.
Çünkü hikâyesine taş atmaya gelmiş bu çocuk. Sapanla değil, eliyle.
Avuçlarında hâlâ bir taşın kuvveti. Taşa inanalım, ikna olalım taşın hakikatine diye, yıllar önce sevdiğim bir yazar demişti: “Ben bazen, avuçlarıma taş koyar öyle yazarım.”
Dönelim elleri cebindeki o çocuğa.
Taş topladım, kuyu kazdınız, diyor bu çocuk.
Ağbimi, ablamı o kuyulara döktünüz.
Toplayacağım taşlarla kapattınız o kuyuları.
Şimdi, asıl şimdi.
Taş toplamanın değil, taş atmanın da değil, taşı elinde tutmanın tamdır zamanı.
Çünkü camınıza taş olurum diyen bu çocuk, gün gelecek, yeri göğü yerle bir, yerlebir edip o bitmeyen hikâyenin ilk cümlesini kuracak.
Bakınız bu son:
İçine karanlık kaçmış bir devlet, karaşınlara, siyah şeyler soruyor bu fotoğrafta.
Batman’dan bir duvar yazısı yanıt olsun onlara, hem belli ki bu duvar yazısı bir çocuk tarafından yazılmış, hem belki bu fotoğrafın arka yazısı olur:
“Çirkin de değiliz güzel de/ Öfkeliyiz öfkeli.”
Sözünü edeceğim en son fotoğraf ise bu:
Sorunun iki muhatabı var, açık ve net: çocuk ve devlet.
Ve elbet çocuk bir gün sorar: Demedim mi ben sana; el, eli tanır.

ÖNCEKİ HABER

Biz de sizi seviyoruz!

SONRAKİ HABER

Fenebahçe: Lig maçları ertelenmelidir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...