15 Mart 2015 00:49

Çıktı mı deprem var sanırsınız karakız kantosuna...

İzmir önce bekler. Beklerken savrulur; milliyetçi ve muhafazakar duraklarda oyalanır, boyoz ve gevrek nostaljisine tutulur ama eninde sonunda siyasetin asfalyasını attırır. Kale o kadar kolay teslim olmaz yani. Çıktı mı karakız kantosuna deprem var sanırsınız...

Paylaş

Nuray SANCAR

İzmirlinin gönlünün başkentidir yaşadığı kent, başka kentler ise içinde huzur bulması mümkün olmayan koca bir taşra. Boyozu, gevreği, çiğdemi, meltemde eteği havalanan, rakı raconundan anlayan pervasız kadınları, “çıktı mı deprem var sanırsın karakız kantosuna” diye iç geçirdiği Karantinalı Despinası ile İzmir, Can Yücel anonimleri tadında hazırlanmış sosyal medya metinlerinde onu diğer kentlerden ayıran kültürel unsurlarıyla arzı endam eder.  İzmir diğer şehirlerle bir kültür münazarasına girmiş gibidir.
İlk Türk ticaret burjuvazisinin bu liman kentinde zuhur etmesinden, Mustafa Kemal’in eşi olarak Cumhuriyetin kurucu figürleri arasında yer alan Latife Hanımın babasının ABD’deki pamuk borsasına kayıtlı ilk Türk firmasının sahibi oluşundan bu yana batılılaşmanın, modernleşmenin temsilcisi olarak görür kendini İzmir. Meltem sayesinde değil ama; biraz Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan limanı biraz levantenleri biraz da 1922’de “denize dökülen” Rumlar’dan kalanlar sayesinde Batıdan gelen esinlere açık olmuştur bu kent. Ne var ki bu dışa dönüklük, yeri giderek bütün o böörekler gevrekler, boyozlar ve domatlarla doldurulmak suretiyle yerel ve içedönük bir savunma hattını pekiştiren nostaljik bir kökten ibaret kalmış, süreç içinde inşa edilmiş yerel ayrıksılığı milliyetçilikle bulayarak İstanbul kozmopolitizmine karşı alıp bağrına basmıştır İzmir.
Bunun elbette siyasal bir sonucu da vardır. İzmir’in abartılmış özgünlüğü, siyasi  hamlelerini aynı zamanda kültürel bir cihada da dönüştürmüş olan AKP Hükümeti döneminde kazınılmış bir mevzi haline gelme imkanı da buldu. Zaman zaman milliyetçilikle kurlaşan meşhur İzmir muhafazakârlığının direnci İzmir’e dışarlıklı, dinci muhafazakarlığın imgelerine karşı yerel kültürel değerlere olduğu kadar, laiklik, batılılık, modern yaşam tarzı gibi evrensel değerlere, bunlar yıkılmakta olan yerel bir statükonun parçalarıymış gibi, sahip çıkılarak sürüyor. Bu savunma hattının politik karşılığı, uzunca bir süredir AKP’nin yıkmaya çalıştığı statükoyu savunur görünen CHP’nin seçmeni olmak.
Ancak İzmir ile Hükümet arasında süren çatışmanın içeriği kültürden ibaret değildir. Bunun, kültürel iddiaların üstünü örttüğü bir iktisadi ve politik hesaplaşma olduğunu söylemek daha doğru olur. AKP Hükümetinin uyguladığı ekonomik politikalar İzmir’in kimyasını bir hayli değiştirdi. İç ve dış pazarlara üretim yapan tarımsal arazilerdeki tekelleşmeyi teşvik eden yasalar küçük üreticinin belini büktü. Küçük parselli tütün, incir, üzüm ve zeytinlik arazilerinin önemli ölçüde dağıtılmasıyla büyük kapitalist şirketlere mülkiyet devri sürecine girildi. İzmir yabancı tekellere en çok tarım arazisi satan kentler arasında. Son on yılda palazlanan tekellerin büyük çoğunluğu yabancı ortaklı. Kürt bölgelerinde yıllarca süren savaşın bir sonucu olarak ve hem Ege’de hem ülkenin geri kalanında tarım alanlarının boşalması üzerine kente akan insan göçü sınırlı istihdam olanaklarını bir hayli zorluyor. AKP döneminin gözde sektörleri inşaat ve turizm işgücü kaynağı olarak bu göç nüfusunu kullandıkça İzmir bir sünger gibi yeni nüfus hareketlerini emer hale geldi. 70li yıllardan itibaren göçe alışkın olan İstanbul’un yerini büyük ölçüde İzmir almış görünüyor şimdi. Diğer yandan kent AKP hükümeti’nin kentsel dönüşüm projelerinin de tehdidi altında. Ara sınıfların sosyo ekonomik statüsünü gerileten genel iktisadi politikalar da bu tabloya eklendiğinde İzmir’in sosyal dokusunun bir hayli sarsılmış olduğu söylenebilir. Bunun kentsel ve sınıfsal bir tepki doğurması ise kaçınılmaz.
Ne var ki İzmirli’nin, tepkisini açık sınıfsal bir saflaşmayla değil de hazır milliyetçi ve statükocu ideolojilerin sahibi politik güçlere dayanarak ifade etmesi, meramını kültürel kodlarla anlatmaya çalışması gösterdiği direncin etkisini zayıflatır nitelikte. Bunun hep böyle süreceği elbette söylenemez. Nitekim İzmir’e “gavur İzmir” diye hakaret eden Tayyip Erdoğan’ın vesayetindeki Hükümet kadroları ve yerel yöneticilerinin İzmir’i terbiye etmek için kullandığı araç aşağılayıcı sözlerden ibaret kalmıyor. Belediye hizmetlerine destek olmaktan imtina eden merkezi yönetim metro yapımından diğer hizmetlerin sunumuna kadar musluğu kısmış durumda. İzmir’in yerel yönetimini yıpratmaya ve zorda bırakmaya yarayan bu uygulamaların yanısıra İzmir adı konulmamış bir sıkıyönetim bölgesi ilan edilerek kentliler sopayla hizaya getirilmeye çalışılıyor. Güvenlik Paketi’nin pilot kenti yine İzmir. Geçen ay eğitim boykotunda en büyük polis saldırısı İzmir’e gerçekleştirildikten sonra sadece AKP’yi eleştirdikleri için 20’ye yakın insan gözaltına alındı.
AKP öteden beri İzmir’i fethedilmesi gereken bir kale olarak görüyor. Bu defalarca ifade edildi. Sosyal hizmetlerden yoksun bırakarak, aşağılayarak ya da döverek sindirebileceğini düşündüğü bir bölüm seçmen ile Osmanlıca ve kuran kursları açarak, yardımlar dağıtarak sisteme bağlamaya çalıştığı bir kesim AKP seçmeni arasındaki kutuplaştırmanın sonuçlarını söz konusu mahal İzmir ise uzun vadede kestirmek kolay değil. Ama kısa vadede bu seçim döneminin bir hayli gerilimli seyredeceğini  öngörebiliriz.
İzmir eskiden beri normalde sakin bir kenttir. 1980’li yıllarda Tariş’te başlayarak bütün kentin bütün yoksul ve işçi mahallelerini ve üniversitesini etkisine alan grev ve mücadeleler ise bu kentin uzun süre sakin kalamayacağının da göstergesi aslında.
İzmir önce bekler. Beklerken savrulur; milliyetçi ve muhafazakar duraklarda oyalanır, boyoz ve gevrek nostaljisine tutulur ama eninde sonunda siyasetin asfalyasını attırır. Kale o kadar kolay teslim olmaz yani. Çıktı mı karakız kantosuna deprem var sanırsınız... 

ÖNCEKİ HABER

TDK kadınları neden sevmiyor?

SONRAKİ HABER

Oyunbozan

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...